Suriye’deki Çeşme tabloları

Suriye’deki Rus karargâhının içinden ilginç bir manzara çıktı. Duvarlarda Osmanlı İmparatorluğu’nun Ruslara karşı kaybettiği 1770 yılındaki Çeşme Deniz Muharebesi’nin resmi yer aldı. Dolayısıyla, duvardaki harp tarihi resimlerini yansıtan rastgele bir çizim değil; bazı şeyler maziyi hatırlatıyor. Çeşme Savaşı’nı 255. yılında tekrar hatırlarken, değerlendirmelerin daha çok Doğu Akdeniz’deki konumumuzu koruma hatta geliştirme üzerine yoğunlaşması gerektiğini idrak etmeliyiz.

Haberin Devamı

Esad ailesi ve yandaşları kaçtıktan sonra, HTŞ kuzeyden güneye Suriye’yi ele geçirdiğinde; İsrail, Lazkiye bölgesini ve Rus üslerini de bombardıman altına aldı. Ukrayna Savaşı’nın en ağır safhasında bulunan Rusya ve Ukrayna Slavlara özgü gitgelli bir mücadele içinde. Slav dünyası, âdeta 1613’ten önceki iki yılı kapsayan Polonya-Rusya Savaşı’nın 21. yüzyıldaki bir tekrarını yaşıyor. Nükleer silahlar ve yabancı aktörlerin coğrafi yerleri ile kaynakları farklı da olsa herkes orduların bir bocalama savaşının içinde.

İsrail’in Rusya ile karşı karşıya gelmesi acaba nasıl neticeler yaratacak? Bugün için pek hissedilmeyecek. İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki hâkimiyet genişledi. Şam’ın dış mahalleleri İsrail ordusunun tanklarıyla yüz yüze geldi. Bu durum nasıl sonuçlanır? İlk aşama bir mütarekenin kaçınılmaz olması. İki ülke arasındaki savaşın şu anda devamı ne kadar ihtimal dışındaysa, anlaşmaları ve Rusya’nın bölgeyi terk etmesi de o derecede ihtimal dışıdır.

Haberin Devamı

Soğukkanlı ve kendi bölgemizin, sulama alanımızın, stratejik konumumuzun korunmasını sağlamak zorunda olan Türkiye, silahlı kuvvetleri ve diplomasisiyle sükûneti temin etmek durumundadır ve bunu akıllı bir stratejiyle yapabilir.

KARARGÂHTAKİ İLGİNÇ MANZARA

Bu arada, Rus karargâhının içine kadar giren yeni Suriye ordusu ilginç manzaralarla karşılaştı. Bunlardan biri, subay kulübündeki merasim salonunun ve ofisin yerini alan duvarlarda Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. yüzyılının hâlâ yaşadığını görmekti. Çeşme Deniz Savaşı’nda “Prens Çeşmenski” (Çeşmeli) unvanını alan Alexei Grigoryevich Orlov’un amirallik şöhretiyle anılması dikkat çekiciydi. 70 küsur yıllık Sovyet iktidarını ve üzerine 30 yıllık Rusya Federasyonu dönemini koyarsanız, Rus ordularının, devletin ve bürokrasinin hafızasında istenmeyen olaylar olarak yer ettiği görülebilir.

Daha ziyade İngiliz Amiral John Elphinstone’un bir başarısı olarak vurgulanması gereken Çeşme Deniz Savaşı, hem Rus deniz ve kara kuvvetlerine moral vermekte hem de karargâh lojmanlarına girip çıkan Suriyeli meslektaşlara, politikacılara ve bürokrasi mensuplarına bir gövde gösterisi olarak duvarlara resmedilmiş.

Haberin Devamı

Rusların askerî ressamlık geleneği meşhurdur. Malum, “panorama” dediğimiz sanatın en iyisi Ruslara ve Sovyetler’e aittir. Belki böyle bir panorama da Suriye’de yapılacaktı (yahut yapılmış da olabilir) herkesin hatırlaması için. Bu tür muharebe resimlerinde, Şah İsmail modeline benzerlikler görülür; yani muhayyel bir zafer, en azından abartılmış bir anlatı. Mevcut olmayan teknikler ve askerî, bahri stratejik başarılar gibi gösterilmektedir.

Suriye’deki Çeşme tablolarıSuriye’deki Rus karargâhının duvarlarına boyanmış Çeşme Deniz Savaşı’nı gösteren resim.

