DÜNYAYI sarsan global mali krizin aşılması için özellikle ABD’de ve AB’de hükümetler seferber olmuş durumda.
Ne var ki Amerikan Kongresi’nin 700 milyarlık kurtarma paketini kabul etmesinin hemen ardından borsalarda süratli bir düşme başladığını gördük.
Bu paketin inandırıcı olmadığını International Herald Tribune gazetesinde yayımlanan bir okuyucu mektubu bakın ne kadar basit ve çarpıcı bir şekilde anlatıyor:
"Wall Street’in parası yok, bu nedenle bankacıları kurtarmak gerekiyor. Amerikan vergi mükelleflerinin parası yok, bu yüzden krediye ihtiyaçları var. Bush yönetiminin parası yok, çünkü hepsini savaşlara harcandı... ABD’nin parası yok, çünkü yıllardan beri kazandığından çok daha fazla harcama yaptı. Peki 700 milyar dolar nereden gelecek? Başkan Bush kimden borç alacak."
* * *
Evet ABD ekonomisi perişan bir halde. Devletin borcu 10 trilyon dolara yükselmiş. Bütçe açığı 450 milyar dolar ve şimdi buna 700 milyar daha eklenecek. Dış ticaret açığı ayda 60 milyar dolara ulaşıyor. Savunma bütçesi Irak harcamaları dahil 700 milyarın üstünde.
Amerika’daki kriz peşinden Avrupa’yı, Rusya’yı, Japonya’yı ve Çin’i de sürüklemekten geri kalmadı. Küresel ekonominin boyutu ile "zehirli" diye nitelenen türev ürünlerinin tutarı arasındaki uçurumun gittikçe derinleşmiş olması buhranın başlıca nedenlerinden biri.
Halen küresel ekonominin büyüklüğü 60 trilyon dolar. Buna karşılık türev ürünlerinin değeri 120 trilyonu bulmuş.
Ekonomik krizi aşmak amacıyla hafta içinde ABD ve AB Merkez Bankaları ile beş Euro bölgesine dahil olmayan Avrupa ülkesi Merkez Bankaları faiz oranlarını birlikte 0.5 puan düşürdüler.
İngiltere ve Almanya finans piyasalarına istikrar getirmek ve zordaki bankaları kurtarmak için tedbirler aldılar. Bazı ülkeler bankalardaki mevduatların tamamını garanti ettiler, diğerleri garanti edilen meblağları yükselttiler.
Bu önlemler kısa bir süre borsaları olumlu etkiledi, fakat hemen arkasından Dow Jones %7 değer kaybediverdi. Bu satırlar yazılırken Avrupa borsaları ve Çin borsası serbest düşüş halindeydiler.
* * *
Kriz bugünkü aşamada gelişme yolundaki ülkeleri ve yükselen piyasaları daha az etkilemiş görünüyor. Türkiye de bunlardan biri. 2001 krizini takiben Kemal Derviş’in uygulamaya koyduğu düzenleyici ve denetleyici mekanizmaların bunda büyük rolü var.
Derviş, birkaç gün önce bir Financial Times muhabiri ile yaptığı söyleşide, o tarihte Türkiye’de 19 bankanın fiilen devletleştirildiğini, banka sisteminin rekapitalizasyonu için GSYH’nın neredeyse %30’nun harcandığını, fakat yapılan reformlar sayesinde Türk ekonomisinin birkaç yıl %8 oranında büyüdüğünü belirtti.
TOBB Başkanı da 22 Eylül’deki konuşmasında 2001 yılından farklı olarak kamu maliyesinin çok daha iyi durumda olduğunu, bankacılık sisteminin çürüklerden ayıklandığını ve mali sistemde denetim ve gözetimin güçlendirilmiş bulunduğunu ifade etti.
BDDK Başkanı ise Türk bankalarının elinde türev ürünlerinin mevcut olmadığının ve mevduatlara ilişkin kaygı verici hareketler görülmediğinin altını çizdi.
Demek oluyor ki halen teyakkuzu ve ihtiyatı muhafaza etmek gerekiyorsa da Türk ekonomisi için büyük çapta bir buhran öngörülmüyor. Tabii hiç durmadan yaşadığımız politik krizlerin ekonomiye olası yansımalarını da göz önünde tutmalıyız.
* * *
Bu arada nostaljik sosyalistlerin Marksist ideolojisinin kıskaçlarından kendilerini bir türlü sıyıramadıklarını gözlemliyoruz. Sovyetler Birliği’nin dramatik çöküşü bile onları gerçekleri görmeye ikna edememiş.
Faşizmin avdetinden, "düzeltici" savaşlardan, sonunda sosyalist sistemin galebesinden bahsediyorlar, hálá Karl Marx’a ve hatta Rosa Luxemburg’a atıfta bulunuyorlar.
Yerim kalmadığı için bu konuda tek bir şey söyleyeceğim: İyi ki ekonominin yönetimi bu ideolojik saplantılar içinde bulunanların elinde değil. Yoksa 2001’deki krizden çok daha vahimine hemen sürüklenirdik.