Belki bir varoluş mücadelesi, belki de diriliş anı. Böyle bir müsabakaya henüz 3. dakikada gelen golle adeta 1-0 önde başlamak da, ev sahibi adına olabilecek en iyi senaryoydu. O golle elde edilen avantaj iyi korundu, Akhisar için yeni bir sayfa açıldı. Alınan galibiyet, takımın savunma disiplini, Mustafa Yumlu’nun insanüstü mücadelesi düne dair altı çizilecek güzelliklerdi. Lopez’in topla her buluşmasında cömertçe sergilediği kalitesini de unutmayalım.
Ancak Akhisar’ın düne kadar ligin dibinde olmasının sebebini de belirtmek gerek. Seleznyov gibi bu ligin kaliteli santrforlarından birine sahip yeşil-siyahlılar. Ancak tecrübeli golcünün arkasındaki üçlü, skor becerisi anlamında çok kısır kalıyor. Dün net fırsatları harcayan Onur ve Barbosa, attığı gole rağmen bir daha ceza alanı içinde görünmeyen Josue’den kurulu üçlü ile üreticilik anlamında üst düzeye çıkmak pek kolay değil. Her zaman 4-5 farka gidecek bir maçta fırsatları harcayıp, 1-0’lık galibiyeti bulamayabilirsiniz!
Gelelim Göztepe’ye... Kaliteli enstrümanlara, iyi sanatçılara sahip bir orkestra... Ancak Castro adındaki usta şefin yokluğunda, ortaya çıkan şey ancak kakafoni oluyor. Evet Castro bu ligin özel oyuncularından. Ne denli değerli bir parça olduğunu yokluğunda daha da iyi anlıyor insan. Dün topa sahip olan, oyunu kontrol eden Göztepe, bu üstünlüğünü organizasyon kalitesiyle birleştiremedi bir türlü. Castro’nun yokluğunda ne Poko ne de Borges maestroluğa soyunamadı. Hal böyle olunca oyun kurma çabasıyla orta alana kadar gelen Yasin’i, pek de gününde olmayan Halil’i, ortada çırpınan Alpaslan’ı, kayıp Gassama’yı izleyip durduk.
Bayram Bektaş, A planı genelde başarılı olan bir teknik adam.
Ancak işler tatsız gittiğinde oyunu değiştirebilen bir B Planı geliştirdiğini gören var mı?
Geçen yılki Göztepe ile bu yılki arasındaki fark tam da burada gizli aslında. Evet, geçen yılın kadrosu özel bir sezon yaşattı kulübe. Ancak mevcut kadro toplam kalite anlamında kesinlikle öne çıkıyor. Belki Jahovic gibi, Demba Ba gibi ultra lüks oyuncuları yok bu yıl Göztepe’nin ama sağ bekte Tanju, sol bekte Leo ile de çıkmıyor sahaya!
Dün işte toplam kalite farkı girdi devreye. Daha ilk düdükle birlikte “Artık benim zamanım” mesajı net bir şekilde verildi Kayserispor’a. Rakibin namağlup oluşu, Kadıköy’de aldığı Fenerbahçe galibiyeti önemsizdi. Önemli olan set hücumu karşılarken takım boyunu 30 metreye kadar indiren, tek yumruk gibi hareket eden, bu sayede 4 maçın üçünde kalesini gole kapatan Kayseri savunmasının nasıl aşılacağıydı.
Ama emek en yüce değer işte. 15 dakikada gösterilen emeğin, mücadelenin karşılığı 2 dakika içinde gelen 2 golle yansıdı tabelaya. Belki de ilk 4 haftada hak ettiği kadar puan alamayan Göztepe’nin ödülüydü bu.
Dünkü Göztepe’yi şöyle özetleyelim. Ligin flaş takımı olarak görülen Kayseri, 50. dakikada sürklase olmuş bir halde son düdüğü bekler hale gelmişti.
Gelelim dünün özel adamlarına.
Başta Halil... Evin oğlu, Göztepe’nin çocuğu artık Süper Lig’in değerli parçalarından biri oldu. Bu kadar net.
Castro... Öyle bir futbol aklı var ki, top ona geldiğinde hayat buluyor, güzelleşiyor. Hele dünkü gibi ofansif orta saha pozisyonundaysa seyrine doyum olmuyor.
“Aman önce 1 puanı cebe koyayım, fazlasını alırsam ne ala!” vasatlığına kapılmazsa...
Orta alan oyuncularını sadece ‘savunma güvenliği’ için değil de, rakip alanda baskı için kullanırsa...
Ve de “Siz topu ceza alanı içine getirin, gerisini bana bırakın” diye haykıran bir santrforu varsa...
Sonuç böyle oluyor işte.
