15 şarkılık dev albüm şiir ile başlayıp şiir ile kapanıyor. Sony Müzik Türkiye etiketiyle yayımlanan albümün prodüktörlüğü Sıla’ya ait. Albümün yayımlanmasından bir hafta önce ‘şarkıcı’ şiiriyle dinleyiciyi karşılayan Sıla, geçtiğimiz hafta tüm albümü paylaştı. İlk teklinin yayımlanmasından hemen bir sonraki hafta albümün çıkmasından ötürü bir dinleyici olarak inanılmaz mutlu olduğumu belirtmeliyim.
‘Velhasıl’ albümün çıkış şarkısı olarak Bedran Güzel yönetmenliğinde bizi ‘Şarkıcı’ albümüne ısındıran ikinci video klip oldu. ‘Şarkıcı’ albümü Sıla’nın 7. stüdyo albümü, bu albümü dinledikten sonra önceki albümlerini de kısa da olsa ziyaret ettim. Böyle anlarda sanatçının seneler içindeki ilerleyişini, şarkılardaki yarattığı etkiyi, müziğinin farklılaşıp büyümesini çok daha canlı bir şekilde fark ediyorum.
Sıla’nın ilk albümünün 2007 yılında çıktığını düşünürsek seneler içinde yayımladığı albümleriyle 15 senelik müzik kariyerinin verdiği tecrübeyle ‘Şarkıcı’yı dinlemek başka bir pencere açtı bende. Bu açıdan bakınca müzikal tarzı açısından oldukça zengin bir albüm var karşımızda. Tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi, albüm dinlemenin keyfini hakkıyla teslim ediyor olması ‘Şarkıcı’ için bir diğer önemli nokta olduğunu düşünüyorum. Teklilerin hakim olduğu günümüz müzik dünyasında Sıla’nın anlattığı hikaye ormanına ‘şarkıcı’ albümüyle dalmak, her şarkıda bir başka detay fark etmenin heyecanı gerçekten de özlediğim duygulardı.
Yıldızlar: kalksın uyuyanlar, velhasıl, başgan, arz, sen ağla, yemyeşil, suskun, metelik, öpücük ve kurabiye
Oscar’ımı Verdim Gitti: sek, ansızın, altango
Kat Frankie’den Shiny Things
Kat Frankie ile yani albümü ‘Shiny Things’in yayımlanmasından kısa bir süre önce bir araya geldik. Pandeminin bitmesinin ardından bu zor dönemi nasıl atlattığıyla başlamak istedim. Kendi izolasyon döneminin çok inişli çıkışlı bir dönem olduğunun altını çizen Kat Frankie, üretim anlamında ona katkı sağladığı için bir anlamda iyi geçirdiğini belirtti. Bazı günler kimseyle hiç konuşmadan sadece müzikle uğraştığı için psikolojik olarak zorlandığını aktaran sanatçı, artık kısıtlamalar ve sokağa çıkma yasakları olmadığı için çok mutlu olduğunu büyük bir sevinçle söyledi. Kat Frankie’nin ne zaman ilk müzikle buluştuğunu sorduğumda çocukken 4-5 yaşlarında şarkı söylediği videolarının olduğunu aktardı. Küçük yaşlarda kendi kendine şarkılar uydurduğunu söyleyen Kat Frankie, bir yanının her zaman müzikle ilgili olduğunu o zamanlardan beri bildiğini belirtti. Aslen tasarımcı olan, üniversitede bu alanda eğitim alan ve sonrasında da iş hayatına atılan sanatçı 2004’te Berlin’e geldikten sonra hayatındaki değişimin başladığını aktardı.
Kat, Berlin’in sanat bakışının, insanların birlikte üretmeye olan açıklığının kendisine büyük deneyim kazandırdığını belirtirken, Avustralya’ya dönmeden 17 yıl burada kalmasını en iyi bu şekilde özetleyebildiğini belirtti.
Geçtiğimiz sene All Access Youtube söyleşisi yaptığımızda bu albüm için pandemi döneminde birçok gün ve gecesini stüdyoda geçirdiğini belirten sanatçı, o günden bu yana yayımladığı tekliler ve klipleriyle adım adım ‘Umudun Arka Yüzü’ne bizleri hazırlamıştı.
