Geçtiğimiz Cuma günü Anadolu Rock – Saykedelik müziğin önemli isimleri ile İngiliz Müzisyenlerin bir araya geldiği Air Anatolia’yı Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde büyük bir kalabalıkla izledim. O büyülü gecenin detaylarına girmeden önce, etkinlikten bir gün önce Air Anatolia’yı ve hazırlık döneminin detaylarını konuşmak için EFG Londra Caz Festivali’nin direktörü Pelin Opçin ve Zorlu PSM Genel Müdürü Filiz Ova ile bir araya geldik.
Söyleşi için bir araya geldiğimizde hem Pelin Opçin, hem de Filiz Ova’nın bu özel performans için büyük bir heyecan içinde olduklarını söylemem gerekli. İkisinin de kültür sanat kariyerleri boyunca böylesine özel bir oluşumun içinde olmanın haklı gururu ve heyecanı o akşam yemek boyunca gözlerinden okunuyordu.
Pelin Opçin halk müziğimizin gençlerin algısındaki kabulüyle ilgili söyleşimizi başlattı. 60’lar ve 70’lerde bu algı ve beğeni pek günümüzdeki gibi olmadığını, daha açık ifade etmek gerekirse daha yoğun bir ilgi ve takip olduğunu, günümüzdeki akımında tıpkı geçmişteki benzer bir seviyeye çekilebileceğini, buna giden yolda bir şeyler yapmanın heyecanını aktardı.
Zorlu PSM ve EFG Londra Caz Festivali’nin ilişkisinden bahsetmeden Air Anatolia fikrinin filizlenmesine değinmek imkansız. Zorlu PSM Genel Müdürü Filiz Ova ile EFG Londra Jazz Festivali Direktörü Pelin Opçin’in dostluğunun seneler öncesinde İKSV’de birlikte çalıştıkları döneme kadar geri gitmesi aslında bugün bu sahnenin oluşmasında büyük bir adım olduğunun altını çizdiler.
Pandemi sonrasında yeni bir misyonla yola çıktıklarını anlatan Filiz Ova, Türk kültür-sanat tükecisine dönüştürücü, ilham veren, yenilikçi bir sahne sunmaya taahüt ettiklerini belirtirken, bu yolda bir arayışta olduklarını ve nasıl bir katkı sağlayabileceklerine odaklandıklarını belirtti. Hedeflerinden birisi dünya sahnesini Zorlu PSM’ye taşımak olduklarını söylerken, bu anlamda Londra Caz Festivali’yle nasıl bir iş birliğine girebileceklerini konuşarak geçtiğimiz yıl 2 günlük bir konser yaptıklarını belirtti. Dünya sahnesini Türkiye’ye taşımak hedeflerinin yanı sıra Türkiye’deki müzik sahnesini de dünyaya taşımanın bir diğer hedefleri olduğunu belirten Filiz Ova, Pelin Opçin ile birlikte bir proje yaratabileceklerini konuştuklarını, o günlerde fikir olarak yükseldikleri Anadolu Rock – Saykedelik Müzik eksenindeki bu hayalin Air Anatolia’yı oluşturduğunu aktardı.
Pelin Opçin, Air Anatolia fikir babası olarak, bu projenin hayata geçmesi için gereken fonun British Council desteğiyle yaratılması, Türkiye’de bir evi olarak Zorlu PSM, Londra’da bir evi olarak Royal Festival Hall’un organize edilmesi, sanatçıların projeye dahil edilmesi için Gülbaba Records ekibiyle bir araya geldiklerini ve bu projenin giderek büyüdüğünü, ve sonuçta birçok bacağı olan büyük bir organizasyona dönüştüğünü belirtti.
Tüm sanatçıların Air Anatolia projesine olan inancı ve heyecanının yüksekliğini anlatırken, birçok detayı ve hatta zorluğu sanatçıların tamamı görmezden gelerek projede yer aldıklarını söyleyen Opçin, sanatçılara deyim yerindeyse ‘1 diyoruz onlar 10 koyuyor’ diye ifade ettiği bu büyülü zaman aslında her iki ülke sanatçılarının birbiriyle kurduğu harika sinerjiden kaynaklı olduğunun da altını çizdi. Yaratıcı süreç açısından sanatçılara hiç karışmadıklarını söyleyen Pelin Opçin, bazı anlar geldiğinde hayal ettiklerinin kendi kendine olmaya başlamasından ötürü sürekli heyecanlarının katlandığını da aktardı.