Öyle ki İstanbulspor-Altay maçının ilk 10 dakikası henüz dolmuştu ki, Altay’ın rakibi ezip geçeceği belli olmuştu. İleri uçtaki dört oyuncusunun baskısı ile rakibi bunaltan, orta alandaki Ferhat’ı prese dahil eden, savunmada Gençer ve İbrahim ikilisiyle de rakibin cılız çıkışlarına şans tanımayan Altay; ‘Bu maçta patron benim’ mesajını verdi. Belki 1-2 fırsat kaçtı ama 33’te Paixao’nun yerdeyken yaptığı usta işi vuruş, maçın kilidini açmaya yetti.
Sonrası mı?
Futbol oynayamayınca çareyi tekme atmakta bulan İstanbulsporlu Onur’un takımını 10 kişi bırakması... Altay’ın harika bir duran top organizasyonuyla galibiyeti sigortalaması... 2-0 sona eren ilk yarının ardından ikinci yarıda farkın Altay’ın hak ettiği noktaya taşınması...
İşte o andan itibaren garip işler olmaya başlıyor sahada! Önce Poko’ya İngiltere Ligi’nde bir çok hakemin devam diyeceği bir faul pozisyonunda çok kolay bir sarı kart çıkıyor.
Sonrasında yardımcı hakemin ofsayt dediği bir pozisyonda VAR sistemi devreye giriyor. 5 kez izleyip, “Nasıl ofsayt olmaz” dediğim o pozisyonda VAR, adeta bir golü yoktan var ediyor!
Burada sormamız gereken bazı sorular var.
A- VAR hakemleri, yayıncı kuruluş tarafından ekrana yansıtılan, bizim de gördüğümüz görüntülerden daha farklı açılara mı sahiptir?
B- Dün geceki gibi ofsayt pozisyonlarında piero gibi teknolojinin bir üst seviyedeki desteği kullanılabiliyor mu?
Sonrasında sol kanatta yine faul olup olmayacağı tartışılacak bir pozisyonda Poko’ya ikinci sarıyı çıkarıyor Özgür Yankaya... İkinci yarı başında VAR’ın ikinci suflesiyle, bence de haklı bir kararla, Castro kızarıyor ve Göztepe 9 kişi kalıyor. Bu bölümden sonrasını madde madde anlatmakta yarar var.
Siz deyin bir futbol maçı, ben diyeyim ‘diriliş’ mücadelesi.
Kendisine inanan, siyah ile beyazı kuşanan 30 bini aşkın İzmirli’yi almış arkasına Altay... Hele hele şeref tribünü... İğne atacak yer yok. Böyle bir heyecana ortak olmayan bu şehrin başkanı dışında herkes orada!
Yine de kolay değil böyle maçları kazanmak. Ruh istiyor, inanç istiyor, her şeyden önce çelik gibi sinir istiyor. Hele hele karşında hayatını savunma futboluna adamış Ziya Doğan gibi bir hoca varsa. Beraberliğe bir üst ligi kutlayacak olmanın felsefesi, ‘Doğan futbolu’ ile birleşmiş, Gümüşhane sadece Berk’i ileride bırakarak 10 kişi savunmaya çekilmiş. Sahada bir tek Doğan’ın ‘oğlu’ Ayman eksik!
Maçın başında Altay da rakibin ‘kilidini’ kırmaktan aciz, ‘uyutma taktiğine’ teslim olmuş gibi... Günün ‘isyankarları’ yok değil elbette. En başta Murat Uluç... 36’lık delikanlı, kendisini savunmaya çalışan rakip stoperlere her fırsatta üstünlük sağlıyor. Ona ayak uyduran Furkan hücumda, Ferhat orta alanda, Murat Türkkan savunmada çırpınıyor, ama ilk 45 böyle eriyip gidiyor.
Sadece bir gol yetecek bir kaderi değiştirmeye. Kilidi açacak, Altay’ı hak ettiği yere bir adım daha yaklaştıracak bir gol...
Bekleyiş sürüyor... Gergin, heyecanlı, bitmeyen bekleyiş. Taa ki, 65’e kadar. Bu golü atmayı, güne damga vurmayı anasının ak sütü gibi hak etmiş o adam, yüreği 18 yaşında olan Murat Uluç yükseliyor gökyüzüne. Arşa değercesine dokunuyor topa ve ‘simsiyah’ gidişatı ‘bembeyaz’ bir tabloya çeviriyor Atatürk Stadı’nda. ‘Murat’ımız gerçek oluyor.
Unutmadık hiçbirini. Unutamadık.
2000-2001 sezonu aklımızdan çıktı mı sanıyorsunuz? Türk futbolunun utanç vesikası Diyarbakır-Altay maçı silindi mi hafızalarımızdan?