7 şarkılık ‘Umudun Arka Yüzü’nün tanıtım şarkısı albümün ilk şarkısı olan ‘Mortingen Şıtraze’ oldu. Yakın dönemde tekliler olarak çıkarttığı ‘Yine’, ‘Dünya’, ‘Ateş’, ‘Kanarya’ albümde yer alırken kapanış şarkısı Can Baydar’ın ilk solo çalışması olan ‘Ömür Dedikleri’nin akustik versiyonu olmuş.
İlk solo albüme adını veren ‘Umudun Arka Yüzü’ albümün incisi olarak ilk duyduğumdan beri sürekli tekrar şekilde dinliyorum. Tüm şarkıların söz ve müziği Can Baydar’a aitken, şarkıların düzenlemesinde Can Baydar’a Cem Şahin, Efe Demiral ve Harun Tekin eşlik etmiş. Mix ve mastering ise Erim ve Evrim Arkman ellerinden çıkarak bize ulaşıyor.
Bu albümün Can Baydar için öneminin büyük olduğunu düşünüyorum. Gece grubuyla yaptığı çalışmalardan sonra solo olarak yola devam etmesi ve bu yolun ilk büyük ürününü şimdi yayımlaması kendisi için bir başka dönüm noktası olarak görüyorum. ‘Umudun Arka Yüzü’ özellikle de pandemi dönemiyle birlikte geçirdiğimiz zor günlerin sonrasında yeniliklere, aydınlığa doğru bir adım olduğunu hissediyorum ve diliyorum.
28 Mayıs’ta İnönü Stadyumuna Hazır Mıyız?
Duymayan, bilmeyen hatta dinlemeyen kalmamıştır diye düşünüyorum, mor ve ötesi birkaç ay önce 8. stüdyo albümleri ‘Sirenler’i yayımlamıştı. Bu nefis albümü bir konserle taçlandırarak canlı izlemek için gerçekten sabırsızlanıyordum. Dilekler gerçek oldu, mor ve ötesi bir stadyum konseriyle bize unutulmaz bir gece yaşatmaya hazırlanıyor. 28 Mayıs’ta İnönü Stadyumu’nda gerçekleşecek olan mor ve ötesi konseri özellikle de pandemi sonrası müthiş bir buluşma olacak.
Madonna, Metallica ve Michael Jackson gibi efsane isimlerin de konserlerine ev sahipliği yapan İnönü Stadyumu şimdi mor ve ötesi için çok özel bir konsere şahitlik edecek. Stadyum yıkılıp yeniden yapılmadan önce en son Rihanna konserinde bu büyülü atmosferi yaşama şansına sahip olmuştum. O kalabalığın verdiği enerjiyle konser bir başka güzel olduğunu bildiğim için mor ve ötesi’nin performansını hayal ettikçe çok heyecanlanıyorum. 2 haftadan kısa bir sürenin kaldığı bu özel performans için ajandalarınızda yer açın!
Yeni Çıkış
7 şarkılık ‘Paralel Evrende Dünya Tarihi’ Nova’nın deyimiyle dinleyicisini her şarkıda başka bir tarihi döneme ve coğrafyaya ışınlıyor. Nova Norda’yı bugüne kadar merakla ve heyecanla takip eden tüm dinleyicilerinin uzun zamandır sayıkladığı albüm artık bizlerle. Albümden ilk yayımlanan tekli ‘Zorba’nın ardından çok da beklemeden ikinci tekli ‘Peşindeyim Kendimin’ yayımlanmıştı. Özellikle ikinci tekli ‘Peşindeyim Kendimin’ Nova Norda’nın albümdeki onu en çok motive eden şarkılardan biri olduğunun altını çizdiğini belirtmem gerekiyor.
Nova Norda’nın bu zamana kadar bağımsız bir şekilde üretimlerini sürdürmesi bence başlı başına büyük bir olay. Üzerine bir de ilk albümünü de bağımsız bir şekilde yayımlaması kesinlikle ayrıca bir takdiri hak ediyor.
