TÜRKİYE’nin AB ile üyelik müzakereleri 2005 yılından beri çok yavaş bir tempoda ilerliyor. Şimdiye kadar yalnızca sekiz müzakere başlığı açıldı ve ancak bir tanesi kapatıldı. Gümrük Birliği kapsamında Güney Kıbrıs, gemi ve uçaklarına limanlarımızı açmadığımız için sekiz başlık bloke edilmiş bulunuyor. Ayrıca Fransa tam üyelikle doğrudan ilişkili olarak gördüğü beş başlığın müzakeresini engelliyor.
Alman Şansölyesi Angela Merkel’in tam üyelik yerine "imtiyazlı ortaklık"tercihi, Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’yi bir Avrupa ülkesi olarak görmemesi, başka bazı AB üyelerinin de Türkiye’nin üyeliğine açık veya perde arkasında muhalefetleri gibi unsurlar üyelik sürecinin kırılganlığını iyice artırıyor.
Fransa ve Hollanda’daki referandumlarla reddedilen Avrupa Anayasası’nın yerine geçmek üzere imzalanan Lizbon Antlaşması da İrlanda halkının referandumda menfi oy vermesi sonucunda yürürlüğe girme şansını bu aşamada kaybetti.
Lizbon Antlaşması’nın karşılaştığı çıkmaz yüzünden AB’nin kurumsal yapısı Nice Antlaşması’na dayanmaya devam ediyor. Oysa bu antlaşmadaki yapısal düzenlemeler, Türkiye’nin olduğu kadar Hırvatistan’ın da üyeliğine göre ayarlanmış değil.
* * *
Bu pek iş açıcı olmayan tabloda bir iki olumlu gelişme de var. Birkaç gün sonra dönem başkanlığını üstlenecek olan Fransa’nın, kendi liderliğinde bir Akdeniz Birliği kurarak, Türkiye’yi AB yerine bu birlik içinde entegre etmek planının gerçekleşme şansı kalmadı.
Diğer taraftan, Fransız anayasasında yapılacak değişiklikler çerçevesinde Sarkozy ve hükümeti, AB’ye yeni üyeliklerin referanduma tabi tutulmasını cumhurbaşkanının takdirine bırakan bir düzenlemeye taraftardılar. Ulusal Meclis’e sunulan tasarı da bu yönde idi. Fakat cumhurbaşkanının partisi UMP, Ulusal Meclis’teki tartışmalar sırasında, Türkiye’nin üyeliğinin mecburen referanduma sunulmasını gerektirecek bir değişikliği kabul ettirdi.
Senato ise meclisin metnini reddetti ve onu hükümetin desteklediği ilk şekline soktu. Şimdi meclis, senatonun metnini tekrar tartışacak ve nihai metin meclis ile senatonun bir araya gelmesinden oluşan Kongre’de onaylanacak.
Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesi’nde açtığı dava da Türkiye-AB ilişkilerinde süratle yeni bir sorun yaratmıştır. Komisyon başkanı ve genişlemeden sorumlu komisyon üyesi, bu talebin Avrupa hukuk sistemiyle bağdaşmadığını, iktidara seçimle gelmiş bir partinin kapatılmasının Avrupa’nın temel demokrasi prensiplerine aykırı düştüğünü tekrar tekrar belirttiler.
Avrupa Parlamentosu (AP) 21 Mayıs’ta kabul ettiği bir kararda kapatma davası konusundaki endişelerini dile getirirken, Anayasa Mahkemesi’nin, partilerin kapatılması ve yasaklanması konusunda Avrupa Konseyi’ne bağlı Venedik Komisyonu’nun 1999 tarihli rehber ilkelerine uyacağını umduğunu belirtti.
Bu ilkelere göre "yalnızca şiddet kullanımını savunan veya demokratik anayasal düzeni bozmak için şiddeti araç olarak kullanan" partiler kapatılabilir. Kapatma davası sadece AB’yi ilgilendirmiyor, 1949’dan beri üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyi de meseleye el attı.
* * *
İzleme Komisyonu Başkanı, konseyin Parlamenter Meclisi’ne (AKPM) sunduğu ve onun tarafından onaylanan raporunda, AB Parlamentosu’nda ileri sürülen endişeleri paylaştı ve 2004’te sona eren Türkiye için izleme sürecinin gerekirse tekrar başlatılmasına kapıyı açık bıraktı. Gerek AP gerek AKPM, Avrupa değerlerine daha uygun yeni bir anayasa gereğini özellikle vurguluyorlar.
Kuşkusuz kapatma davasının en önemli tarafı, AB veya Avrupa Konseyi’nden gelen tepkiler değil. Asıl mesele, Türkiye’nin, demokrasisi ve istikrarı ağır şekilde zedelenmeden, davanın olası sonuçlarını nasıl aşacağıdır.
Fakat davanın, Türkiye’nin, AB üyeliği dahil, temel dünya vizyonuna verebileceği zarar küçümsenmemelidir. Bu vizyon kaybolursa Türkiye’nin ödeyeceği bedel çok yüksek olur.