TRT canlı yayınının engellenişini, İzmirli basın mensuplarının daha stat girişinde makinelerine el konulmasını, Altay soyunma odasına gaz sıkılmasını, hakemlerin tüm bu tiyatroya ‘oyna’ deyişini, daha da ötesi “devlet böyle istiyor” diyerek bu rezilliğin ört bas edilişini unutmadık.
Ya 2002-2003 sezonu? Nasıl unutabilirsin ki, İstanbulsporlu futbolcuların Altay maçında aldıkları teşvik primini gülerek anlatışını?
Nasıl içine sindirebilirsin Diyarbakırspor-Elazığ maçını? Elazığsporlu ‘Messi Eren’ 7 kişinin arasından slalom yaparak attığı ‘yüzyılın golüyle’ (!) takımını ligde tutarken Ahmet Taşpınar’ın gözyaşlarını?
Yılların takımı Gençlerbirliği, sezona Süper Kupa ile giren Konyaspor, şampiyon apoletine sahip Bursaspor korkulu rüya görürken, ilk sezonunda Avrupa kovalayan Göztepe’nin hocasına serzenişte bulunmak...
Kimbilir, belki şımarıklık!
Ama insan söylemeden de edemiyor. Axel Ngando gollerini attıkça, gencecik Enes oyuna girdiği bir devrede “Ben büyük futbolcu olacağım” diye bas bas bağırdıkça, insan bu iki yeteneğin kenarda unutulduğu maçlara yanıyor be hocam! Ligin ikinci yarısında tam da oyuncu kazanacak bir rahatlıktayken, ‘bitik’ Scarione’ye, sezonun ‘etkisiz elemanı’ Gouffran’a forma verilirken, Göztepe’nin yarınında olması muhtemel bu ikilinin şimdiye kadar gölgede kalışına üzülüyor insan! Gecenin ilk mesajı Tamer Hoca’ya belki de. Ngando da, Enes de bundan sonra ilk 11’de yer almayı hak ediyor.
Bakmayın Karabük’ün lige haftalar önceden havlu attığına. Emin olun izin verilirse her takıma sıkıntı yaşatma potansiyeline sahip bir takım. Ancak Göztepe dün kısa sürede teslim aldı rakibini. Orta alanda Poko’nun iki kişilik enerjisi, Castro ve Ngando’nun teknik kalitesiyle birleşince sarı-Kırmızılılar oyunu rakip alana yıkmakta zorlanmadı. Öyle ki, savunmanın ortasındaki Reis-Kosanovic ikilisine 1-2 pozisyon dışında iş düşmedi. Sabri’nin ve Halil’in etkinliğini de unutmamak gerek tabi.
Gelelim gecenin konusuna.
İtiraf etmek gerekirse Okan Buruk’un kulübede olduğu bir maçtan bekleyemeyeceğiniz kadar hareketli bir başlangıçtı izlediğimiz. Sıkıntılı bölgeden kurtulmak için 3 puana mecbur olan Akhisar, prangalarından kurtulmuşcasına baskı kuruyor, golü buluyor, taraftarını coşturuyordu.
Ama teslim alınması kolay olmayan bir takım Göztepe... Aylarca unutulan Axel’in yarattığı penaltıyı Ghilas’ın gole çevirmesi oyunu adeta yeniden başlattı.
Akhisar’ın hızı kesilmemişti. Göztepe savunmasının zayıf halkası Leo’nun kanadını yıpratarak gol arayan ev sahibi, Lopez-Muğdat ile yüklenmeye devam etti. Derken başı kesilmiş tavuk misali ceza sahasında dolaşan Kosanovic saçmalamasıyla şans kapıyı çaldı evsahibi için. İşte hafta içinde Türkiye Kupası’nda Galatasaray’ı yıkan Seleznov’un Beto’ya teslim ettiği penaltı, Akhisar için tehlike çanlarının daha güçlü hissedilmesi anlamına geliyordu.
İkinci yarının ilk 15 dakikalık diliminde yine yüklendi Akigo, saçmalama hakkını maç sonuna kadar kullanmakta kararlı olan Kosanovic’in hatalarıyla fırsatlar buldu. Ama Beto direniyor, Akhisar forvetleri pozisyonları harcıyor, enerji ve moral tükeniyordu.
Akhisar’ın yorulması, Selçuk’un girişiyle Göztepe orta alanının ideal üçlüye dönmesi oyunun rengini de değiştirdi. Son 20 dakikada gole daha yakın taraf Göztepe’ydi. Ancak dengeyi bozmayı Göz Göz de başaramadı.
Deplasmandan alınan beraberlik Göztepe için artı bir değer daha demek.