SEÇİM süreci devam ederken yeni ABD Başkanı’na dış politika alanında nasihat vermek isteyenler az değil.
Hatta Clinton’ın Dışişleri Bakanı Madeleine Albright,"Seçilen Başkana Muhtıra" diye koca bir kitap yazdı. Fakat ben bugün Richard Holbrooke’un, Foreign Affairs Dergisi’nin eylül-ekim sayısında yayımlanan makalesinden söz etmek istiyorum.
Holbrooke 1999-2001 yılları arasında BM’de ABD’nin Daimi Temsilcisi görevini ifa etmişti. 1995’te Bosna savaşına son veren Dayton Anlaşması’nın başlıca mimarıydı. Türkiye’nin kuvvetle desteklenmesi gerektiğine inanan, ülkemizi iyi tanıyan bir diplomattır.
Bir ara Kıbrıs meselesinin çözümü çabalarına da iştirak etmiş, fakat KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile yıldızı hiç barışmamıştı. Bir demokrat olarak seçimlerde Hillary Clinton’a destek vermiş, Obama’nın adaylığı kazanmasından sonra onun safına katılmıştır.
* * *
Holbrooke’a göre ABD, Bush devrinde her bakımdan gerilemiş ve feci hatalara sürüklenmiştir. Yeni başkanı, buhran içinde bir ekonomiyi ayağa kaldırmak, muazzam bir bütçe açığını kapatmak, enerji bağımlılığını azaltmak, şimdiye kadar çok ihmal edilen global ısınma konusunu ciddiyetle ele almak, gittikçe daha büyük bir tehdit teşkil eden nükleer silahların yayılmasını önlemek, ABD’nin terörist saldırılara karşı savunmasını takviye etmek, özellikle Pakistan’da El Kaide üzerindeki baskıyı artırmak, Irak savaşını ve halen çok kötü giden Afganistan’daki savaşı başarıyla sonuçlandırmak gibi son derece güç sınavlar beklemektedir.
Makalede, petrol fiyatlarının artmasının, tüketici ülkelerden üretici ülkelere muazzam bir servet transferine yol açtığına işaret edilmektedir. Petrol fiyatları düşmeye başlamadan önce yalnızca ABD’nin yıllık transfer ettiği miktar 475 milyar doları buluyordu. AB, Çin, Hindistan ve Japonya’nın kümülatif olarak üreticilere ödedikleri meblağ 2.2 trilyon dolar düzeyindeydi.
Bazı üreticilerin hedefleri ise ABD’nin hedefleriyle çatışıyor. Örneğin, Suudi Arabistan milyarlarca doların dolaylı olarak medreselerin inşası ve El Kaide’ye mali destek sağlanması için kullanılmasına göz yummuştur. Rusya’nın, İran’ın ve Venezüella’nın güç gösterilerinde bu transferlerin rolü inkár edilemez.
Holbrooke’un kanaatine göre, başkan adayları McCain ile Obama arasındaki başlıca görüş farkı, Irak ve İran’a ilişkindir. Zaten başkan seçimi bu sefer neredeyse Irak için bir referandum niteliğini taşıyor. McCain, maliyeti ve süresi ne olursa olsun ABD’nin Irak’ta kalmasının zaruri olduğuna inanmaktadır.
Geçen yıl gönderilen takviye kuvvetler çekilebilir, ancak bunun dışında Irak’taki kuvvet seviyesi muhafaza edilmelidir. Başından beri Irak savaşına muhalefet eden Obama için ise McCain ve Bush’un algıladığı şekilde bir askeri zafer söz konusu olamaz.
Irak’taki ABD komutanlarının da paylaştığı ve ABD ile Irak arasında imzalanan anlaşma taslağına uygun olan görüşünden hareketle Obama, Irak’taki kuvvetlerin çekilmesi sürecinin ihtiyatlı bir yaklaşımla saptanmış bir takvim çerçevesinde başlamasını savunuyor.
* * *
Obama ayrıca Irak’ın bütün komşularına Irak’ta istikrarın kalıcı olmasını sağlayacak yönde çaba harcamaları çağrısında bulunuyor. İran’a gelince, her iki aday da İran’ın nükleer silahlara sahip olmasına izin verilemeyeceğini düşünüyor.
Her ikisi de icap ederse Tahran’a karşı kuvvet kullanma opsiyonunu saklı tutuyor. Fakat Obama, sadece nükleer programlar konusunda değil, Afganistan ve Irak konularında da İran ile her düzeyde diplomatik görüşmelere taraftar.
Yine Holbrooke’a göre ABD geostratejisinin odak noktası Türkiye, Irak, İran, Afganistan ve Pakistan’dır. Bu ülkelerle ilişkilerde tutarsızlık ABD’nin menfaatlerine ağır zarar verir.
Diplomasiye hiçbir zaman kapı kapatılmamalıdır. Diplomasi, ödün vermek değildir. Diplomasi, caz müziği gibidir. Bir tema etrafında emprovizasyondur. Akılda tutulacak bir tarif.