Pelin Opçin, beklentisiz bir ilişki ile bu işi yaptıkları için Zorlu PSM ile kurdukları bu sağlam birlikteliğin tüm ekibi çok güvende hissettirdiğini sözlerine ekledi. Türk müziğinin yurt dışındaki bilinirliği üzerine sohbetimiz derinleştiğinde, 70’ler 80’lerde Moğollar, Selda Bağcan, Barış Manço gibi isimler İngiltere ve dünyada birçok yerde konserler vererek dünyada belli bir bilinirlik ve popülerlik edinmiş müzisyenler olmasını vurgulayan Opçin, ‘neden şimdilerde de aynı o dönemlerde olduğu gibi büyük etki yaratacak bir hatırlatma yapmayalım’ diyerek yola çıktıklarını belirtti.
Kendisinin bu festivalde hangi performansı merakla beklediğini sorduğumda cevabı çok netti ‘Men I Trust’. Prodüksiyon niteliklerinin ilgisini çektiğini belirtirken, canlıda bu müziği nasıl yansıtabildiklerini çok merak ettiğini ekledi.
Can Güngör ile en son geçtiğimiz Ocak ayında konuşmuştuk. Aradan geçen 7-8 ay sonra, pandemi sonrası, ekonomik krizler, dalgalı gündemler derken hayatın nasıl aktığını ondan duymak istedim. Hayatının tamamen müzik ve üretim dolu bir dönemde geçtiğini belirten Güngör, bu dönemde birçok şarkı yaptığını belirtti. Büyük Ev Ablukada’nın Yangın / Akvaryum’unu yaptıklarını, şimdilerde albüm üzerine çalıştıklarını aktardı. Hayatının epey yoğun ve üretim dolu olduğunu söyleyen Can Güngör, uğraştığı bütün müziklerin çok güzel ve ilham verici olduğunu, bu sebeple de gündeme kendini kaptırmadan işlerine gömüldüğünü belirtti.
Pandemi herkesin hayatında bir şekilde değişimin kaynağı oldu. Can Güngör’de bu yansıma nasıl olduğunu sorduğumda, kendisi de müzik üretim biçimini biraz değiştirmek istediği bir dönemden geçtiğini belirtti. Daha önceleri stüdyo odaklı çalıştığını, pandemi sonrası daha çok evde çalıştığını aktardı. Kimi zaman bir prodüksiyonun %80’i evde bitmiş olması, evde pijama-terlik halindeyken gelen ilhamı yakalamanın verdiği mutluluğun altını çizdi. Özetle eskiye nazaran daha hızlı ve akışkan olmaya çalıştığını beilrten Can Güngör bunun pandemide kendisine koyduğu meydan okumalardan birisi olduğunu da vurguladı.
Geçenlerde bir plak dükkanında gezinirken ‘Silik Düşler’in plağını gördüm. Söz konusu albüm benim hayatımda çok farklı bir dönemde bana iyi gelen özel bir müzik kutusuydu. Bu duygudan yola çıkarak, Can Güngör’e kendi şarkılarında iyileşme, ürettikçe şifalanma halinin olup olmadığını sordum. Şarkı yapmanın kendisinde bir çeşit rahatlama, elektrik boşaltma gibi bir his olduğunu belirtti. İçine kapanık büyümüş birisi olduğunu söyleyen sanatçı, dışavurumun gücünü çok sonra öğrendiğini sözlerine ekledi. Özellikle müzik; tanımını yapamadığı şeylerin de dışarı çıkmasını sağladığını belirtti. Müzik odağında yaptığı tüm uğraşlar hem kendisini keşfetmesine hem de dışavurmasını sağladığını aktardı.
Müzik sektöründe dijital platformların ve yeni dünyanın getirdiği tüketim alışkanlıkları hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istedim. Can Güngör müzik sektöründe oyunun sürekli değiştiğini belirtirken, son yıllarda hızın çok arttığının altını çizdi. Kullan-at mantığının daha önceden de olduğunu ama belki hız beklentisiyle birlikte müzisyenler içerik üreticilerine dönüştüğünü söyledi. Durumu dergilere benzeten sanatçı, her ay bir şarkı, her hafta bir video, sürekli yeni bir şeyin insanlara verilmesinin; görünür olmanın, sürekli olmanın, her şeyi paylaşmanın, tiktok, twitter, bereal gibi mecraların artmasının bunlara olanak sağladığını ekledi. Yine de kendisi bu oyuna katılamayacağını fark ettiğini ya da lehine çevirip, kendi dilinde bir şeyler yapacak kadar yaratıcı enerjisinin olmadığını belirtti.