 

ÇEŞME DENİZ MUHAREBESİ

1770 yılı başlarında Mora Rumlarını ayaklandırmak için Amiral Spiridov ve İngiliz Amiral Elphinston kumandasındaki Rus donanması, İngilizlerin de desteğiyle Akdeniz’de harekete geçti ve Mora Yarımadası açıklarında faaliyet göstermeye başladı. Aleksey Orlov ile kardeşi Theodore Orlov’un katıldığı yardımcı kuvvetlerle donanmanın en taze kısmı onların komutasındaydı.

Haberin Devamı

Bugünkü Güney Yunanistan’da, yani Mora Yarımadası’nda yer alan Anadolu Rumcasında Anabolu (Rumcası Nauplion, Venedik hâkimiyetinden kalma ismi Napoli di Romania), Kaptan-ı Derya Hüsâmeddin Paşa’nın komutasındaki Suluca (Hydra) denilen, 18. yüzyılda zenginliğiyle öne çıkan, ilginç bir ortaklaşa ve zincirleme mülkiyet nizamıyla çalışan Hydralıların idaresi altındaydı. Sultan I. Ahmed’den beri (ki bu 1603 yılına tekabül eder), adaya bir belediye serbestliği ve kuruluş imkânı veren bir berat bahşedilmişti.

Donanmamız, bölgede uğradığı başarısızlıktan sonra Sisam Boğazı’nı geçerek Çeşme’ye sığındı. Burada karşısına Amiral Spiridov komutasındaki donanma çıktı. Maalesef, yanlış konuşlanma sonucu donanmamız sıkıştı. Buna rağmen, Amiral Spiridov ve sonradan meşhur olan deniz kahramanımız Cezayirli Hasan Paşa’nın gemilerinin tutuşmasıyla bir panik havası oluştu. Hüsâmeddin Paşa, Sakız Adası’na sığındı ve donanmamız yaklaşık 5 bin asker kaybetti. Bu gelişme, Rusya’nın artık Akdeniz ve Ege’de varlık göstermeye başladığına işaret ediyordu.

Haberin Devamı

Suriye’deki Çeşme tabloları

O RESİM RASTGELE BİR ÇİZİM DEĞİL

Dolayısıyla, duvardaki harp tarihi resimlerini yansıtan rastgele bir çizim değil; bazı şeyler maziyi hatırlatıyor. Küçük Kaynarca Antlaşması’nın bildiğimiz şekliyle mühürlenmesi ve Rusya’nın büyük bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması, Alman Anhalt-Zerbst bölgesi prensesi II. Katerina’nın (Büyük unvanlı) devrinin başlaması, Çeşme’ye bağlanmaktadır. Ancak, bu durum hiç şüphesiz Rusya’nın yetenekli veya teknik donanım bakımından üstün bir deniz kuvveti seviyesine çıktığını göstermemektedir. Rusya bir kara devletidir ve donanması her zaman Avrupa’nın gerisinde kalmıştır. Eğer Sultan Abdülaziz dönemindeki donanma atılımımız ve başlatılan teknolojik gelişmelerin devamı sağlanabilseydi, Rusya bu alanda geride kalmaya devam edecekti.

Haberin Devamı

Rusya, 1801 yılında Napoléon’a karşı müttefik oldu ve Adriyatik’teki İonya adalarını birlikte ele geçirip orada bir cumhuriyet kurulmasını sağladık. Ancak II. Mahmud döneminden sonra donanmamız, rakip donanmalara karşı etkisini kaybetmeye başladı. Astsubay eğitiminde yetersizlikler ve donanmanın bütçesinin sağlanamaması, Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya ile yaptığımız deniz savaşlarında sorunlara yol açtı. Bu durum, Rusya’nın zaman zaman Karadeniz limanlarımıza gerilla usulü saldırılar düzenlemesi veya limanlarımızı topa tutarak tahribat yaratmasıyla ve Doğu Karadeniz bölgesindeki Rus işgalinin devamını sağladı.

Çeşme Savaşı’nı 255. yılında tekrar hatırlarken, değerlendirmelerin daha çok Doğu Akdeniz’deki konumumuzu koruma hatta geliştirme üzerine yoğunlaşması gerektiğini idrak etmeliyiz.

 

AYLA ERDURAN

22 Ağustos 1934 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası, üroloji alanında Türkiye’nin öncü doktorlarından Behçet Sabit Erduran, annesi ise Kadriye Erduran’dır.

