Aslında kadınlar tarım ve kırsal kalkınmanın, yeni dünya düzenindeki kaçınılmaz değişiminde kilit role sahip.
Tarımdaki iş gücünün hemen hemen yarısını kadınlar oluşturduğu halde, maalesef emeklerinin karşılığını erkekler karşısında eşit alamıyor.
Bunun farkına varan Tekfen Vakfı, kadının tarımdaki yerini güçlendirmek için “Kadın Çiftçi Kredisi” projesini hayata geçiriyor.
İlk yıllarında Ege Bölgesi’ndeki dar gelirli kadınlara destek sağlayacaklar.
Hatta bununla da kalmayıp ziraat mühendisleri tarafından temel tarım eğitimi de sunacaklar.
Bu mükemmel bir haber...
Elinin değdiği her şeyi güzelleştiren kadınların, tarımda da harikalar yaratacağından kuşkum yok.
Çalışkanlıkları, düzen, disiplin ve zekalarıyla alışılagelmiş düzene farklılık katacakları kesin.
Her ne kadar bu markaların DNA’sına jean yakıştıramıyor olsam da Z kuşağı yine dengeleri değiştirmeyi başardı.
Eşofman altı dönemi şimdilik rafa kalktı, tahtını da jean pantolonlara bıraktı. Ama soru şu: “Şimdi hangi model trend?”
Buna cevap vermek çok zor ama bildiğimiz bir şey var ki bunun kesinlikle skinny jean olmadığı...
Hatta skinny’nin bir 10 sene daha hayatımızda olmayacağı.
Jean, Amerikan işçi kıyafetinden doğdu ve 1950’lerin ortalarından itibaren genç baş kaldırısının sembolü oldu. Bu ikonik parçalar, birçok markada kendine yer edindi ve erkeklik ile kadınlık arasındaki oyunla özelleştirildi ya da kişiselleştirildi.
Dünya üzerinde moda dünyasına damga vuran öyle jean’ler vardır ki üzerinden kaç sene geçerse geçsin asla eskimiyor.
Yani artık klasikleşmiş bir hal alıyor.
Evlerde yeni kuracağımız sisteme alışmak, psikolojik olarak hepimizi etkiledi ama bu seferki farklı.
Artık nasıl neler yapıp neler yapmamamız gerektiğini bilecek kadar profesyonelleştik.
Mesela artık ekmek yapmayacağımızı, kilo alıp evlerimizden çıkmayacağımızı, salonda bile sporsuz bir anımızın olmayacağını gayet iyi biliyoruz.
Fakat düzelme ümidi beklerken, yine tam kapanmaya girmekten ve kapanma kaynaklı ekonomik sıkıntıların verdiği yılgınlıktan dolayı artık sabrımızın da son demlerinde olduğumuz doğru.
Bazı ülkelerde maske zorunluluğu yavaş yavaş ortadan kalkmışken, yeniden sosyal hayata, konserlere, toplu organizasyonlara dönmeye başlamışlarken bizdeki bu durum sinir sistemimizi altüst etti.
Ama bu yılgın bakış açısından çıkmak için yapılacak çok fazla şey var. Uzun zamandır evlerimizin içinde kala kala dekorasyonumuzda değişiklik yaptık, gözümüze batan her yeri sıcak yaşam alanlarına çevirdik.
Hatta yeni nesil rujlar arzu nesnesi haline dönüşmüş durumda. Kusursuz formüllerinin yanı sıra estetik algısı çok kuvvetlendi.
Makyaj çantanızda kullanmak için değil sadece sahip olmak için aldığınız rujlar ön plana çıkmaya başladıysa güzellik dünyasının etkisi altına girmeye başlamışsınız demektir.
Dünyanın en köklü markalarından biri olan, statü sembolü ikonik Kelly ve Birkin’in yaratıcısı Hermès, geçen yıl geniş renk skalasına sahip rujlarıyla kozmetik dünyasına giriş yapmıştı.
Markanın mücevher ve ayakkabı bölümlerinin kreatif direktörü Pierre Hardy, kadın departmanının vizyoneri Bali Barret, Hermès Beauty’nin kreatif direktörü Jerome Touron ve Hermès’in koku direktörü Christine Nagel’ın bir araya gelerek hazırladığı ‘dudak’ koleksiyonu makyaj ve moda severlerden büyük ilgi gördü.
Güzellik ve yüksek modayı bir araya getiren, stil dozu yüksek ve en önemlisi yeniden doldurulabilir ambalajlarıyla arzu nesnesi haline gelen Hermès Beauty, bu baharda yeni üyeleriyle genişlemeye devam ediyor. Hatta bu sefer koleksiyona dahil edilen allık ve allık fırçalarıyla daha da genişliyor.
İlk koleksiyonda kırmızıya odaklanılmıştı ama bu koleksiyonla pembe tonlarından ilham alınmış. Güllerden ve Hermès’in kendi koleksiyonunda kullandığı tüm pembe tonlarından ilham alan yüz makyajının tamamlayıcısı 8 tondaki allık ve fırçalarıyla yeni Hermès Beauty, vazgeçilmez listesine girebilir.