Ekşisözlük’te Can Güngör’ü arattığımda yazarların çoğunlukla hep pozitif hatta saygıyla karışık, farklı bir hayranlık beslediğini gördüm. Kendisinden daha çok şarkı dinlemek istediklerini satır aralarında yazdıklarını ama yine de çok da fazla şarkı yapan diğer isimler gibi olmamasını da istedikleri enteresan bir dengeleri vardı. Can Güngör bu durumu benzer enerjilerin birbirini çekmesine benzetti. Kendisini dinleyip, beğenenlerin; az, öz ve demlenmiş şeylerin pelinde olduklarını düşündüğünü söyledi. Kimi zaman üzerinde çalıştığı bir söz için, bir düzenleme fikri ya da iyi tınlayan bir miks için aylarca uğraşabildiğini belirten sanatçı, üreten kişinin zamana ihtiyacı olduğunu vurguladı. Delice hız gerektiren bu dönemde bu denge nasıl sağlanır, hala kendisinin bunun yöntemini bulamadığını aktardı.
Geçtiğimiz Mayıs ayında yayımladığı ‘Genetik’ hakkında konuşmak, kendisinden yeni şarkısına dair detayları öğrenmek istedim. ‘Sular Dar’ albümünün pandemiye denk gelmesinin kendisini iyi etkilemediğini söyleyerek sözlerine başladı. Yaklaşık 3 yıl uğraştığı ‘büyük eser’inin kutlamasını yapamadığını, ödülünü alamadığını, ama herkes gibi onun da ev hapsinde olduğunu söyledi. Tam bu sırada, o duygu haliyle bir sürü şarkı yazmış. Kendisine başka müzikal hedefler koymuş. Orkestral tatlar barındıran, çok bölümlü ve büyük müzikler yapma fikrine ‘Sular Dar’ ile doyduğunu belirten Can Güngör, daha minimal ve net şarkılar yapma dürtüsünün oluştuğunu aktardı. Bu dürtü ve varoluşsal sorgulamalar ‘Genetik’i doğurduğunu sözlerine ekledi.
2022’de izleyip onu en çok etkileyen performansı sorduğumda bu sene her ne kadar çok konser izleme şansı olmasa da Tony Willams Quintet’in 1980’lerdeki konser videolarına çok heyecanlandığını söylemeden geçmedi. Çok üst düzey müzisyenlik ve ansambl olmasının, 5 kişinin çıkarttığı enerji ve sesin onu çok etkilediğini söyledi.
Söz konusu şarkıyla şu ana kadar yaklaşık 450 bin videonun çekildiğini belirtmem gerek. Bununla da bitmiyor, Sam Smith ve Kim Petras’ın kendi TikTok profillerinden paylaştıkları ‘Unholy’ postları 70 milyon üzerinde izlenme almış durumda. Rakamların büyüklüğü bize bir rekorun gelmekte olduğunu gösteriyor. Bunun arkasında Sam Smith’in sadık ve sağlam bir dinleyici kitlesinin olmasının yanı sıra, Kim Petras’ın da etkisini vurgulamak lazım. İkili şarkının ipuçlarını son birkaç haftadır kendi sosyal medya profillerinden verdikleri için şarkının ivmelenmesi aşama aşama bugüne kadar geldi.
Sam Smith yeni şarkısı için ‘kötü adam dönemi’nin başladığının mesajını verirken, ‘Unholy’nin kendisinin bu yeni dünyasına en iyi cevap olduğunun da altını çizmiş. Söz konusu şarkıyı Jamaika’da yaptığını belirten Smith, o dönem yaşadığı üretim tecrübesinin kendisi için unutulmaz olduğunu belirtmiş. Yeni albümünün çalışmalarını bitiren sanatçı bu dönemde kendi kurallarını yine kendisinin yıktığını, daha özgür haliyle sevenlerinin önüne çıkacağını müjdelemiş. Kim Petras ile çalışmanın, onun şarkı üretme zekasının kendisine hem çok uyduğunu hem de bunun bir onur olduğunu belirten İngiliz şarkıcı, ‘Unholy’nin insanları başkalarının sırlarının pençesinden kurtamasına iyi bir örnek olduğunu söylemiş. Şarkının 1 haftada yakaladığı başarı, bugün yayımlanacak olan video klibiyle daha da büyüyeceğini düşünüyorum. Son birkaç gündür klipten yayınlanan görüntülerle ‘Unholy’nin görsel olarak da oldukça konuşulacağı kesin gibi görünüyor.
Kings Of Convenience 2 Gece İstanbul’da!
Zorlu PSM, bugün ve yarın gece indie folk-pop denince akla gelen efsane grup Kings Of Convenience’ı Turkcell Sahnesi’nde sevenleriyle buluşturmaya hazırlanıyor. Biletleri satışa çıktığından kısa bir süre sonra tükenen konserler grubun da İstanbul’da şimdiye kadar verdiği en büyük katılımlı performansları olacağını belirtmem gerek. Daha önceki İstanbul konserlerinden unutulmaz anılarla ayrılan biri olarak, Zorlu PSM sahnesinin nefis akustiğinden ötürü sabırsızlığım bir kat daha arttı.