Paralel Evrende Dünya Tarihi’nin prodüktör koltuğunda Tuna Erlat oturuyor. Şarkıların mix’ini de Tuna Erlat yapmış, kayıt Kaan Arslan, mastering ise Erim Arkman imzasıyla bize ulaşıyor. Nova Norda böylesine zor bir süreci işini çok iyi yapan harika bir ekiple birlikte hazırlamış. Albümün ilk video klibi ‘Zorba’nın yönetmenliğini Ali&İpek üstlenirken, albümdeki diğer şarkılar için nefis animasyon videolar hazırlanmış. ‘Peşindeyim Kendimin’ videosundaki illüstrasyon Dünya Atay’a, ‘Bela’ videosundaki illüstrasyon Ozan Atalay’a, ‘Yüreğim Ellerinde’ videosundaki illüstrasyon Eylül Deniz Ergun’a, ‘Pelin’ videosundaki illüstrasyon Hande Koçhan’a, ‘Sarhoşsun Dünya’ videosundaki illüstrasyon ise Sim Onay’a aitken tüm bu videoların animasyonunu ise Maya Kurdoğlu üstlenmiş. Albümün müzikal zenginliği ve renkliliği bir yana özellikle videolardaki bu ince işçilik ve detaylar beni inanılmaz etkiledi. Büyük bir sabırsızlıkla konserleri bekliyorum!
Yıldızlar: Peşindeyim Kendimin, Yüreğim Ellerinde, Zorba
Oscar’ımı Verdim Gitti: Pelin, Sarhoşsun Dünya
Kings Of Convenience Geliyor!
30 Eylül ve 1 Ekim olmak üzere iki akşam üst üste Kings Of Convenience İstanbul’a geliyor!
Zorlu PSM
Yeni albümün şarkılarını pandeminin yarattığı izolasyon döneminde kaleme alan sanatçı, New York’ta Jack Antonoff ile birlikte kaydetmiş. Glass Animals’ın solisti Dave Bayley’in de büyük rol oynadığı yeni albümün sırasıyla yayımlanan teklileri; ‘King’, ‘Heaven Is Here’, ‘My Love’dan sonra dün de ‘Free’ dinleyicisiyle buluştu.
‘Free’ sanatçının özellikle de pandemi döneminde kendisini yoğun bir şekilde etkisine alan kaygıyla mücadele durumunu anlatıyor. Florence’in rock coşkusunu en yoğun vurguladığı ‘Dog Days Are Over’, ‘Shake It Out’ a kardeş gibi duran ‘Free’ yeni albüm ‘Dance Fever’ın gerçek anlamdaki dans ateşini başlatıyor.
Yeni teklinin video klibinde Florence’e ünlü İngiliz oyuncu Bill Nighy de eşlik ediyor. Klipte Bill Nighy sanatçının kaygısını canlandırırken, Florence kendisini oynamış. Pandemi sonrası yeniden bir albümle ve turne ile sevenleriyle buluşacak olmasının kendisi için ne kadar önemli olduğunu dile getiren sanatçı, özellikle geçirdiğimiz zor 2 sene sonrasında yeniden sahne alacak olduğu için haliyle mutluluğunu her fırsat bulduğu söyleşide anlatıyor. Keşke bir sürpriz olsa da ‘Dance Fever’ ile Florence + The Machine İstanbul’a da uğrasa!
George Michael Belgeseli
George Michael’ın hayatını ve kariyerini anlatan belgesel George Michael: Freedom Uncut 22 Haziran’da özel bir gösterimle vizyona giriyor.
Sanatçının ‘son çalışması’ olarak lanse edilen bu belgeselde David Austin ile birlikte filmin yardımcı yönetmeni olarak künyede yer alıyor. 2016’daki vefatından önce filmin yapımında yoğun bir şekilde yer alan George Michael, bu belgesel ile müzik kariyerine ve özel hayatına yeni ve farklı bir bakış kazandıracağı konuşuluyor.
‘Freedom Uncut’, sanatçının 1987 yılında solo çıkışı Faith'in piyasaya sürülmesinin ardından hayatının ve kariyerinin çalkantılı ama yaratıcı bir şekilde verimli dönemini anlatırken, devamında 1990'daki Without Prejudice, Vol. 1 albümüyle yaşadığı dönemine de ışık tutacakmış. Ayrıca söz konusu belgesel, sanatçının müzik kariyerinin yanı sıra, Anselmo Feleppa ile olan ilişkisini ve onu çok etkileyen annesinin ölümüne dair bölümler de içeriyormuş.
