İsmet Solak: İran'a övgü, Atatürk'e sövgü

İsmet SOLAK
Haberin Devamı

Karadeniz Teknik Üniversitesi, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin en gözde ilim yuvalarından biridir... Bu güzel kente takılan alımlı bir gerdanlıktır.

Üniversiteye bağlı Tıp Fakültesi'nde öğretim üyesi olan Doçent Mehmet Bekaroğlu'nun bir dergide yayımlanan yazısı elime geçti. Şoke oldum!

Daha başlangıçta, Atatürk'e sövüyor:

- Bir zamanlar şanlı ecdat vardı; dört kıtada at koşturan, sonra Ayasofya, Yunan'ı telin mitingleri ve Büyük Doğu. Bir de kefere Kemal!

Yani, Müslüman bile sayılmayan káfir(!) Mustafa Kemal... 'GELECEK' adlı derginin 12. sayfasındaki yazının başlığı ise Su Üzerinde Yürümek:

-...Okulu bitirenler, evlenenler; dinin yarısını tamamlayanlar derken, ikinci yarısı için tarihi bir fırsat yakalamıştık. İran, İmam Humeyni ve Ali Şeriati... O muhteşem şehadet günleri...

12 Eylül günlerinden söz ediyor:

- 12 Eylül faşizmine rağmen; soğuk Erzurum geceleri, kasetler, devrim sohbetleri... Halbuki biz daha Üç Mesele'yi ikinci kez okumamıştık. 'Teknik ve Medeniyet' üzerinde düşünürken, 'Ali Şeriati' ile Yabancılaşma'yı bir daha bulduk. İşte İslamcılığımızın gerçek ideoloğu. Her şey aydınlanmıştı. İslam ideolojiydi, biz de ideolojik Müslüman, radikal ve devrimci.

Bekaroğlu, İran seferlerine başlıyor:

- Devlet dedik; Allah'ın indirdikleriyle hükmedilen bir mekán. Sürekli boş kalan yanımızı doldurmuştu İran. Demek ki olabiliyordu, olmuştu. İşte! Nasıl da imdadımıza yetişmişti.

Yıllar, belli ki bu anlayışla geçiyor:

- ...Bizi ayakta tutan en büyük silahımız, ertelemeciliğimiz, büyük sabrımız(!) oldu: 'Yarın İslam toplumunda, bir gün mutlaka.' Ayrıca, bizim yaptıklarımız da küçümsenemezdi. Bugün, her kesimden Müslüman belli bir bilinç düzeyine gelmişse bizim, biz radikallerin büyük katkısı vardır. Az şeyler mi yaptık? Bizim üniversiteye girdiğimiz yıllarda ne vardı ki! Şimdi çok şükür oldukça mesafe alındı. İşte kaç dergi, kaç gazete, kaç yayınevi var. Üniversitelerde başörtülüler artıyor.

İçinde dünyayı değiştirmek isteyen bir karanlık arzu büyüyor:

- Biz dünyanın nesini değiştirmek istiyorduk? Kaç dünya vardı ve biz bu dünyaların neresindeydik? Bu soruların cevabı da siyah beyazdı. Bizim için bir tek dünya vardı ve bu dünya da 'onların' elindeydi. Değiştirmenin yolu ise dünyayı onların elinden almaktan geçiyordu. Önce suyun başına geçmeli idik, sonrası kolaydı. Aşağıya doğru her şeyi kontrolümüze alacaktık.

Doçent Bekaroğlu, bu noktadaki gerçeği görüyor:

- Hesabın bu güzel yerinde iki şekilde çıkmaza düşüyorduk. Önce onlar çok güçlüydü, öyle suyun başını kolay kolay bırakacak değillerdi. Sonra, Allah'ın yardımı da gelmiyordu.

Gençlerimizi aydınlatması, onlara bilim ve fennin ışığında uygarlığın kapısını açması gereken bir öğretim üyesine bakın!

YÖK, hakkında soruşturma açıyor. Denetleme Kurulu'ndan Prof. Süleyman Arslan ve Prof. Yusuf Ziya Çubukçu 18 Mart 1996'da raporlarını veriyorlar. YÖK Başkanı Kemal Gürüz, 20 Mart 1996 gün ve 375 sayı ile Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunuyor. Yasa açık, suç ortada.

Sonra mı? Sonra, Bekaroğlu profesör oluyor. Son seçimde ise FP'den Rize Milletvekili seçiliyor. Şimdi YÖK Komisyonu üyesi.

YÖK Başkanı Prof. Kemal Gürüz'ün defterini dürmek için sorular soruyor. İran'ı övüp Atatürk'e söven biri, laik Türkiye yanlısı olan ve hakkında suç duyurusunda bulunan YÖK Başkanı'nı eline düşürünce fırsatı kaçırır mı?

İşte benim güzel ülkem... Ve işte Türkiyem!

Yazarın Tüm Yazıları