Grup 12 yıllık büyük bir aradan sonra geçtiğimiz sene ‘Peace Of Love’ adlı yeni albümlerini yayımlaması tüm hayranları için pandemideki en güzel olay olmuştu. Şarkı aralarında izleyiciyle iletişimde olmayı seven Erlend’in bu seferki performanslarda neler yapacağını merak ediyorum. Zorlu PSM’nin 10. Yıl Özel Etkinlikleri kapsamında iki gün İstanbul’da konser verecek olan grubun İstanbul’u çok sevdiklerini, yemeklerine hayran olup, her geldiklerinde biraz zaman ayırıp sokaklarında gezinmeyi daha önceki açıklamalarından hatırlıyorum. Bu sebeple eğer konser biletlerini kaçırdıysanız hafta sonu İstanbul sokaklarında etrafınıza dikkatli bakmanızı öneririm, hiç ummadığınız bir anda Erlend’e rastlayabilirsiniz.
Filmekimi Başlıyor!
Bu sene 21. kez düzenlenen Filmekimi müthiş bir programla 7-16 Ekim tarihlerinde İstanbul’da sinemaseverlerle yeniden buluşuyor. Son birkaç gündür programdaki filmlerin seanslarını kendi ajandama uydurmak ve daha fazla film izleyebilmek için önümüzdeki 2 haftayı doğru planlamaya çalışıyorum.
Bu sene Venedik’te En İyi Senaryo ödülünü kazanan
Zorlu PSM’nin yeni sezon açılışı, Babylon’un hafta sonu iki güne yayılan yeni sezon partisi, İstanbul Bienali ve Contemprary İstanbul ile dopdolu bir haftayı geride bıraktık.
Zorlu PSM 10. Sezonu Dopdolu!
Geçtiğimiz hafta ilk olarak Zorlu PSM’nin 10. Sezon basın buluşmasıyla başladı. Zorlu PSM Genel Müdürü Filiz Ova’nın yeni sezon detaylarını aktardığı etkinlikte Fazıl Say, Refik Anadol ve Jamal Aliyev de sahnede ufak bir söyleşiyle yer aldılar.
10. sezonun açılışı 16 Eylül akşamı dünyaca ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say’ın ‘Hayat Ağacu’ eseriyle yapıldı. İlk kez İstanbul’da dinleyici ile buluşan ‘Hayat Ağacı’ süitine dünyanın önemli çellistlerinden Jamal Aliyev eşlik ederken, Refik Anadol’un bu eserden ilhamla tasarladığı Yapay Zeka Veri Heykeli’nin de yer alması geceyi daha da özel bir anıya dönüştürdü.
Yeni sezonda 700’den fazla etkinliğe ev sahipliği yapacak olan Zorlu PSM’de yine önceki sezonlarda olduğu gibi dünyaca ünlü sanatçı ve grupların yer aldığı konserler, yerli yıldızlar ve alternatif sesler, ünlü tiyatro oyunları, müzikal, dans, opera-bale gösterileriyle dolup taşan özel bir program var karşımızda.
Dünya müzik sahnesinin büyük grupları ve müzisyenlerinden Kings of Convenience, Snarky Puppy, New Model Army, Hiromi, Travis Zorlu PSM sahnesinde dinleyicileriyle buluşacak.
Yerli sanatçıları ve dünya çapındaki sesleri bir araya getiren MIX Festival bu sene 6. kez düzenlenirken 7-8 Ekim’de Zorlu PSM’de gerçekleştirilecek. Geniş bir müzik yelpazesine sahip olan festivalde; Men I Trust, Ceza, 3pillie, Bangoverz, Can Güngör, Futuro Pelo, Geeva Flava, Gülinler, Hedonutopia, Hünkar, Kardelen, Kit Sebastian, Klor, MFY b2b Ali Özel, Opus Kink, Second, Seda Erciyes & Tuğçe Şenoğul, The Away Days, The Ringo Jets, Thomas Guerlet ve çok daha fazlası MIX Festival’da sahne alacaklar.
Her yıl müzikseveri ağırlayarak müzik, yaratıcılık ve teknolojiyi birleştiren
9 Eylül günü İzmir’den gelen Gündoğdu Meydanı’ndaki kalabalığın fotoğrafları ve videoları, konser anında nasıl bir sevgi seline dönüşeceğini hayal ederek konseri bekledim ben de. Konser vakti geldiğinde eş zamanlı birçok kanalda ve Youtube’da en iyi ses ve görüntüyü nerde yakalarım diye gezinip bu dev kalabalığın Tarkan ile buluşmasına dahil oldum.