Köklü markaların Ar-Ge çalışması hikayelerini okumaya bayılıyorum. 8 tonun ortaya çıkma şekli ise şu şekilde ilerlemiş:
İkonik Vogue dergisinin genel yayın yönetmeni ve Met Gala’nın başkanı Anna Wintour’un host ettiği gecenin konusu da belli: “Amerikan modası.” Geçen seneki gala pandemi sebebiyle iptal edildiği için bu sene iki farklı aşamada kutlama yapılacak.
Daha önce hiç “co-host’luğu” yapılmayan gecede ilk kez Amanda Gorman’ın co-host’luk yapacağı dedikodular arasında...
Met Gala’nın bağlı olduğu Kostüm Enstitüsü dedikoduları yalanlamıyor ama tam olarak kabul etmiş de değil.
Pandemi, ekonomik kriz, modanın durağanlaşması, sürdürülebilirliğin önemi ve Amerikan modası bir araya gelince tasarımcıları zorlayıcı bir tema ortaya çıkmış gibi gözüküyor. Ama uzun zamandır böyle event’lere hasret kalındığı için kocaman bir şaşaa ile karşı karşıya kalacağımız kesin.
Oscar de la Renta, Ralph Lauren, Tommy Hilfiger, Tom Ford ve Vera Wang gibi Amerika kökenli markaların şov yapacağından hiç şüphem yok.
Eylül ayında New York’ta bulunan Metropolitan Museum of Art’ta gerçekleşecek gece için şimdiden heyecan dorukta.
Geri dönüşümü ileri dönüştürecek kumaşlar
Gerçekten lüksü sağlık ve konforda arar olduk. Betûl Mardin’in çocukluğunun geçtiği tarihi iki yalıda hizmet vermeye başlayan Six Senses Kocataş Mansions bunun en iyi örneklerinden.
Kendi kristal su rafinerisini yöneten, karbon ayak izini düşük tutup plastik şişe kullanmadan yüksek kaliteli içme suyu üreten bir otelden bahsediyorum.
Organik sebze bahçesi ile çevresel ayak izini daha da azaltma amacını destekleyip ambalaj ve atıkları minimumda tutup yeniden kullanmayı hedefliyorlar.
İşte yeni lüks anlayışı bu ve bunun gibi felsefelerden oluşuyor.
Misafirlerini yeniden doğa ile buluşturan, bağ kurmasına yardımcı olan her otel, marka, restoran veya hizmet bundan sonra tercih sebebi olacak.
Six Senses’i beğenmemin sebeplerinin büyük bir bölümü bunlar olsa da asıl sebebi farklı.
Onun için doğaya olan özlem, içsel sorgularımız, anda kalmak isteği lüksün tanımını değiştirmeye başladı.
Bain&Company’nin yayınladığı rapora göre tüketicilerin yüzde 79’u sağlıklı olmayı, zengin olmaya tercih ediyor.
Yani şehirden kaçış, açık hava aktiviteleri, kişiselleştirilmiş sağlık, spor bu senenin ve hatta sonrasının yükselen eğilimlerinden olacak. Bunu moda tarafında da görmüyor muyuz zaten?
Rahatlığın ön planda
olduğu, pandemi zamanı hayatımıza giren “athleisure” trendine uygun koleksiyon yapan markalar, spor markalarıyla işbirliği yapmak için neredeyse sıraya girmiş durumda.
Bu değişimin yakın zamanda iş dünyasının kodlarına da gireceğine inanıyorum.
Dışarıya çıkmak istiyoruz ancak ne eşofmanlarımızı ne de rahat terliklerimizi terk etmeye niyetimiz var. Bunun farkında olan moda evleri son bir senedir üzerinde yaşadığımız parçaları yaz koleksiyonlarına taşıdı. Rahatlık ve konforu bir araya getirip buna eş olabilecek markalarla işbirliği yapan moda evlerinin başında Valentino geliyor. Gardıroplarımızın vazgeçilmez jean’i Levi’s 501’i defilesine taşıyan Valentino, günlük hayatımıza dokunuyor.
Yüksek modayı ikonik modellerle birleştirmek bu dönem için çok akıllıca bir çözüm. Sonuçta sokaklar yeniden ele geçirilecek ama alıştığımız konfordan eskiye dönüş olacak mı? işte onu zaman gösterecek.
Denim demişken mevsim geçişlerini kolaylaştıran ‘denim on denim’ trendinin tam zamanı. Spor ayakkabı ve tişörtle cool’luğun kitabını yazmış olan bu ikili, uzun zaman sonra ilk defa aynı ton yerine farklı tonlar ile karşımızda olacak.
Mesela siyahtan beyaza doğru bir geçiş yapabilirsiniz. Hatta bu geçişte cesur davranarak stilinizde farklılık yaratabilirsiniz. Birçok şey gibi denim de kendini nostaljiye teslim etti.
70’lerin İspanyol paçası, bot kesimler ve 90’ların yırtık jean’leri bu yaz yeniden gardırobumuzun olacaklar.
GEÇMİŞLE GÜNÜMÜZÜ HARMANLAYIN
Trend değiştikçe eskilerle bağı olup, her şeyi saklamayı sevenler için bir güzel haber daha. Sandıklardan bu jean’lerinizle beraber denim elbiselerinizi de gönül rahatlığı ile çıkartabilirsiniz.
Hatta modellerin üzerinde oynama yapıp günümüze uyarlayabilirsiniz.