Gazapistan
Sözü ve müziği Mabel Matiz’e ait olan yeni şarkının düzenlemesini Alaca üstlenmiş. Şarkının geçen haftaki lansman partisinde Alaca yani Ata Bornova ve Mehmet Mutlu ile çalışmaktan ötürü mutluluğunu dile getiren Mabel Matiz, dinleyicisine yine yepyeni bir ses ve tarz evreninden sesleniyor. Pose Records etiketiyle yayımlanan şarkının kapak çalışmasında ‘Hanfendi’ teklisinde olduğu gibi yine Şilili sanatçı Maria Jesus Contreas imzası yer alıyor.
‘Kavşaklar’ın video klip çalışması çekildiği mekân sebebiyle benim için ayrı bir anlam ifade ediyor. Eski Asmalı Mescit Babylon’un şimdilerde yeni adıyla Blind’da çekilen ‘Kavşaklar’ın video klibi daha önceleri bu mekânda onlarca anısı olanlara, izlediği ve unutamadığı konserlerin ev sahibi olmasından sebeple daha da özel hissettiriyor. Cenan Çelik’in yönetmenliğini üstlendiği, sanat yönetmenliğini ve styling’ini Anıl Can’ın yaptığı klipte Mabel özellikle giydiği nefis kıyafetlerle ışıl ışıl parlıyor.
Mabel Matiz’in yepyeni tarzlarda şarkılar üretmeye devam etmesi, müziğini yenileyerek hem de hiç tekrara düşmeden her zamanki kendine has hikâye anlatımını sürdürmesi, beni her yeni yayımladığı şarkısında yeniden büyülüyor.
Şimdiye dek yayımladığı albümleri bir yana özellikle Maya’dan sonra Mabel’in hikayesini anlatma biçimi çok daha modern ve özel bir yoldan devam ediyor. Son 1.5 senedir yayımladığı yeni şarkılarında kendi akımını yeniden yaratan sanatçı, sözleriyle hem kendi tarihini yeniden yazıyor hem de müziğiyle Türk pop müziğinde kendine ait çok özel bir yer inşa ediyor. Sanatçının henüz pişmekte olan yeni albümü, şimdiye kadar yayımladığı teklilere bakınca sunacağı yeni dünyasıyla bizleri yine çok şaşırtacağa benziyor.
Gökhan Türkmen – Mahşer
Gökhan Türkmen geçtiğimiz hafta nefis yeni şarkısı ‘Mahşer’i yayımladı. Sözleri müzisyen ve oyuncu Mert Carim’e, bestesi Gökhan Türkmen’e ve düzenlemesi Alper Anık’a ait şarkı duygusal açıdan sizi tek dinlemede kendi kontrolüne alıveriyor.
2021’de yayımladığı ‘7’ albümündeki dans dolu, funk dünyasından sonra Gökhan Türkmen şimdi bizi ustası olduğu duygusal, melankoli denizinde yüzdürüyor. Duygu yoğunluğu oldukça yüksek, aralarda arabesk ezgileri duyabildiğiniz, nostaljik dokunuşların yer aldığı ‘Mahşer’ sanatçının şarkıları arasında çok özel bir yere sahip olacağını düşünüyorum. Şarkının introsunu kaç kere dinlediğimi bilmiyorum ama gerçekten de bayıldığımı söylemeliyim.
Mahşer’in klibi Address Hotel’de 20 kişilik bir ekiple çekilmiş. Görüntü yönetmenliğinde Varol Şahin imzası yer alırken, klibin yönetmenliğini sanatçının birçok projesinde birlikte çalıştığı Murat Joker üstlenmiş. Klipte Gökhan Türkmen’e oyuncu Naz Çağla Irmak eşlik ediyor.