Tarkan’ın o ilk sahneye çıkacağı an, ışıkların kapanıp sahnenin aydınlandığı saniyeler neredeyse o kalabalığın içindeymişcesine evde ekrandan izlerken oradaki adrenalin bana da geçti. Konsere ‘Yolla’ ile başlayan sanatçı en sevilen şarkılarını birbiri ardına seslendirdi. Üç şarkılık canlı yayından sonra televizyondan izlediğim yayınlar sona erince ben de birçok kişi gibi alandan paylaşım yapan kişilerin sosyal medya hesaplarından konseri izlemeye devam ettim. Youtube’da bir ara yakaladığım konser yayını o kadar iyi bir yayındı ki, ilk başta izlediğim televizyon yayınından hem ses hem görüntü açısından açık ara kaliteliydi.
Yaklaşık 2.5 saat sahnede kalan Tarkan, kendi konser geçmişi açısından da Türkiye’deki verilen halk konserleri bakımından da bir rekora imza attı. Rekor kalabalık dünyadaki benzer açıkhava konserleriyle kıyaslanırken, yerli yabancı basının da paylaşımlar yaptığı İzmir konseri bence herkesin hafızasında çok özel bir yere konumlandı. Aslında rakamların bence önemi yok, gerçekte önemli olan Tarkan’ın bu özel etkinlik ile başardığı ve yeşerttiği hep birlikte eğlenme anı olduğunu düşünüyorum. Sanatçı bu özel performansından herhangi bir gelir almamakla birlikte, sahne ücretinin tamamını Darüşşafaka, Toplum Gönüllüleri Vakfı ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na bağışlayacakmış. Konserin izleyiciyle yakaladığı o büyülü gecenin etkisi bu bağışla fayda olarak yoluna devam edecek, bu da işin bir başka sevindirici yanı oluyor.
İstanbul Fringe Festivali Başlıyor!
2.5 hafta önce İskoçya’ya ufak bir tatil için gitmiştim. Şans eseri bu seyahatte Edinburgh’daki Fringe Festivali’ne denk geldik. Aslında festivalin sonuna denk geldik demek daha doğru olur. Şehrin her köşesinde birbirinden özel performanslar, tiyatro ve müzikaller sergilendiği için sokaklar ve mekanların tamamı etkinliklerle ile dolup taşıyordu. Festivalin son günleri de olsa hem Edinburgh’ı gezip hem de denk geleceğimiz bir oyunu izlemek istedik. Kalan az biletlerden nasibimizi alarak Rob Madge’in nefis oyununu izleme şansını yakaladık. Festivalin sonuna yetiştik ama seneye başından gelelim diyerek hayaller kurduk.
İstanbul’a döndüm, birkaç gün sonra İstanbul Fringe Festivali etkinliğinin maili posta kutuma düştü. Sanırım dileğim tahminimden daha hızlı gerçekleşecek. İstanbul Fringe Festivali bu sene 17-24 Eylül tarihleri arasında Türkiye’den ve dünyadan tiyatro, dans ve performans disiplinlerinde üretilen alternatif işleri ağırlayacak.
İstanbul Fringe Festivali fikri ilk defa 2017’nin sonlarına doğru ortaya çıkmış. Festivalin doğuşu yurtdışındaki Fringe festivallerini deneyimleyip, severek takip eden bir arkadaş grubunun İstanbul’da Fringe Festivali’ni hayal etmesiyle filizlenmiş. 2019 senesinde ilk İstanbul Fringe Festivali’nin yakaladığı büyük ilgiden sonra pandeminin hayatımıza getirdiği durumla 2020 senesinde online olarak devam etmişti. 2021 senesinde hybrid olarak yoluna devam eden İstanbul Fringe Festivali hem online hem açık alanlardaki etkinliklerle izleyicisiyle buluşmuştu.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla, İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştirak şirketlerinden Kültür A.Ş.’nin Şehir Sponsorluğu’nda ve Paribu’nun resmi sponsorluğunda bu sene gerçekleşecek olan İstanbul Fringe Festivali Türkiye’nin yanı sıra ABD, Belçika, Brezilya, Fransa, Hollanda, İsrail, İtalya, Kıbrıs, Rusya, Singapur, Slovakya ve Yunanistan’dan ekipleri de ağırlayacak.
Şarkı o kadar hoşuma gitti ki hemen sıcağı sıcağına yazmak, paylaşmak istedim. Sözü ve müziği Mabel Matiz’e ait şarkı Adi Rotem ve Sabi Saltiel ortak prodüktörlüğüyle hazırlanmış.
‘Fan’ ilk notasından Sezen Aksu ‘Sarışın’ şarkısına öyle güzel bir selam çakıyor ki, Murad Güner ve Mabel Matiz’in ustaca işlediği bu özel intro melodi şarkıyı böylesine bir sürprizle başlatarak dinleyicisini ilk saniyeden kendisine hapsediyor. Şarkının beat komposizyon referansında usta müzisyen Onno Tunç’a kredi verilirken, künyede Adi Rotem tarafından kaydedilen synth, bas, perküsyon, yaylı komposizyonda Mert Kemancı, yaylılarda İstanbul Strings, elektro gitarda Sabi Saltiel, back vokallerde Tuba Önal ve Ceren Deniz’in isimleri de yer alıyor.
