Barış Saylak, halen devam etmekte olan projeleri şöyle anlatıyor:
1. Zeytinlerde Verimsizlik Sebeplerinin Tespiti ve Sorunların Giderilmesi Projesi: 3 milyon 450 bin TL bütçeli projemizle verim alınamayan zeytinliklerdeki sorunların tespiti için çalışıyoruz. 2021’de başlayan projeyle 3 yıl boyunca Milas, Yatağan, Menteşe ve Bodrum ilçelerinde zeytin için çalışacağız. 54 üreticimizle 455 dekar alanda sezon boyu zeytinlerin takibini yaparak, sorunlara çözüm önerileri geliştiriyoruz. Böylece 54 örnek bahçe oluşturmayı ve diğer üreticilere rehber olmayı hedefliyoruz. Devam eden proje kapsamında Milas ve Yatağan’da da 2 adet erken uyarı sistemi kurduk.
2. Muğla Çileği Projesi: Muğla Valiliği Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığı tarafından desteklenen proje, 7 etap boyunca devam etti. Son etapta 3 milyon 60 bin TL destekle 49 üretici daha üretime katıldı. Proje kapsamında yaklaşık 600 dekar üretim alanı kazandırılarak ilimizde üretim alanı iki katına çıkarak bin 10 dekar alana ulaştı ve 3 bin 507 ton çilek üretimi yapıldı.
3. 1963’ten Günümüze Ata Tohumları Toprakla Buluştu: Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde geliştirilen ata tohumlarından 1,5 milyon fideyi kırsalda, 50 bin adet fideyi de kentlerde özellikle okullarda bahçe ve balkonlarda toprakla buluşturduk.
4. Hastalıktan Ari İşletme Projesi: Muğla Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı tarafından 423 bin TL’yle desteklenen projeyle 13 ilçedeki hayvancılık işletmelerini hedef aldık. Büyükbaş hayvancılıkta 9 adet ari işletmeye sahip ilimiz 2021’de 87’ye, 2022’de ise 154 işletmeye ulaşarak Türkiye sıralamasında birinciliğe yükseldi.
5. Buzağı Kalkanı Projesi: “Anneleri Aşılayalım Buzağıları Yaşatalım” sloganıyla yürüttüğümüz proje, 2022’de Muğla Valiliği Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığı tarafından sağlanan 2 Milyon 350 bin TL destekle başladık. İlimiz genelinde 87 ücretsiz aşılama programıyla doğum sonrası buzağı ishallerinin önüne geçmeyi ve sağlıklı hayvan yetiştirmeyi hedefliyoruz.
6. Kadın Dayanışması İle Koyun Yetiştiriciliği Projesi: Kadın dayanışmasını önemsiyor kadınların gücüyle kırsal kalkınmayı hedefliyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 18 milyon 742 bin 500 TL destekleri ve yetiştiricinin 3 milyon 307 bin 500 TL katkısıyla örnek projeye başladık. Beş yılda tamamlanması hedeflenen projenin ilk iki etabında toplam 400 kadın yetiştiricimize 4 bin dişi ve 162 erkek hayvanın dağıtımını gerçekleştirdik.
“Geleceğimiz İçin Tohum” temasıyla iki tam gün süren çalıştay doğrusu dolu dolu geçti. Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Vahit Kirişci ve bakanlığın üst düzey yöneticilerinin katılımı, etkinliğin önemini daha da artırmış oldu. Türkiye, tohumculukta son 50 yıl içinde önemli mesafeler almış bir ülke... Nitekim TSÜAB Yönetim Kurulu Başkanı Yıldıray Gençer de bu olguyu yaptığı açılış konuşmasında paylaştığı veriler ile ortaya koydu. “Çalıştayın başarıyla tamamlanmasından büyük memnuniyet duyuyoruz” diyen Yıldıray Gençer ile birlikte etkinliği değerlendirdik.