‘Never Let Me Go’ albümü ile birlikte grup artık 2 kişi olarak yoluna devam ediyor. 2015 senesinde grubun bateristi olan Steve Forest gruptan ayrılmıştı. Brian Molko ve Stefan Olsdal olarak Placebo belki az kişi olsalar da daha öz olacaklar diye düşünüyorum. Böyle düşünmemin ardında şu sıralar dinlemekten kendimi alamadığım yeni albümleri var. Çünkü grup yeni şarkılarında tıpkı önceden de olduğu gibi hiçbir konuda lafını esirgemiyor. Teknolojiye, doğanın yok olmasına, tüketime, sosyal medyaya dair düşüncelerini ‘Never Let Me Go’da filtresiz bir şekilde dile getiren Placebo aslında ilk günden bu yana popülerlik kaygısına dair en ufak bir değişim geçirmeden ilerliyorlar. ‘İnsanlar sosyal medyada kendilerini ve hayatlarını paylaşıyorlar diye benim de hayatımı tüm dünya ile paylaşma zorunluluğum olduğunu düşünmüyorum’ diye belirten Molko bu durumu kendisi için oldukça net bir şekilde özetlemiş.
‘Never Let Me Go’ yaratıcılık süreci açısından herhangi bir kontrol ya da kısıtlamaya girmeden yapılan bir albüm olması sebebiyle hayranları tarafından ‘Without You I’m Nothing’ albümüyle eş değer bir seviyede değerlendiriliyor. Yeni şarkıları parça parça kaydetmek ve birleştirmek yerine tüm kayıtları aynı stüdyoda yapan Placebo, özellikle kayıt anlamında önceki çalışmalarına kıyasla alışılmışın dışında bir çalışma modeliyle ilerlemişler.
Brian Molko’nun yeni albümdeki şarkı sözlerinde kariyerinin en özel işlerine imza attığını düşünüyorum. Sanatçı yeni şarkılarda tüm insanlığa dair durum ve sorunlara dikkat çekerken, özellikle hayvanların özgürlüklerine dair vurgusu beni çok etkiledi.
Hayattaki büyük soruların cevaplarını ararken aslında müzik bize bu yolda bir yol gösterici. Ya da diğer bir deyişle hayatın anlamını müzik ve sanat ile daha farklı pencerelerden görebiliyoruz. Ben bunu biraz da senelerdir takip ettiğimiz sanatçı ve grupların yardımıyla yaptığımızı düşünenlerdenim. Placebo da bu gruplardan birisi benim için. Nerdeyse 27 senedir müzikleriyle bize büyük bir hediye veren Placebo yeni albümüyle hala burada olduklarını çok net bir şekilde gösteriyorlar. Bu yaz Temmuz’da Zorlu PSM’deki konserlerini özellikle de böylesine nefis bir albüm sonrası büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum.
Yıldızlar: Beautiful James, Happy Birthday In The Sky, Try Better Next Time, Sad White Reggae
Oscar’ımı Verdim Gitti: The Prodigal, Twin Demons, Went Missing, Fix Yourself
Güneş – Atlantis
Güneş
Dans odağında, pop müziğine 80’ler ve 90’ler çerçevesinden kendine has bir bakışla hazırlanmış nefis bir albüm var karşımızda. ‘Crash’ın ilk habercisi tekli ‘Good Ones’ geçtiğimiz yıl Eylül ayında, ‘New Shapes’ teklisi yine geçtiğimiz yıl Kasım ayında, ‘Beg For You’ bu sene Ocak ayında ve ‘Baby’ ise Mart ayının başında yayımlanmıştı. Yeni albümde Christine And The Queens, Caroline Polachek ve Rina Sawayama düet yapan Charli XCX, prodüktör koltuğunda Oscar Holter, Digital Farm Animals, Ian Kirkpatrick, Justin Raisen, Jon Shave, Mike Wise gibi zengin bir kadroyla şarkılarını hazırlanmış.
Geçtiğimiz sene kaybettiği yakın arkadaşı SOPHIE’nin acısını ve yokluğunu bu albümün her aşamasında hissettiğini belirten Charli XCX, SOPHIE’nin kendisini şampiyon gibi hissettiren çok özel bir ruh olduğunu yeni albümü için yaptığı her söyleşide belirtmiş. Bu albüm için yaptığı şarkıları kendisine dinletemese de, özellikle üretim sürecinde kulağında, aklında her an Sophie’nin sesini duyarak şarkıları hazırladığını söylemiş. Charli XCX ‘Crash’ ile belki de kendi pop janrasını bir anlamda yeniden keşfediyor diyebilirim. Temelinde her ne kadar 80’ler ve 90’lar dans müziği olsa da ‘Crash’i baştan sonra dinlediğinizde sonunda size kalan tortuyla Charli XCX’in yarattğı bu özel tılsımı net bir şekilde hissediyorsunuz.