Mabel Matiz’in yeni bir şarkı yayımlanası demek artık klibinde bizi neler bekliyor diye heyecanlanmak için bir başka sebep anlamına da geliyor. Kıpır kıpır yerinde duramayan ‘Fan’ın en az kendisi kadar canlı ve nefis bir klibi var. Fan’ın video klibini bu denli canlı ve özel kılan bir diğer isim de klibin yönetmenliğini, sanat yönetmenliğini, styling’ini yapan Anıl Can’ın da bu ekipte olmasına bağlıyorum. Klipte Mabel’e Ecenaz Temur, Akış Ka, Uygar Utku eşlik ederken, özellikle sonlara doğru olan Furkan Yılmaz, Barış Diker ve Mabel’in dansı çok hoşuma gitti. ‘Fan’ın klibinde aralarda sol üstte görünen ‘Make Turkish Pop Great Again’ ifadesi aslında Mabel’in taşıdığı meşaleyi sözlere döküyor, onunla birlikte Türkçe pop yeniden harika bir yere doğru ilerliyor.
Nilüfer Müzik Festivali Başlıyor!
Yazın resmen bitişine az da olsa göz kırpan, sonbaharın kapısını azıcık aralayan Eylül ayına festivallerle adım atıyoruz. Eylül’e bu yıl altıncısı düzenlenen Nilüfer Müzik Festivali ile başlıyoruz. On binlerce müzik severin doğayla iç içe olacağı üç günlük çok özel bir festivalden bahsediyorum.
2-3-4 Eylül tarihlerinde Bursa Balat Atatürk Ormanı’nda düzenlenecek olan Nilüfer Müzik Festivali’nin sanatçı kadrosu festivali daha da heyecanlı kılacak. Fesivalde Editors’ın sahne alacak olması zaten bence başlı başına bir olay! Daha önceki İstanbul performanslarını izlediğim grubun ay sonuna doğru yeni albümlerini de çıkartacak olması, Nilüfer Müzik Festivali’nde yeni şarkılarını da canlı çalacaklarının sinyalini veriyor.
Editors’ın yanı sıra festivalde mor ve ötesi, The Blaze, Cem Adrian, Lola Marsh, Ceza, Bedük, Melike Şahin, KÖFN, Hey! Douglas, In Hoodies, Sena Şener, Ozbi, Jakuzi, No Land, Güneş, Islandman, Yedinci Ev, Can Kazaz, Second, Adamlar, Kolektif İstanbul, Yüksek Sadakat, Mode XL, Yaşlı Amca, Evdeki Saat, The Away Days, Sedef Sebüktekin, Hedonutopia, Mert Demir ve Batu Akdeniz sahne alacak.
Bu yıl altıncısı düzenlenen Nilüfer Müzik Festivali’nde müzik ve eğlencenin yanı sıra çevrenin ve ekolojik dengenin korunması amacıyla bu yıl da Nilüfer Belediyesi’nin ‘İklim Yılı’ teması çerçevesinde festival katılımcılarına sorumluluk aşılayacak etkinliklerin de hayat bulacakmış.
Önceki hafta, sıradan sıcak bir İstanbul gününde, ben klima altında kendime serinlik ararken, Midlake’ten Eric Pulido da arabasından bağlanarak nefis bir söyleşi yaptık. Teksas’ta kurulan ve müzikal yolculukları yaklaşık 20 yıldan uzun süredir devam eden Midlake’in Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’a da uğramaları bizi bir araya getirdi.
Grubun geçtiğimiz Mart ayında yayımladıkları ‘For The Sake of Bethel Woods’ Midlake’in 9 sene sonra çıkarttıkları 5. albümleri ile konuşmamıza başladık. Bu kadar zaman sonra bir albümle geri dönmenin duygu yoğunluğunu öğrenmek istedim. Eric Pulido arada geçen bu zamanın grubun tüm üyeleri için gerekli bir zaman olduğunu, kendi solo projelerine odaklandıklarını, sevdiklerine ve ailelerine zaman ayırdıklarını, özetle kişisel bir dönem olduğunun altını çizdi. Böyle bir dönemden sonra birlikte bir albüm kaydetmenin mutluluğunun tarifsiz olduğunu, onları çok iyi hissettirtdiğini belirtti. 9 yıl sonra yeniden birlikte şarkı üretmenin aslında bir anlamda bisiklete binmek gibi bir his olduğunu söyleyen Pulido, stüdyo sürecinin onlar için sürpriz olmadığını, kendilerine ek bir stress de eklemediğini, oldukça rahat çalıştıklarını aktardı. Eric Pulido arkadaşlarıyla birlikte müzik yapmanın, üzerlerinde herhangi bir baskı olmadan üretmenin tam anlamıyla bir yenilenme hissi yaşattığının önemini vurguladı.