TOHUMCULUK SEKTÖRÜ BÜYÜYOR
Gençer, “Amacımız, bitkisel üretimin altın anahtarı olan tohumu üretip, toprakla buluşturmak olan tohum sanayicileri ve üreticilerinin buluşmasıydı. Bu yüzden TSÜAB ailemiz ve sektör paydaşlarımızı ‘Geleceğimiz için Tohum’ ana temalı Çalıştayımızda bir araya getirmek istedik. Geçmişten günümüze tohumculuk sektörünün katettiği mesafeyi özetleyen bir filmle, destek ve teşvikler devam ederse, bu ivmeyi gelecekte nerelere taşıyabileceğimizi kısaca aktarmak istedik. 1980’li yılların ikinci yarısında dünyadaki yeni çeşitlere ve tekniklere ulaşabilen özel sektör tohumcuları, 2004 yılında çıkarılan 5042 sayılı Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun ve 2006 yılında çıkarılan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ile yasal altyapısını da tamamlamış oldu. Tohumculuk Kanunu ile 2008 yılında Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) ve aralarında TSÜAB’ın da bulunduğu 7 alt birliğimizin kurulması, ülkemizde kanunla örgütlenmiş bir tohumculuk özel sektörünü de ortaya çıkardı. Tohum firmalarımızın büyük çabası, Tarım ve Orman Bakanlığımızın 2005 yılında sertifikalı tohum kullanan çiftçilerimizin, 2008 yılında da sertifikalı tohumluk üreten TSÜAB üyelerimizin desteklenmesi ile Türkiye tohumculuk sektörü önlenemez bir ivmeyle büyümesini sürdürüyor” diyor.
TOHUMCULUK DIŞ TİCARETİ
“Kendi tohumunu üretebiliyor olmak en az kendi savunma sistemlerine sahip olmak kadar ciddi bir konu” diyen Gençer, “Biz Türkiye tohumculuk sektörünün temsilcileri olarak bugün artık kendi coğrafyamıza ait ürünlerde yüzde 100, diğer ürünlerde de yüzde 90’ın üzerinde kendi tohumlarımızı üretebilir hale geldik. Birliğimizin kuruluşunu esas alırsak, son 15 yılda sertifikalı tohumluk üretimini yüzde 800 oranında artırarak 1 milyon 325 bin tona ulaştırdık. Üretimin yüzde 90’ı ise özel sektör paydaşlarımızın alın ve akıl teriyle gerçekleşiyor. Tabii sertifikalı tohum üretimindeki başarımız, dış ticaretimize de yansıdı. Öyle ki geçtiğimiz yıl ithalat ile ihracat arasındaki daralttığımız makası ilk kez bu yılın ilk 8 ayında ihracat lehine açtık. 2022’nin ilk 8 ayında ihracat, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 9 artarak 138 milyon dolara, ithalat da yüzde 25 azalarak 127 milyon dolara geriledi. Düşünebiliyor musunuz, bugün ihracatçımızın sayesinde 132 ülkede Türk tohumları ekiliyor! Bu, TSÜAB üyelerimizin ve desteklerini esirgemeyen Bakanlığımızın ortak başarısıdır. Ayrıca üyelerimizin yeni pazarlar bularak ihracat kapasitelerini artırmaları amacıyla 2011 yılından itibaren Sektörel Dış Ticaret Heyeti Programı’nı, 2012 yılından itibaren de kısa adı URGE olan Uluslararası Rekabetçiliğin Geliştirilmesinin Desteklenmesi Projesi’ni yürütüyoruz. Bu programların ihracatımıza katkısı yadsınamaz büyüklükte. Yine dış ticaretimizi geliştirme faaliyetleri çerçevesinde ülkemiz ile birlikte gönül coğrafyamızda yer alan ‘Pakistan, İran, Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Afganistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın üyesi olduğu Ekonomik İşbirliği Ülkeleri Tohumcular Birliği’nin (ECOSA) faaliyetlerine hız verdik. ECOSA olarak 2023 yılının Mart ayında Bakü’de 8. ECOSA Ticaret Kongresi’ni gerçekleştireceğiz” şeklinde konuşuyor.
