Paylaş
DSP Kurultayı'nın kapısından dönmek zorunda kaldım. Basının gireceği kapıyı, yurdun çeşitli yörelerinden getirilen ‘‘Yığma kalabalıklar’’ sarmış... İki sıralı demir parmaklık ve güvenlik güçlerinin ördüğü duvar da buna eklenince, bu yaştan sonra iş cambazlığa kalıyordu.
Bizim arkadaşlar başardı. Başta Sedat Ergin ve Yalçın Bayer olmak üzere, duvarın setine tırmandılar. Demir parmaklığa tutunarak kapıya eriştiler.
Ben de denedim. Ama gelen bir insan seliyle demirlere sıkıştım. Acıyla kıvranmaya başladım. Dizimin ağrısı dayanılmazdı. Sekerek ayrılırken DSP'li bir eski tanıdık yaklaştı. Bir zarf uzattı:
- Bakın, içeri bile giremedik İsmet Bey! Şunları okuyun da durumu görün!
* * *
Zarftan iki yazı çıktı. Biri, DSP milletvekili Süleyman Yağız'ın Takvim Gazetesi'ndeki yazısı... Başlık, ‘‘Siyasetin pişkinleri!’’
Bu kalemşör(!) bir kez de bana sataşmıştı. Şimdi Sema Pişkinsüt, Rıdvan Budak ve Uluç Gürkan'a saldırıyordu. Güya isim vermiyordu:
‘‘Bunlar hem seçilirken, seçildikleri sisteme kayıtsız şartsız teslim olurlar, hem de seçildikten sonra bu sistemi kıyasıya eleştirirler.’’
Yani, ‘‘Seçildin sus, salla başını ver oyunu! Lider işini bilir, kararı o verir’’ demek istiyordu. Aczmendi müridi gibi... Ve devam ediyordu:
‘‘Biri bireysel şov yapar, diğeri budaklı siyaset yapar, bir başkası da üç dönemdir Meclis'tedir. Altındaki kırmızı plaka çekildiği için partisinin en baş muhalifidir ve şu sıralar arkadaşlarını provoke etmekle meşguldür.’’
Öteki fotokopi ise, Sema Pişkinsüt imzasıyla, Takvim'deki yazıya verilen yanıttı. Başlık, ‘‘Siyasetin çiğleri! Mührü Süleyman'ın yağcıları!’’ idi.
Sema Pişkinsüt, ‘‘Mührü Süleyman'ın yağcıları hep yüreksiz ve soluksuz kalmaya mahkûmdurlar. Çünkü onlar, halkın ve aydınların değil ancak mührü Süleyman'ın gözüne girebilirler ve hiçbir zaman ses olamazlar’’ diyordu.
Ses olamasa da söz hakkına engel olunacağının habercisi oluyordu.
Pişkinsüt'e kurultayda söz hakkı verilmemesini halkımız ibretle izledi.
Ben, ekran başında buna isyan ettim. Ama daha vahimi yaşandı... DSP'li gençler(!) Sema Hanım'ın oğlunu tokatlıyordu. Yazıklar olsun!
1976'da Anıtkabir'de, İnönü'nün mezarı başında, Ecevit'in Köyişleri Bakanı Mustafa Ok yüksek sesle bağırmıştı, dün de ben haykırdım:
- Affet bizi Paşam!
Adını İsmet İnönü'den alan biri olmama rağmen, ömür boyu Ecevit'e destek verdim. Her zeminde savundum. Bu tokat, sanki benim yüzümde patladı:
- Affet bizi Paşam!
* * *
İnanılır gibi değildi. Ama Ecevit, kürsüden şunları da söyleyebildi:
- Biz gücümüzü hep halktan aldık. DSP önce solun, sonra Türkiye'nin birinci partisi oldu. Şimdi de tek başına iktidar olacaktır. Hedef budur.
Sayesinde ülke yanıyor. O neler söylüyor! İnsan dayanamıyor, patlıyor:
- Ecevit halkın içine girsin de, şu andaki gücünü görsün. Birinci parti olmak bir yana seçimde yüzde 10 barajı bile geçemez!
Ecevit, ‘‘dürüst lider’’ olarak nereye geldiğini görmüyor mu? Bu ülkede Aydın Boysan gibi, sözleri bal tadında, insanlar var.. Ne dedi Boysan?
‘‘Ecevit, bizim Çiçek Pasajı'ndaki entelektüel Cavit gibi... Cavit rakı içmez, ama içirir. Ecevit de yemez içmez, çevresine yedirip içiriyor!’’
Kurultaya gelenler içinde, DSP grubunda ve örgütlerde çok tanıdığım var.
Ama iyice eminim, bu Ecevit, yıllarca yanında olduğum Ecevit değil:
- Affet bizi Paşam!
Paylaş