Pandemi döneminde bir albüm yapmanın detaylarını sorduğumda Eric Pulido bunun bir anlamda onlar için umut ışığı olduğunu söyledi. Pandemi kısıtlamaları sebebiyle kapalı kalmanın zorunluluğu bir yana onların bu dönemde stüdyoda bir arada olmalarının kendileri açısından oldukça pozitif bir etki yarattığını belirtti. Tüm dünya nasıl bulacağını bilemediği bir umudu ararken bu dönemde müzik yapacak şansı yakalamış olmaktan ötürü çok şanslı olduklarını da eklemeden geçmedi.
Midlake'in beşinci albümü, Jess Chandler’in kısa süre önce vefat eden babanın yasını tutan, bir arada olmanın huzurunu vurgulayan ve dinleyicisini Woodstock’a götüren dokunaklı bir sanat eseri. Albümün kapağında Jess Chandler’ın babası Dave Chandler’ın yer almasının hikayesini bir de Eric’ten duymak istedim. Dave Chandler, 16 yaşındayken 1969 senesinde Woodstuck’a katılıyor. Kısa süre sonra o festivalden bir belgesel yayımlanıyor. Belgeselde Dave Chandler’ın Woodstock kalabalığı ve karmaşası içinde mutlu bir şekilde festival alanında kalabalıkta oturan görüntüsü yer alıyor. Bu kare grubun hafızasında senelerdir yer eden özel bir anmış. Dave ile hayattayken Woodstock deneyimini, 16 yaşında o alanda olmanın heyecanını konuştuklarını aktaran Eric, bu sohbetin hafızalarında her daim yer ettiğini aktardı. Dave Chandler’ın vefatından kısa bir süre sonra Jess’in rüyasında babasını görmesi, rivayete göre rüyada Dave’in Jess’e Midlake’in tekrar bir araya gelmesi gerektiğini ve müzik yapmaya yeniden başlamalarını söylemesi, ‘For The Sake Of Bethel Woods’un kıvılcımını yakıyor. Albümün kapağında Dave Chandler’ın Woodstock Festivali’nin belgeselindeki görüntüsüyle yer alması da bu duygusal durumun müziklerine de yansımasına sebep oluyor.
Eric yeni albümlerinin kendileri açısından oldukça kişisel bir yerde durduğunu anlatarak sözlerine devam etti. Albümün kapağına, üretimine ve ‘Bethel Woods’ şarkısına Dave Chandler ilham olduğu gibi, grubun davulcusu McKenzie Smith’in oğlunun yaşadığı nadir bir sağlık sorunundan ötürü ona da bir şarkı yaptıklarını söyledi. Hayatlarının şu an oldukları noktasında yaşadıkları bu kadar kişisel durumları dinleyicileriyle şarkıları üzerinden paylaşmaktan korkmadıklarını vurguladı.
İstanbul’a daha önce de birkaç kere gelen grup bir önceki performanslarında Neil Young’ın da sahne aldığı etkinlikte konser verdikleri için ne kadar mutlu olduklarını belirtirken, yeniden Türk izleyicisiyle bir araya gelecek olmalarından ötürü çok heyecanlı olduklarını belirtti. Türk izleyicisinin bunca zamandır gruba karşı hep yakın davrandığını ve ilgilerinin onlar için paha biçilmez bir değerde olduğunu aktaran Eric, 6 Eylül’deki Zorlu PSM konseri için gün saydıklarını söyledi.
20 yıllık bir geçmişten sonra, grup olarak yaşadıkları çalkantılardan, yayımladıkları albümlerden, çıktıkları turnelerden sonra nasıl bir yolda ilerlemeyi hayal ettiklerini öğrenmek istedim. Eric mümkün oldukça bir arada kalarak daha aktif olmaya çalışacaklarını söylerken, daha fazla ara vermeden sık üretimlerle dinleyicilerine ulaşmaya devam etmeyi istediklerinin müjdesini verdi.
Nick Cave ile İKSV 50 Yaşında!
Aylar öncesinde biletleri satışa çıkan ve dakikalar içinde tükendiği için herkesi şoklayan, üstelik bir değil iki gece üst üste Zorlu PSM’de sahne alması büyük olay olan etkinlikten bahsediyorum. Hatta arttırıyorum grubun 3 senedir ilk defa tura çıktığı ve konser verdiği ilk konser İstanbul konseri olmasının da altını kalın kalın çiziyorum. Heyecan katmanları üst üste olduğu için bu konser gerçekten bu senenin en imza işlerinden biriydi. Bunu en başta söyleyerek buraya not düşmek istedim.