BİLGİ KİRLİLİĞİ
Gençer, çok güncel ve ilginç bir konunun da altını çiziyor: “Ülkemizde herkesin çok iyi bildiği iki husus var. Biri futbol biri de tarım. Ve özellikle tohum, sektörümüz ile ilgili şehir efsanelerinin baş kahramanı... Ne yazık ki halkımıza tohumu, uzmanlığı ve akademik unvanı tarım alanında olmayan kişiler anlatıyor. Düzenlediğimiz basın toplantılarında, çalıştaylarda ve bulunduğumuz her platformda bu yanlış anlatımı ve bilgi kirliliğini düzeltmek için çabalıyoruz. Aslında, çiftçimizin tohumla ilgili bir sorunu yok. Çiftçimiz zaten ürettiğimiz kaliteli ve verimli sertifikalı tohumları tercih ediyor. Buradan halkımıza şöyle seslenmek istiyorum; yanlış bilgilendirmelere itibar etmeyin. Yıllar süren çalışmalar sonrasında elde ettiğimiz başarı artık takdir edilmeli ve halkımız ürettiğimiz tohumlara güvenmeli. Kamuoyundaki bilgi kirliliği sonucunda insanlar sağlıklı beslenemiyor, sofrasına gelen meyve ve sebzeye endişeyle bakıyor. Böyle olunca da sektörümüz ve alın terini toprağa döken, ekmeğini topraktan kazanan fedakâr çiftçilerimiz zarar görüyor. Burada açıkça söylüyorum, biz ürettiğimiz tohumların arkasındayız.”
SUYA GÖRE TARIM VE TOHUM
Geçtiğimiz günlerde Ödemiş Belediyesi Kültür Merkezi’nde geniş katılımlı bir toplantıyla İTG, Türkiye’ye önemli bir çağrıda bulundu. Türk tarım ve gıda sektöründe sorunları hepimiz biliyoruz. Ancak yapılması gereken, “Böyle gelmiş, böyle gitmez” demek!
Bu alanda radikal çözüm önerilerini konuşmanın ve köklü uygulamaların çoktan zamanı geldi. Nitekim, Ödemiş Belediye Başkanı Mehmet Eriş’in destekleriyle gerçekleşen iki oturumlu “Küçük Menderes Havzasında Tarım ve Suyun Geleceği” başlıklı toplantıda çok farklı söylemler dile getirildi. Çünkü bir yandan havzada ürün deseninde yaşanan sorunlar ve her geçen gün artan kuraklık ve susuzluk tehlikesi karşısında acil eylem planlarının hayata geçirilmesi bundan böyle en öncelikli konu haline gelmiş durumda.
UZMAN İSİMLERDEN ÖNEMLİ MESAJLAR
Şimdi somut örneklere geçelim; İzmir İli Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği ve Ödemiş Ziraat Odası Başkanı Ahmet Kocaağa, bölgede Beydağ Barajı başta olmak üzere sulama için yapılan yatırımların hedefine ulaşabilmesi için daha zengin su havzalarından Küçük Menderes’e su aktarılması önerisini sundu. Büyük Menderes Nehri’nde kışın akan fazla suyun Beydağ Barajı’na taşınması, Bozdağlar ve Aydın Dağları’ndan denize ve farklı nehirlere karışan suların barajlara aktarılması gibi önerilerde bulunan Kocaağa, bu konuda siyasi ayrım gözetmeksizin kamuoyu oluşturulabileceğini söyledi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Dr. Hakan Çakıcı da sulu tarım alanlarının gıda üretimindeki payına dikkat çekerek, “Hem bir su krizi yaşıyoruz, hem de sulu tarım arazilerini artırmak zorundayız. Bunları göz önüne alarak geleceği planlamak zorundayız” dedi. Tarım ve suyun geleceğinin yaklaşan zor dönem öncesi Ödemiş’te masaya yatırılmasının son derece önemli olduğunu ifade eden TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İzmir Şube Başkanı Elvin Sönmez Güler, “Havzamızdaki verimliliğin eskisi gibi artması için atılacak adımlara, bölgede hızla gelişen ve en önemlisi oksijen üretimini sağlayan süs bitkileri sektörü olarak tam destek veriyoruz” ifadesinde bulundu.
