TÜRKİYE’nin çok özgün bir yargı sistemi var. Başka demokratik ülkelerin sistemlerinden oldukça farklı. Ergenekon davasını alın. Savcının iddianamesi, silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, cebir ve şiddetle hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs gibi ağır suçlamalar ihtiva etmektedir. Ancak 2500 sayfalık iddianamenin içinde davayla uzaktan yakından ilgili olmayan özel telefon konuşmaları da yer alıyor.
Bu kadar karmaşık ve uzun bir iddianamenin okunması ve irdelenmesi kim bilir ne kadar sürecek? Kaldı ki söz konusu olan daha birinci iddianame, bir kısmı tutuklu olan ikinci bir parti sanık için yeni bir iddianame düzenlenecek.
Ya tutuklulardan bir kısmı dava sonunda beraat ederlerse ne olacak? Çektikleri maddi ve manevi ıstırap nasıl tamir edilecek? Yargı sistemimizin garipliklerinin bir örneği de Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması davası için hazırladığı iddianamedir.
Bunda, gazetelerden ve internet sitelerinden derlenen kanıtların orijinal metinlerinden farklı olduğu şimdi ortaya çıktı. Metinlerde böyle değişiklikler yapılması, Türkiye’nin politik istikrarını etkileyecek nitelikte bir davanın önemi ve ciddiyeti ile ne kadar bağdaşır?
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin türban ve AKP’yi kapatma davalarında aldığı kararlar ve bu kararların gerekçeleri ise yargı sistemimizde de çok daha geniş boyutlu sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu göstermekten geri kalmıyor. Türbana üniversitelerde izin veren Anayasa değişikliğine karşı CHP’nin açtığı davada Anayasa Mahkemesi’nin aldığı iptal kararının Anayasa’ya uygunluğu çok tartışılmıştı.
Bizzat Mahkeme Raportörü’nün görüşünde belirttiği gibi, Mahkeme Anayasa değişikliklerini ancak şekil bakımından denetleyebilir, esastan denetleyemez, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri bu çerçevede dermeyan edilemezdi. Mahkeme buna rağmen iptale karar verdi.
Bu karar her ne kadar politik bir krizi önlemek gibi bir işlevi yerine getirdiyse de hukuka aykırılığında tereddüt olamazdı. Birkaç gün önce açıklanan karar gerekçesi ise Türkiye’nin anayasal sistemi hakkında daha da endişe verici bir tutum yansıtmaktadır; çünkü bu gerekçe normal demokratik süreçle seçilen yasama meclislerinin yeni bir anayasa kabul etmek veya mevcut anayasayı değiştirmek hakkını neredeyse tanımıyor.
Kurucu iktidarın halk ve onun seçtiği parlamento olduğu kavramını kabule yanaşmıyor. Mahkemenin kurucu iktidar tanımı şöyle: "Ülkenin siyasal rejiminde çeşitli etkenlere dayalı olarak ortaya çıkan kesintilerin ürettiği ve ortaya çıkış biçimi itibarıyla hukuksal çerçeve dışında kalan irade."
Profesör Ergun Özbudun bu tanımlamadan hareketle, Zaman Gazetesi’nde 23 Ekim’de yayımlanan makalesinde, "Bundan çıkan anlam, tümüyle yeni bir anayasanın, ancak ihtilal, darbe, iç savaş gibi kesintilerin ürünü olabileceği gibi, akıl ve mantığın kabul edemeyeceği bir anlamdır" demekten kendini alamamış.
Ne gariptir ki CHP de Anayasa Mahkemesi’nin kurucu iktidar teorisine katılırken, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren bile 1982 Anayasası’nın o zamanın koşullarına göre hazırlandığını, fakat parlamentonun mevcut Anayasa’yı değiştirebileceğini daima söyledi.
Bizde kraldan fazla kral taraftarı çok. Askeri müdahalelerin çığırından çıkmasında onların rolü az mıydı?
* * *
AKP’yi kapatma davasındaki kararı hakkında Anayasa Mahkemesi’nin gerekçesi de çelişkilerle dolu. AKP’ye kapatma yaptırımının uygulanmamasının nedeni, AKP’nin AB politikalarıymış!
Bu politikaların Anayasa Mahkemesi tarafından desteklenmesi kuşkusuz sevindirici. Fakat Anayasa Mahkemesi, o zaman, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadının önceliğini tanıyan Anayasa hükmünü kararlarında niye göz önünde bulundurmuyor?
Bugünkü hukuki ve politik kilitlenmeden kurtulmanın tek çaresinin yeni bir Anayasa olduğunu ileri sürenler haklıdır. Ancak Anayasa Mahkemesi, artık Anayasa’nın kısmen veya tamamen değiştirilmesinde tam bir veto hakkına sahip çıkıyor. Bu engel nasıl aşılır?