ASLINDA Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilmesinde bir fevkaladelik olmaması gerekirdi. Türkiye’den çok daha küçük ve jeopolitik önemi hiç olmayan ülkeler de konseyin geçici üyeliğine sürekli seçiliyorlar. Halen bu ülkeler arasında örneğin Kosta Rika ve Burkina Faso var.
Türkiye’nin 1960’ların başından beri seçilememesinin nedeni, Kıbrıs meselesi olmuştur. Yunanistan da aynı nedenle yakın zamanlara kadar konseyde yer alamamıştı. Bu sefer seçilmemizin asıl sevinilecek yönü, gereken oy sayısının çok üstünde, 150 devletin desteğini sağlamamızdır.
Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, diyenlerin haksızlığı ortaya çıkmış, ülkemiz yoğun bir diplomatik girişim, açılım ve lobi faaliyetiyle büyük bir başarı kazanmıştır. Bu maksatla yapılan masrafların yüksekliğinden şikáyet etmek de doğru olmaz.
Yaptığımız yatırım, Güvenlik Konseyi’ne iki yıl için seçilmemizin çok ötesinde Türkiye’nin uluslararası alandaki itibar ve etkinliğini artırmıştır. Bu sonucun elde edilmesi için büyük çaba harcayan Cumhurbaşkanı’mızı, hükümetimizi, Dışişleri Bakanlığı’mızı ve bakanlığın profesyonel kadrosunu, emekliye ayrılmak üzereyken diplomasi kariyerine parlak yeni bir sayfa ekleyen BM Daimi Temsilcimiz Büyükelçi Baki İlkin’i ve ona yardımcı olan bütün büyükelçileri içtenlikle kutlamamız lazımdır.
* * *
Uluslararası barış ve güvenlikten sorumlu olan Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler sisteminin kuşkusuz en önemli organıdır. BM Şartı’na göre bireysel ve kolektif meşru müdafaa hakkı dışında hiçbir ülkenin veya ülke grubunun konseyin peşin izni olmadan kuvvete müracaat edememesi gerekir.
Ne var ki bu kural sık sık ihlal edilmiştir. Konseyde veto hakkına sahip beş devletin bulunması, en kritik kararların alınmasını engellemiş ve konseyin otoritesi dışında kuvvete başvurular gerçekleşmiştir.
Yakın tarihte, birinci Körfez krizinde Irak’a karşı konseyin izniyle operasyonlar yürütülmüşken, ikinci Körfez krizinde konseyin yeşil ışık yakmaması, ABD’in talihsiz müdahalesini durduramamıştır.
Konsey daha sonra Irak’ı işgal eden koalisyon güçlerine yetki tanımak yönünde karar almış ve dolaylı şekilde Irak’ın işgalini meşrulaştırmıştır. Türkiye’nin üyeliği süresince de Irak ile ilgili konuların konseye gelmesi beklenebilir.
Irak ve İran’la ilgili sorunların konsey gündeminde bulunmasının Türkiye’yi güç durumda bırakabileceği kaygısı sık sık ifade ediliyor. Ne var ki konsey üyeliğinin beraberinde getirdiği risklerden kaçınmak mümkün değildir. Kimseyi gücendirmeyelim gibi bir kolaycılığa kaçamayacağız.
Örneğin, İran’ın nükleer programının ciddi bir tehdit teşkil ettiğine inanıyorsak ona göre bir tutum takınmak mecburiyetinde kalacağız. Gürcistan sorunu gelirse Gürcistan’ın toprak bütünlüğünde ısrar edeceğiz.
Konsey üyeliğimizin Kıbrıs konusunda bize bir avantaj sağlayıp sağlamayacağı sorusu da soruluyor. Şimdiki aşamada bu soruya galiba menfi cevap verilmelidir. Kıbrıs sorunu bağlamında konseyin bugünkü işlevi Ada’daki Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılması gibi rutin toplantılardan oluşmaktadır.
KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Hristofyas arasındaki müzakerelerin Güvenlik Konseyi’nin onayını gerektirebilecek bir çözüme iki yıl içinde ulaşmasını beklemek aşırı iyimserlik olur.
Tabii önümüzdeki devrede ne gibi krizlerin Güvenlik Konseyi’ne intikal edeceği peşinen öngörülemez. Söylenebilecek tek şey, şimdiki gibi istikrasızlık dönemlerinde yeni kritik sorunların konsey önüne gelebileceğidir.
* * *
Bir noktayı daha belirtmekte yarar olabilir. Ülkeler genellikle Güvenlik Konseyi üyesi oldukları zaman en yetenekli diplomatlarını daimi temsilci olarak New York’a gönderiyorlar.
Seçilecek büyükelçinin uluslararası kuruluşlarda tecrübe kazanmış olması, kolay ilişki kurabilen ve süratli muhakeme yapabilen bir kişiliğe sahip bulunması, çok iyi İngilizce bilmesi, belagat ile kendini ifade edebilmesi, hatta nüktedan olması, konseyde etkin rol oynamamızın çok önemli bir koşuludur.