TARIMDA SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK VURGUSU
Genel tanımıyla 6 ilçeyi içeren havzaya tarımsal etki alanı bakımından Menderes, Torbalı ve hatta Selçuk ilçelerini de eklemek mümkün. Havzanın gerçekten büyük bir tarımsal potansiyeli var. Uzmanlar, bu yönüyle Küçük Menderes Havzası’nın dünyanın en önemli tarımsal üretim merkezlerinden biri olduğunun altını çiziyor. Ürün çeşitliliği bakımından ne yok ki diyebilirsiniz, çünkü her şey yetiştirilebiliyor! Ancak havza son yıllarda yeni tartışmaların da merkezi olmaya başladı. Bölgeyi iyi bilen tarım uzmanları, “Böyle gelmiş, böyle gitmez” diyor. Neden mi? Çünkü artık alarm çanları çalıyor! Bir yandan tarımsal ürün deseni, diğer yandan da kuraklık ve su kaynaklarında ortaya çıkan sorunlar tehlike sinyalleri veriyor.
GÜNDEM ÜRÜN DESENİ
Bu çerçevede şimdi sizlere bir haberim var. Bölgedeki tarım ve gıda sektörü bakımından büyük risk taşıyan söz konusu durumun farkındalığı içinde olan İzmir Tarım Grubu (İTG), bugün Ödemiş’te stratejik bir etkinlik düzenliyor. Ödemiş Belediyesi ile birlikte düzenlenecek etkinlik iki oturumdan oluşuyor. “Küçük Menderes Havzasında Tarım ve Suyun Geleceği” başlıklı panelde önemli konuşmacılar yer alacak. Ancak burada beklenen sonuç şu: Havzanın ürün deseni tartışmaya açılacak, sulama sorunlarıyla birlikte kuraklığın bölge tarımı üzerinde nasıl bir etki yaratacağı hususu ele alınacak. Hemen somut bir örnek vereyim. Türkiye’de en fazla süt Ödemiş’te ve dolayısıyla Küçük Menderes Havzası’nda üretiliyor. Peki, bu sürdürülebilir bir durum mu? Silajlık mısır üretiminde son yıllarda görülen büyük artış, bölgenin su kaynaklarına ne ölçüde zarar veriyor? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz.
ÇÖZÜMÜ DE KONUŞALIM
İzmir Tarım Grubu (İTG), kendi içinde Dr. Hüseyin Akdemir, Ferdan Çiftçi, Ahmet Tomar, Bülent Oray, İsmail Uğural ve İrfan Akça’dan oluşan bir çalışma grubu kurarak panel hazırlıklarına başladı. Ödemiş Belediye Başkanı Mehmet Eriş’in de büyük destekleriyle etkinliğin ciddi ilgi görmesi bekleniyor. Çünkü iki oturumlu panelde yeni şeyler söylenecek ve radikal söylemler dile getirilecek. Diliyorum ki bölge çiftçisi de kendi açısından hayati önem taşıyan sorunların gerek bugün, gerekse yarın için hangi sonuçlara yol açabileceğini görme ve anlama imkanı bulur. Sorun büyük, bunu iyi görmeliyiz.
***
Ömer
İzmir ise Türkiye’de organik tarımın doğduğu bölge. İlk organik tarım ürününün 1984 yılında İzmir’den ihraç edilmiş olmasının bu alanda özel bir anlamı var. İl genelinde organik tarım işleyen 252 işletmesi bulunuyor. İzmir’de 2 bin 250 üretici yaklaşık 200 bin dönüm alanda 145 çeşit organik ürün yetiştiriyor. Türkiye’de 30 yıl önce daha çok kuru meyve sektörü ile başlayan organik üretim bugün artık çok farklı sektörlerde üretim yapar konuma geldi. Ülkemizin yıllık 500 milyon dolar organik ihracatı var. Sektörün hedefi organik sektör ihracatını 1 milyar dolara çıkarmak...
