KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talát ile Güney Kıbrıs Başkanı Dimitris Hristofyas’ın 25 Temmuz’da yaptıkları toplantının ardından iki taraf arasında kapsamlı çözüm müzakerelerinin 3 Eylül’de başlayacağı açıklandı. İki liderin mart ayında başlattıkları istifşafi görüşmelerin nihayet bu aşamaya ulaşması kuşkusuz ihtiyatlı bir iyimserlik nedenidir.
Diğer taraftan daha önce kurulmuş olan komiteler Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında özellikle çevrenin korunması, su tasarrufu, deniz kirliliğinin önlenmesi gibi alanlarda çözümü beklemeden başlayacak bir işbirliği çerçevesi çizmişlerdir. Bugün artık Kıbrıs’ta fiziksel olduğu kadar zihinsel duvar bir hayli delinmiştir.
Gelin görün ki bütün bu gelişmeleri olabileceği kadar menfi bir açıdan görmekte ısrar edenler az değildir."Kıbrıs elden gidiyor", "Kıbrıs Girit olmasın" nakaratı hiç durmuyor.
* * *
Girit-Kıbrıs kıyaslaması kadar tarihi gerçeklere aykırı bir kıyaslama zor bulunur. Girit’i ne zaman kaybettik? Fiilen 1898’de. O tarihte Osmanlı kuvvetleri çekildi, adaya uluslararası bir güç gönderildi ve bir Yunanlı valiliğe atandı. Balkan savaşlarını takiben toplanan Londra Konferansı’nda da adanın egemenliği, Osmanlı egemenliğinde bulunan diğer Ege adaları ile birlikte Yunanistan’a geçti.
İddia edildiği gibi 1898’de Girit’te asker bulundurabilseydik, Balkan savaşlarındaki hezimete rağmen adayı muhafaza edebilir miydik? Türkiye için çok daha önemli olan Makedonya’yı bile kaybetmedik mi? Varsayalım ki Balkan savaşları sonunda dahi Girit Osmanlı egemenliğinde kalmıştı. İttihat ve Terakki’nin sorumsuzluk ve çılgınlığının bizi sürüklediği Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgiye rağmen de mi Girit üzerindeki egemenliğimizi koruyabilecektik? Hayal gücünü geriye işletmekte fayda yok.
* * *
Geçmişe bakacak olursak başka türlü senaryolar da kurabiliriz. 1878’de Kıbrıs’ın yönetimi İngiltere’ye bir şart altında devredilmişti. Doğu Anadolu’daki Rus işgali sona erince yönetim bize iade edilecekti. Şayet Birinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsaydık, Bolşevik ihtilali yüzünden Rus Kuvvetleri Doğu Anadolu’dan çekilince hukuken Kıbrıs’ın iadesini İngiltere’den talep edebilirdik. Peki, İngiltere bunu kabul eder miydi? O ayrı mesele.
* * *
Talat-Hristofyas görüşmeleri bir tartışmayı daha tetikledi. Şükrü Elekdağ Meclis’te yaptığı bir konuşmada "Tek egemenlik ve tek vatandaşlık ilkesinin"...Kıbrıs Türk halkının Rum hákimiyeti altına sokularak azınlık hüviyetine indirgenmesi" olacağını söylemiş.
Elekdağ tabii Kıbrıs meselesini en iyi bilenlerden biridir. Ne var ki soruna CHP’nin gözlüğünden bakmak mecburiyetinde. CHP ise hem AB’ye karşı ve hem de çözümsüzlüğün devamından yana. "Tek egemenlik ve tek vatandaşlık" ne üniter devlet anlamına gelir ve ne de federasyona kapıyı kapatır.
İki bölgeli federasyon çerçevesi zaten 1977’deki Denktaş-Makarios anlaşmasından beri bütün çözüm önerilerinin temelini teşkil etmiştir.
* * *
Tek egemenlik demek uluslararası alanda tek devlet demek. Bütün federasyonlar için durum aynı değil mi? ABD, Almanya ve Belçika’nın tek bir uluslararası kimliği yok mu? Tüm vatandaşları aynı pasaportu taşımıyorlar mı? Bütün mesele egemenliğin nasıl paylaşılacağı, federal devlet düzeyinde dengelerin nasıl kurulacağı, iki bölgeye hangi yetkilerin bırakılacağıdır.
Talat-Hristofyas görüşmelerinin amacı da bu çetrefil sorunlara cevap vermek olacaktır. Müzakerelerin çetin olması ve uzun sürmesi de kimseyi şaşırtmamalıdır, çünkü Hristofyas’ın vizyonu ile Talat’ın vizyonu arasında daha çok uzun bir mesafe mevcut.
Bu aşamada Talat’ı niyet yargılamasına tabi tutmak kadar insafsızlık olamaz. Talat da Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş kadar Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk halkının hakları konusunda hassastır.
Aralarında tek bir fark var. Denktaş sonuna kadar çözümsüzlük taraftarıydı. Talat mümkünse çözüm taraftarı.