Paylaş
Pazartesi sabahı büroya erken geldim. Kızımın ÖSS heyecanı beni adeta itiyordu. Kıdemli eğitim muhabirimiz Kamuran Zeren, benden de erken nöbete gitmişti. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi'nden telefon edip numaraları isterken, ‘‘Bu yıl puanlar geçen yıla göre düşük abi’’ dedi. Gerilmişim...
Tam o sırada Kurthan Fişek gelip, ‘‘Hayrola, moralin neden bozuk?’’ diye sordu. Belli ki yüzüm asılmış! Kurthan'a cevap veremeden, Kamuran cümlesini tamamladı: ‘‘Kutlarım abi, Öyküm'ün puanı oldukça yüksek.’’ Ve aynı anda gerginlik bitti. Kuthan, ‘‘Mesele anlaşılmıştır’’ derken gülüştük.
Haftaya böyle başladım. Kızımın puanını öğrendim. Ama arkadaşlarının puanlarını almak için saatler geçti. İnternet kilitlenmişti. Bayilerde, Cemiyet'in sonuç gazetesi bulunamıyordu. 900'lü telefonlar külliyen kaputtu. Yıl boyu yarış atı gibi koşuşturan çocukların heyecanı gerilime dönmüştü. ‘‘Olmaz olsun böyle sistem!’’ diye isyan ettim.
Derken, Muharrem Sarıkaya, bir telefon bağladı. Öteki uçtan gelen sesle titredim. Bu bizim Gülçin Telci'mizdi: ‘‘İsmet Solak, faksımı aldın mı?’’ Faks falan almamıştım. Ama Gülçin'in sesinden bir olumsuzluk geleceğini algılamıştım. Gülçin, o amansız hastalığın pençesinde değil de, sanki yeni ele geçirdiği bir pisliğin üstüne gitmeye hazırlanıyordu:
‘‘Burada bir restorana gittik. Kiminle karşılaşayım? Selma Bezmen ve Canan Barlas Amerika'da bile karşımda değil mi? Bana bakıp bakıp bir şeyler konuşuyorlar. Sonunda Canan gelip, 'bak ben hâlâ Babıali'deyim, asıl sana güle güle' dedi. Nurcan Akad'a geçtiğim faks sana da gelecek. Orada, 'Ama sana güle güle' diye yazmıştım. O cümle, 'Asıl sana güle güle' olacak. Aynen böyle söyledi, doğrusunu sen yaz İsmet!’’
İğrenç olay kanımı dondurdu. Kanserle amansız mücadeleye giren Gülçin konuştukça sesi kulaklarımı çınlatıyordu. Mehmet ve Canan Barlas gözümün önüne geldi. İnsanlığın tükendiği yerde yüz hatları siliniyordu. Başıma ağrılar girdi. Ateşim çıktı. Yüzsüz hallerine bakarken midem bulandı.
Gergin gün biterken Gencay Gürün'ün sahneye koyduğu Sanat adlı oyun imdadıma yetişti. Yasmina Reza'nın eserini çeviren de Gencay Gürün'dü. Ve üç büyük oyuncu; Cihan Ünal, Can Gürzap ve Cüneyt Türel... Kendi eksenlerine bizi de alıp, hep birlikte bir beyaz tabloda buluşturdu. Üç ayrılmaz dost... Üç ayrı mizaç, üç kıskanç, üç inat. Kendilerini değil, sanki bizi sorguluyorlardı. O beyaz tablonun tonlarında, üç ayrı değerlendirme izlerken bizim entelleri ve buldumcuk delisi sonradan görmeleri gözledik. Ağız dalaşını kavgaya götüren yolda ise, bir çanak dolusu zeytinle yok edilen gerilim vardı. Bunda herkes, kendinden bir parça buldu. Müthiş eğlenceli ve akıcıydı.
Demirel Tunus'ta, Hikmet Çetin ABD'de olunca iki gün için Cumhurbaşkanı Vekili olan Uluç Gürkan ve eşine takıldık. Aile dostumuz Nazime'ye, ‘‘Sen şu anda First Lady'sin’’ dedim, gülüştük. Nazime utandı da. Emin Çölaşan'ın ‘‘Sayın Cumhurbaşkanımız, sizi şöyle alsak’’ esprisiyle dağıldı. Kurthan Fişek, saygı ifadesiyle ceket düğmelerini ilikliyordu. Sedat ve Canan Ergin en öndeydi. Basından Müşerref Hekimoğlu ve Sezai Bayar'ı gördüm. DTP'liler tam takımdı; Hüsamettin ve Dilek Cindoruk, İsmet Sezgin, Rıfat Serdaroğlu, Ayseli Göksoy ve Mahmut Yılbaş... DEPAR Genel Başkanı Gökhan Çapoğlu, DSP'li Tahir Köse ve Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Mehmet Ali İrtemçelik ile beyaz tabloda buluştuk. Gerilim huzura döndü.
Şimdi ayağa kalkın; Gencay Gürün ve o büyük oyuncuları alkışlayalım!
Paylaş