ETO’YU TANIYALIM
Bugün sizlere hem Türk organik sektörünü daha geniş ölçüde tanıtmak hem de sektörün çatı organizasyonu olarak 30 yıldır başarıyla faaliyetlerini yürüten Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) hakkında bilgi vermek istiyorum. Bu çerçevede ETO’nun yönetim kurulu başkanı Prof. Dr. Uygun Aksoy ile Hürriyet Ege’de bir araya geldik. Prof. Dr. Aksoy, özellikle kuru meyve sektöründe dünyaca tanınan bir uzman. ETO’nun misyonunu Dr. Aksoy, şöyle tanımlıyor: “ETO Derneği, Türkiye’de ekolojik (=organik, biyolojik) tarımın tek çatı altında hızlı ve sağlıklı gelişimini sağlamak amacıyla üretici, tüketici, işleyici, tüccar, sertifikasyon kuruluşları çalışanları, araştırıcı ve teknik elemanların katılımıyla 1992 yılında İzmir’de kurulmuş bir şemsiye organizasyondur. Derneğimiz günümüze dek ekolojik tarımın farklı alanlarında çok sayıda seminer, konferans, sempozyum, panel ve eğitim programı düzenlemiş, eğitim materyalleri hazırlamış, böylece kapasite geliştirmeye önemli katkı sağlamış, özellikle hassas alanlarda ekolojik tarımın benimsenmesine yönelik birçok ulusal ve uluslararası proje yürütmüş veya proje ortağı olarak görev almış, kamuoyunu bilgilendirme amacıyla çok sayıda etkinlik ve fuarlara katılmıştır.”
EĞİTİM VE BİLGİ
Dr. Aksoy’a göre ETO, gerek Türkiye’de gerekse dış bağlantılarında hedeflerine büyük ölçüde ulaşmış durumda. Dr. Aksoy, “ETO organik sektörün çözüm kapısı gibi görev yapmaya başladı. Kurulduğumuz tarihten yani 30 yıldan beri hem ulusal hem de kırsal düzeyde tüm faaliyetleri izliyoruz. Bu bizim güçlü yönlerimizden biri. Sektöre yeni bir bakış açısı getirdik. Yaptığımız çalışmalar ile çoğunluğu Tarım Bakanlığı mensubu ve genç mezunlar olmak üzere iki binden fazla mühendis ve uzmana eğitim verdik. Yanı sıra dış ülkelerden gelen uzmanlara da eğitim programları düzenliyoruz. Bizler için en büyük hazine bilgi, sürekli genişleyen bilgi. Projelerimizin tamamı bu olguya dayalı biçimde ele alınmakta” diyor.
KURUMLAR ARASI İLİŞKİ
Dr. Aksoy, önümüzdeki yıllar için “Yenileyici Tarım” (Regenerative Agriculture) kavram ve uygulamalarının öneminin altını çizerken, bir yandan da “Green Washing” (Yeşil Yıkama - Aklama) olgusuna dikkat çekiyor. ETO’nun daha çok ağırlık vermesi gereken konular da şöyle ifade ediliyor: “Çiftçiler ve gençlerle daha fazla ilişki kurmak; uluslararası ilişkiler ile birlikte tüketici bilincinin gelişmesine katkı yapmak.” Derneğin güçlü yönlerinden birisi de kurumlar arası işbirliğinin gelişmiş olması. Dr. Aksoy, bu hususta somut bir örnek olarak, Türkiye Organik Tarım Ağı’nı (TORA) gösteriyor. Ayrıca Ege İhracatçı Birlikleri’yle yakın ve etkin bir ilişki sürdürdüklerini vurguluyor.
ORGANİK ÜRÜN SERTİFİKALIDIR
TÜRKİYE’NİN ÜRETİM MERKEZİ
Türkiye’nin en çok süt üreten ilçesi Ödemiş’in Belediye Başkanı Mehmet Eriş, çiğ sütün üreticiden alım fiyatının maliyetleri karşılamaya bile yetmediğini belirterek, son günlerde artan süt ineği kesimlerine dikkat çekiyor. Eriş, “Çocuklarımız için değerli olan sütümüz üreticiden alınırken de değerini bulsun. İneklerimiz kesilmesin” derken, süt üreticileri ile buluştuğu süt kahvaltısında, çiğ sütteki fiyat krizine ve son dönemde artan süt ineği kesimlerine önemle vurgu yapıyor. Eriş, günlük 2 bin 200 tonu aşan üretimiyle Türkiye’nin süt üretim merkezi olan Ödemiş ile birlikte yurdun pek çok yerinde üreticinin zarar etmesi sonucu süt ineklerinin kesime gitmesinin altını çiziyor.