Yıldızlar: Good Ones, Beg for You, Baby, Constant Repeat
Oscar’ımı Verdim Gitti: Lightning, Yuck
Yeni Çıkış
Can Baydar – Dünya
Can Baydar yeni şarkısı ‘Dünya’yı geçtiğimiz hafta yayımladı. Avrupa Müzik etiketiyle çıkan şarkının sözü ve müziği sanatçının kendisine ait. Can Baydar bu sefer önceki şarkılarından biraz daha farklı bir bakışla, ayrımcılık ve özgürlük hakkında bir şarkıyla dinleyicisinin karşısına çıkıyor.
Düzenleme ve elektrik gitarda Can Bayrdar’a Cem Şahin eşlik ederken, miks ve mastering’i ise Evrim Arkman üstlenmiş. Şarkının geri vokallerde bence her zaman vokaliyle şarkıları ayrı bir aydınlığa taşıyan Fatma Turgut da yer alıyor. Pandemide röportaj yaptığımızda Can Baydar, solo albümü için birçok şarkı yaptığını, belli aralıklarla bu şarkıları dinleyicisiyle paylaşacağını söylemişti. ‘Yangın Yeri’ ve ‘Ömür Dedikleri’nden sonra paylaştığı ‘Ateş’ ve ‘Yine’ teklileri bizi Can’ın solo albümüne adım adım hazırlarken ‘Dünya’ bence sanatçının şimdiye kadar yayımladığı şarkıları arasında samimiyeti ve netliğiyle çok özel bir yere sahip diyebilirim.
2013’ten bu zamana o kadar çok şey değişti ki, ilk aklıma gelen soru da bununla ilgili oldu. Bir fırsat olsa, 9 sene öncesine yeniden gitme şansı olsa, neyi değiştirmek isteyeceğini öğrenmek istedim. ‘Hayatı biraz daha yavaş yaşamak isterdim’ diyerek sözlerine başladı. Çok hızlı bir hayat yaşadığı için, gezmek görmek istediği, hayatın tadını daha doyasına çıkartmak istediği anları epey kaçırdığını, mutlaka bunu telafi etmek isteyeceğini söyledi. John Grant gibi oldukça duygusal ve kişisel şarkılar yapan bir sanatçının bu şarkıları sahnede defalarca söylediğindeki duygusunu, ona hissettirdiği acı, hüzün ya da rahatlamaya dair hislerini sordum. Bu şarkıları söylerken herhangi bir acı hissetmediğini, daha çok söylemek istediğini müziğiyle ifade edebilmenin mutluğu ve huzuru olduğunu söyledi. ‘Fireflies’ şarkısını sahnede söylediğinde aklına hep ailesinin geldiğini ve bunun ona acı verdiğini itiraf eden sanatçı, diğer yandan şarkıları sahnede söylediğinde izleyicisinin tepkilerini görmenin, şarkıların onlardaki yansımasını görmenin hepsinden daha farklı bir mutluluk verdiğini aktardı.
John Grant’i birkaç sıfatla anlatmak gerekirse bunların başında açık sözlülüğü gelirdi sanırım. Özellikle bu yanının ne zaman ortaya çıktığını, kendisini bildi bileli bu denli içten biri olup olmadığını sordum. Çocukluğundan beri insanlarla hep sıcak ilişkiler kurmak istediğini, bu sebeple de oldukça girişken ve arkadaş canlısı bir yapıda olduğunu belirten John Grant, küçük yaşlardan itibaren aslında bir performans sanatçısı olmayı hedeflediğini belirtti. 16 yaşındayken okulda zor zamanlar geçirdiğini söyleyen sanatçı, kendisini olduğu gibi ifade edememenin ağırlığını artık kaldıramadığını ve değişiminin o gün orada başladığını söyledi. O günden sonra bir daha da eskisi gibi olmadığını, kendisinden artık utanmadığı için bu kararı aldığı günün kendisini için çok önemli olduğunu vurguladı. Son zamanlarda o güne, o zamana dönmeye çalıştığını fark ettiğini de sözlerine ekledi.