10 yaşında ilk konserini veren ve İstanbul’da içinde bulunduğu çevrede dikkat çeken küçük Ayla Erduran, Ankara’nın da ilgisini çekmiş ve “harika çocuk” olarak anılmaya başlanmıştı. Behçet Sabit Hoca, dönemin tanınan hekimlerinden biri olduğu için ailenin, maddi olanaklarını Ayla’nın yurtdışındaki eğitimine ayırdı. Milli bütçeye yük olmadan böyle bir çocuğun yetiştirilmesini sağladıkları için ebeveynlerine toplum olarak şükran borçluyuz.

HAYALLERİNİN ÖTESİNDE BAŞARILARA İMZA ATTI

1946-1951 yılları arasında Paris Konservatuarı’nda başladığı müzik eğitimine, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde devam etti. Müzikten başka bir şey düşünmeyen ve hissetmeyen Ayla Erduran, hayallerinin ötesinde başarılara imza attı. Ardından Sovyetler Birliği’nde Moskova’da David Oistrakh’ın öğrencisi oldu ve onun en sevdiği talebelerden biri haline geldi. Oistrakh, yalnızca müzikal yetenekleriyle değil, insani değerleriyle de Erduran üzerinde derin bir etki bıraktı. Erduran, Oistrakh’tan sitayişle bahseder, ondan yalnızca müzik ve ustalık değil, insanlık adına da pek çok şey öğrendiğini söylerdi.

Bizim kuşak, Ayla Erduran’ı Ankara’daki Avrupa ülkelerinin Kültür Derneklerinde düzenlenen resitallerde ve Filarmoni orkestrası konserlerinde solist olarak dinlediğimizde, kendisini “hırçın virtüöz” diye nitelendirirdik. Bu hırçınlık, tatlı ve yapıcı bir hırçınlıktı. Ayla Erduran, İdil Biret ve Suna Kan gibi isimlerle birlikte, Ankara dinleyicisini Batı müziğine ısındırmış ve bu müziğin derinliğini idrak etmelerini sağlamıştı.

Suriye’deki Çeşme tabloları

TÜRK DÜNYASINI HAYRAN BIRAKTI

Dünyanın en sevimli ve samimi sanatçısıydı. Çocuk bahçesindeki arkadaşlarına karşı sabrı ve cömertliğiyle tanınan fedakâr bir çocuk gibiydi; bu karakterini hayatında da tevazu ile birleştirdiği bilinir. Ömrünün diğer bölümlerinde insanlara karşı nazik ve anlayışlı tutumunu hiç kaybetmedi. Onunla dost olmak, yalnızca müziği öğrenmek değil, asil davranışları da örnek almak anlamına geliyordu. 90 yaşında bile müzik dünyasının en seçkin isimleri onun çevresinde toplanmaya devam ediyor, bir dostun ötesinde sadık bir talebe rolünü üstleniyorlardı.

Bu nesil, 200 yıldır Batı ile kültürel alışveriş ve rekabet içinde olan Türkiye’nin değerli seçkin bir zümresidir. “Milletimizi milli müziğine yabancılaştırdılar” söylemi, bu bağlamda büyük bir yanılgıdır. Bu üstadlar, Balkanlar’dan Orta Asya bozkırlarına, İdil’den İran Azerbaycanı’na kadar Türk dünyasını hayran bırakarak bir araya getirmiştir. Bakü’de, Taşkent’te, Kazan’da verdikleri konserler, yıllar sonra bile hayranlıkla hatırlanır. Doğu ve Batı dünyasının Soğuk Savaş döneminde demir perdeyi delen isimlerin başında Ayla Erduran, İdil Biret ve Suna Kan geliyordu. Onların sayesinde, Batı’nın büyük müzisyenlerini Ankara’da ve İstanbul’da tanıma şansı bulduk.

TÜRKİYE BU BÜYÜK SANATÇIYI UNUTMAZ

Sanatçıların ve şairlerin işlevi, toplumları birleştirmek ve kültürel anlayışı derinleştirmektir. Ayla Erduran, bu işlevi hakkıyla yerine getiren öncü bir sanatçıdır. Perşembe günü son yolculuğuna uğurladığımız bu büyük sanatçımızın naaşı başında yapılan anma konuşmalarında bu etki açıkça görülüyordu. “Çok özleyeceğiz” demek, onun değerini anlatmaya yetmez. Türkiye, bu büyük sanatçıyı unutmaz.

Ayla Erduran, Türk kültür devriminin vazgeçilmez öncü isimlerindendir. İnsanlar doğar, yaşar ve ölür; ancak çok azı gelecek nesillerin kültürel birikimi ve üzerinde derin etkiler bırakır. Hiç şüphesiz ki Ayla Erduran, bu özel isimlerden biridir.

Yazarın Tüm Yazıları