ÜRETİCİNİN EMEĞİNİN KARŞILIĞI
“Kesilen aslında sadece süt ineklerimiz değil aynı zamanda geleceğimiz” diyen Eriş, “Sütümüz çok değerli, neredeyse bir parmak kaymak bağlıyor. Ama 1,5 milyon ineğimiz kesime gitmiş. Bu aynı zamanda hayvancılığımızın geleceğinin de kesilmesi demek. Bunun önlenmesi sütün fiyatının giderini karşılaması ile olur. Giderin ve üreticinin emeğinin karşılığını alınmasıyla olur. Geçmişte 90 kuruş süt 1 lira yoğurt olabiliyordu. Yoğurdun ucuzluğunun değil sütün ederinin de yerinde olduğunun bir göstergesiydi. Biz en azından 1 kilo süt ile 1,5 kilo yem alabilme paritesine kavuşulması gerektiğini ifade ediyoruz” şeklinde konuşuyor.
FİYATI ARTIRMAYIN, SÜBVANSE EDİN
Diğer yandan, geçtiğimiz günlerde çatısı altında bulunan 44 kooperatifle bir araya gelen Köy Koop İzmir Birliği Başkanı Neptün Soyer de “Süt maliyetlerinin artması fakat fiyatının sürekli yerinde saymasına karşılık şöyle bir öneri getiriyoruz. Yükselen enflasyon koşullarında artan girdi maliyetleriyle süt fiyatı 10 lira 50 kuruştan az olamaz. Dolayısıyla, fiyatı artırmayın, 7.50’de kalsın fakat aradaki 3 lirayı devlet sübvanse etsin. Başka çaresi yok. Bizim parolamız belli. ‘Toprak boşta, çiftçi borçta kalmasın’. Ne var ki 2022 Mayıs ve Ekim ayları arasındaki maliyet artışları ortada. Bir litre motorin pompa fiyatı yüzde 16 artmış. DAP gübre 1 çuval fiyatı yüzde 26.67, ticarethanenin 1 kilovat elektrik fiyatı yüzde 40’lara varmış. Türkiye’de enflasyon mayıs-ekim döneminde neredeyse yüzde 14 artmış ama 1 litre süt fiyatında hiçbir artış yok. İzmir’den hükümet yetkililerine sesleniyoruz. Bırakın fiyat 7.50’de kalsın ama aradaki farkı karşılayın ve çiftçinin eline 10.50 lira geçmesini sağlayın” açıklamasını yapıyor. Sonuç olarak, süt hayvancılığında sorunlar ağırlaşırken, bu durum kaçınılmaz biçimde kırmızı et sektörünü de etkilemeye devam ediyor.
***
Ege İhracatçı Birlikleri (EİB) organizatörlüğündeki genel kurulda, ürün raporları sunumlarının yanı sıra dünyadaki gelişmeler ele alınacak. Avrupa Baharat Birliği, baharat sektörünün işleme, pazarlama, dağıtım olmak üzere her aşamasındaki gelişmeleri yakından takip eden, bu anlamda Avrupa Birliği Komisyonu’yla yakın temas halinde olan, baharatlarla ilgili alınan kararlarda etkin rol alan bir kuruluş. ESA’nın yürüttüğü projeler ve yaptığı çalışmalar, tüm dünyadaki sektörle ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından yakından izleniyor. ESA’ya Ege Mobilya, Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği ile Ege Hububat, Bakliyat, Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği’nin üyeliği bulunuyor. Türkiye, ESA üyeleri arasında üretici olma özelliğiyle farklılık arz ederken, üyelerin büyük bölümünü baharat ihracatçıları oluşturuyor. Şimdi bu genel bilgilerden sonra gelelim konumuza...