Beklenen oldu. Takvimler 9 Ağustos’u gösterdiğinde aylardır Arctic Monkeys hasretiyle yanıp tutuşan hayranları konser günü erkenden soluğu Zorlu PSM kapılarında aldılar. Konser saatinden önce mekanın kapılarında sıra bekleyen grubun hayranları, konserde onları en önde, en yakından izlemek için tüm fedakarlığını gösterdiler. Bu kalabalığın fotoğraflarını gördüğümde bu heyecana içimden ortak olsam da, akşam konser için mekana gittiğimde neden erkenden gittiklerini genel kalabalığı gördüğümde anladım. Konserin sahne üstü bölümünde kalabalığın arasında kendine yer bulanlardandım, sahne üstü gerçekten full kapasite doluyken buna ek olarak oturarak izleyen bölümde aynı şekildeydi.
Arctic Monkeys öncesinde ‘Inhaler’ sahne aldı. Tüm performanslarını izleyemesem de son 2 şarkıda yetişebildim. Grubun 9 şarkılık performanslarının sonuna yetişsem de bir başka konserlerinde daha odaklı bir şekilde izlemeyi kendime not aldım. Arctic Monkeys vakti geldiğinde ve grup sahneye adım attığında Zorlu PSM resmen çığlıklardan yıkıldı. Konserin açılışını ‘Do I Wanna Know?’ ile yapan İngiliz grup ilk birkaç şarkıda oldukça ciddiydiler. Bu ciddiyeti sanırım o gece Zorlu PSM’yi dolduran muhteşem izleyici kırdı. Her şarkıda dev bir koro gibi gruba eşlik eden kalabalık gecenin güzelliğini perçinledi. Öyle ki Alex Turner şarkıların arasında birçok kere ‘muhteşemsiniz’ diyerek izleyicisine iltifatlar yağdırdı.
21 şarkılık rock’n roll gecesinde ‘505’in söylendiği an konserin en tepe yaptığı özel anlardan biriydi. Bu şarkının hemen ardından bis için sahneye geri geldiklerinde ‘Cornerstone’, ‘I Bet You Look Good On The Dancefloor’ ve gecenin sonunda ‘R U Mine?’ ile aylardır onları merakla bekleyen izleyicisine muhteşem bir kapanışla bu harika performansı en güzel yerde noktaladılar.
Ezgi Alaş’ın Müzik Dünyası
2018 senesinde Bora Uzer ‘Benim Umrumda’ albümünü yayımlamıştı. GTR Deneyevi Stüdyosu’nda kendisiyle nefis bir söyleşi yapmıştık, kısa süre sonra da albümün lansmanı için Bomontiada Babylon’a gitmiştim. O gece Bora Uzer vokalistlerinden Ezgi Alaş’ı ilk defa dinlemiştim. Hala aklımda olan muhteşem bir Alicia Keys cover’ı seslendirmişti. O günden Ezgi’yi hafızamda sabitlemiştim.
Bundan birkaç hafta önce Ezgi ile telefonda konuşurken o geceki performansından ne kadar etkilendiğimden bahsederek söyleşimize başladık. 4 sene sonrasında Ezgi Alaş ile onun dünyasını daha derinlemesine öğrenmek için bir araya geldiğimizde konuşmayı çocukluğunda müzik ile bir araya geldiği o ilk andan başlattık.
Ailesinin neredeyse 1 yaşında müziğe olan etkisini anlamaları her şeyin başlangıcı olduğunu söyleyen Ezgi, emekleyerek televizyon yanına giderek şarkıların son hecelerini tekrarlıyormuş. 3 yaşında org çalmaya başlayan Ezgi, konservetuara hazırlanırken tiyatro ve müzik arasında gidip gelse de, kararını müzikten yana kullanmış. Yine küçük yaşlarda bale ile de ilgisi yoğun olsa da, daha sonra odağını müzikten yana kullanan Ezgi her zaman dansın onun için çok önemli olduğunun altını da çizmeyi atlamadı. Klasik piyano eğitimini orta okul döneminde alan Ezgi Alaş, üniversite döneminde Bilkent Üniversitesi’nde opera bölümüne gidiyor. Opera bölümüne ve biraz da Ankara’ya alışamayıp İzmir’e giderek Yaşar Üniversitesi’nde Caz okuyarak yoluna devam etmiş. Yurtdışındaki vokal yarışmalarında İtalya’da birincilik kazanırken, Romanya, Gürcistan, Makedonya, Litvanya, Letonya gibi ülkelerde de Türkiye’yi temsil ediyor.