Pandemi tecrübesini konuşmadan geçmek olmazdı. Her şeyin değişime uğradığını söyleyen sanatçı, en çok da müzik dünyasının yara aldığının altını çizdi. Sanatçıların belki de tek gelir kaynağı olan performansların uzunca süre yapılamamasının, sonra da kısıtlı yapılmasının kendisi de dahil olmak üzere birçok sanatçı ve müzik emekçisini zor duruma soktuğunu vurguladı. Dijital müzik platformları özelikle bu dönemde her zamankinden daha çok dinlenerek daha fazla gelir kazansa da, bu gelirin sanatçıya çok da yansımadığını üzülerek itiraf etti. Hatta tam da bu yüzden belki de daha önceleri hiç çalışmadığı kadar çok çalışacağını söyleyen John Grant, bunun taze bir başlangıçtan ziyade gelirini normal düzeye getirebilmesi için zorunlu bir çalışma modeli olacağını aktardı. Geçtiğimiz sene yazın yayımladığı 5. albümü ‘Boy From Michigan’ın üretim sürecinin oldukça sancılı ve zor olduğunu belirten John Grant, deyim yerindeyse içindeki her şeyi bu albüme akıttığını söyledi.
Elton John’un Övgüleri
Geçtiğimiz yaz The Guardian için Elton John ile yaptığı söyleşinin ona hissettirdiklerini merak ettim. Röportajda Elton John, John Grant’in yaptığı müziğin ona Nick Cave’i hatırlattığını söylerken, ikisinin de çok güzel, dürüst ve canlı bir müzik yaptığını söylüyor. Tüm benliklerini sanatlarına aktardıklarını vurgulayan Elton John büyük bir John Grant hayranı olduğunu belirtirken son albümü ‘Boy From Michigan’ın en sevdiği albümü olduğunu da belirtmeden geçmiyor. John Grant hem bu övgü dolu sözleri, hem de Elton John ile olan ilişkisine hala inanamadığını aktardı. John Grant şaşkınlık ve inanamama halinin devam ettiğini vurgularken, Elton John’un bu sözlerini haketmeye devam etmek için aynı yolda devam ederek müzik yapmayı kendisinin de çok istediğini belirtti.
Müzik dünyasında daha sık içerik üretme hali ve eskiye nazaran albüm yayımlamanın öneminin azalmasından mutsuz olduğunu dile getiren John Grant, diğer yandan 6 ay 1 yıl gibi bir dönemde yeni albüm çıkartan Lana Del Rey’i de hiç anlayamadığını söyledi. Eskiden müzik dinleyicisinin bir sanatçıdan 2-3 senede bir yeni albüm bekleme durumunun şimdilerde her sene ya da daha kısa sürede yeni içerik beklemeye dönüşmesi, Grant’in hiç mutlu olmadığı bir durum.
Türkçe ve İzlandaca Albüm Adı
İspanyolca, Fransızca, Rusça, Almanca, İzlandaca ve tabi anadili olarak İngilizce konuşabilen John Grant’in bu kadar çok dil bilmenin yanında, bu becerisinin şarkı sözü yazmasındaki etkisini kendisinden öğrenmek istedim. Üniversite okuduğu dönemlerde Almanya’da da yaşayan sanatçı, bu dönemde Türkleri ve Türk kültürünü daha yakından tanıma fırsatı edindiğinden bahsetti. Türklerin sıcaklığını ve misafirperverliğini çok içten ve samimi bulduğunu belirtirken bu kültürel yaklaşımı kendisine daha yakın bulduğunun da altını çizdi. Çok dil bilmenin şarkı üretimindeki etkisini açıklarken, üçüncü albümü ‘Grey Tickles, Black Pressure’ın tam bu duruma bir cevap olduğunu söyledi. Türkçe’deki Karabasan’ın kelime kelime olan İngilizce çevirisi ile ‘Black Pressure’, ‘orta yaş krizi’ ifadesinin İzlandaca karşılığı olan ‘Grey Tickles’ birleşerek John Grant’in albümünün adı olmuş. Türkçe ve İzlandaca ifadeleri bir arada kullandığı bu albümünün temeli aslında farklı dilleri bilmesinin ona müzik üretirken sunduğu bir hediye gibi olmuş.