GÜNDEM ÇOK YOĞUN
Tarım ve gıda sektörünün Hürriyet Ege toplantıları çerçevesinde, Ege Hububat, Bakliyat, Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Muhammet Öztürk ve Ege Mobilya, Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Başkan Yardımcısı Nurettin Tarakçıoğlu ile bir araya geldik. Asıl gündem maddemiz olan ESA’nın genel kurulunu ve baharat sektörünü tartıştık. Muhammet Öztürk’e göre, böyle etkinlikler Türkiye’nin tanıtımı açısından çok yararlı oluyor. Çünkü, Türkiye bu ve benzeri etkinlikleri düzenlemede bir hayli başarılı. Her iki sektör temsilcisi de Bodrum toplantısı için çok iyi bir hazırlık döneminin yürütüldüğünü söylerken, Öztürk şu bilgileri veriyor: “Genel kurul oturumları ve ürün raporları sunumlarının yanı sıra, dünyadaki gelişmeler ve sektöre yönelik gündemler ile belirlenen konuşma başlıklarında Prof. Dr. Özgür Demirtaş Enflasyon, Paola Patruno Avrupa Birliği ile ilişki kurmada ipuçları, Tim Gumbel Baharat İthalatında Avrupa Birliği Regülasyonları başlıklarında sunumlar gerçekleştirecek. Bodrum Kalesi ve yeraltı müzesi turu, ebru workshop’ı, Türk yemek atölyesi ve daha birçok etkinlik planlamış bulunuyoruz.”
TÜRKİYE ÖNEMLİ OYUNCU
Türkiye’nin 2001 yılından beri üye olduğu ESA’nın yönetim kuruluna seçilen ilk Türk ihracatçısı olarak geçtiğimiz yıllarda ESA Yönetim Kurulu Üyeliği görevini yürüten Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Nurettin Tarakçıoğlu, “Dünyanın baharatçılarını Türkiye’ye getiriyoruz” diyerek söze başlıyor. Tarakçıoğlu, “Avrupa Baharat Birliği’nin (ESA) 2010 yılı olağan genel kurulu, EİB ev sahipliğinde Kuşadası’nda gerçekleştirilmişti. Genel Kurul için belirlenen ‘It’s spice it up again’ mottomuzdan da anlaşılacağı gibi 12 yıl sonra tekrardan ülkemizde EİB ev sahipliğinde tam da pandemi sonrasında bir araya gelerek, tarihi Baharat Yolu’nu yeniden canlandırıyoruz. Bu etkinlik Türk baharat sektörünün kendisini dünya devlerine tanıtabilmesi açısından son derece önemli bir fırsat. Baharat ihracatımızın yaklaşık yüzde 30’unu Avrupa kıtasına yapıyoruz. ESA’da Türkiye baharat sektöründe dünyada önemli bir aktör olarak temsil edilmeye başlandı” diyor.
BAHARATTA MERKEZ EGE
Tarakçıoğlu, özellikle Ege Bölgesi’nin Türkiye’nin baharat ihracatının merkez üssü olduğunu, Türkiye’nin baharat ihracatının yüzde 62’sini Egeli ihracatçıların başardığını vurguluyor, “2021 yılında Türkiye’nin baharat ihracatı yüzde 5 artışla 212 milyon dolar, Ege’nin ise yüzde 3 artışla 132 milyon dolar olarak gerçekleşti. 2022 Ocak-Ağustos döneminde ise ülkemizin baharat ihracatı 132 milyon dolara ulaştı. Ege Bölgesi’nden aynı dönemde 82 milyon dolarlık baharat ihracatı yapıldı. Türkiye ortalaması kg başına birim fiyat 1,38 dolar iken, Ege Bölgesi’nin kilogram başına birim fiyat ortalaması 3,15 dolar. Neredeyse arada 2,5 katı fark var. Ürünümüzün değerinde ihraç edilmesi, ederini bulması bizim için önemli. ESA 2022 yılı Olağan Genel Kurulunda başarılı bir sınav vermek için aylardır çalışıyoruz” diyor.
HEDEF 1 MİLYAR DOLAR
İZMİRLİ ÇİFTÇİ ÇOK BİLİNÇLİ
İl Tarım ve Orman Müdürü Mustafa Özen, tarımın özellikle pandemi döneminde gerek dünya gerekse ülke genelinde stratejik bir sektör olarak tanımlandığını ifade ederek, tüm paydaşların tarımı artık gelecek gibi görmeye başlamasına dikkat çekiyor. İzmir’de üreticilerin bilinçli olduğunu kaydeden Özen, ilin tarımsal üretim açısından çok sayıda avantaja sahip olduğunu vurguluyor. Özen, “Bizim yaptığımız eğitim toplantılarına katılım yoğun, üreticilerimizin projelerimize ilgileri fazla. Yeniliklere çok açıklar. Kadın üreticilerimiz oldukça hevesli. Bu durum, başarısızlığın mazeretini ortadan kaldırıyor. Üretim alanında ve miktarında, çiftçi sayısında, desteklemelerde, eğitimlerde ve sahaya hakim olma konularında bir sorunumuz yok. Ancak tarımın geleceğini garanti altına almak için toprak ve suya sahip çıkmalıyız. Tarımı bu sayede büyüterek ayakta tutabiliriz. Aslında İzmir’de bu alanda da çok şanslıyız. Çünkü meslek odaları, borsamız ve ihracatçı birliklerimiz çok destek veriyor. Yerel yönetimlerin de yine bu alanda ciddi çalışmaları var” diyor.
TOPRAK VARSA TARIM VAR
Şehir planlaması yapılırken İzmir Tarım ve Orman Müdürlüğü ile istişare yapılması gerektiğinin altını çizen Özen, şehri büyütürken tarımsal alanların dikkate alınmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Özen, “Tarım arazilerinin dışında beraber planlama yapalım. Toprak varsa tarım var. Su ve toprak kısıtı olan yerlerde topraksız tarım uygulamaları yapılıyor. Elbette önemli bir seçenek ama yatırım maliyetleri çok yüksek. İzmir’de taş dikersen yeşeren bir toprak var. Gerçekten de İzmir coğrafi açıdan büyük avantajlara sahip, dağları bile bereketli. Birçok bölgede üç ürün alıyoruz” diye konuşuyor.
BASINÇLI SULAMAYA DESTEK
Dünyada susuzluk sorununun giderek büyüdüğünü ifade eden Özen, İzmir’deki barajlarda doluluk oranlarının yağışlara bağlı dönemsel olarak arttığını kaydediyor. Buna rağmen yine de susuzluk sorununun hep gündemde olduğunu belirten Özen, şöyle devam ediyor: “Barajlar ne kadar dolu olursa olsun bu su miktarı üretim sezonu boyunca yetmeyebiliyor. Sulama sistemlerini kesinlikle değiştirmeliyiz. Salma sulama sistemini uygulama lüksümüz yok. Destekleme modelleri ve eğitimler ile çiftçileri basınçlı sulama sistemine teşvik ediyoruz. Her yıl ilk 2 ay 60 günlük süreyle ilana çıkıyoruz. 1 milyon liraya mal olan projenin yüzde 50’sini hibe veriyoruz. Çiftçiler su yokluğunu henüz çok fazla hissetmiyor. Fakat bir süre sonra bunu hissettiklerinde basınçlı sulama sistemlerine geçmeleri mutlaka gerekecek. Bu durumda var olan suyun ömrünü uzatabilmek büyük önem kazanıyor. Çiftçilerimiz bir an önce bu sisteme geçmeli. Söz gelimi, pamukta denemeler yaptık. Başarılı olduk. Basınçlı sulama sisteminin il geneline yayılmasını şart görüyoruz. Toprak ve suya sahip çıkarsak İzmir’de tarımın geleceği açısından hiçbir sorun yok. Ürünlerin pazarlanmasında da sıkıntımız yok. Girdi maliyetleri yüksek olsa da üreticiler kazanıyor.”