Net favori olduğu ve rakibin sağ bekini forvet oynattığı bir maçta bile yine başlangıç iyi olmadı. Akhisar takımı, Galatasaray maçlarına özel oyununu yine oynadı ve sonuç aldı. Kendi alanını kademeli kapat, birebir markaj yap, topu kazanınca çabuk pasla hızlı çık ve Galatasaray stoperlerine direkt baskı yaparak oyuna başlamalarına izin verme. Bu anlayış ve strateji enteresan şekilde işe yarıyor. Bu işe yaramanın ana sebebi Akhisarlı oyuncuların yaptıkları değil, Galatasaraylı oyuncuların yapamadıkları. Bunlardan ilki, Babel’in kalabalık savunmadan top almak için kenarlara kaçması, ikinci sebebi, orta sahada yapılan adam adama markajdan kurtulamama. Üçüncü sebebi ise Selçuk, Jimmy ve Belhanda’dan oluşan pas oranı yüksek ama mücadele düzeyi düşük orta saha. Geçtiğimiz sezonlarda kalitesinin altında sorun çözme becerisi ile oynadığı için eleştirilen Belhanda, tam bekleneni yaptı ve ekstra işi yaparak dar alanda kalitesini göstererek oyunu çözdü.
SEZON ÖNCESİNDE ÖNEMLİ MESAJLAR...
İlk maçta göze çarpan detaylar:
1- Mariano’nun önünde Feghouli varken daha iyi anlaştığı ve oynadığı.
2- Özellikle savunması iyi takımlara karşı Babel’i rakip stoperlerin arasında kaybetmektense hedef olmaktan çıkarmanın onu daha etkin hale getireceği.
3- Orta sahanın daha sert ve mücadele gücü yüksek oyunculardan oluşması gerektiği.
4- Forvet ihtiyacının mutlak olduğu. Marcao ve Luyindama’nın gereksiz risk almaması gerektiği ve Marcao’nun arkasına atılan toplara olan zaafı.
5- Emre Mor ve Feghouli ile çok daha başka oynayan bir Galatasaray ortaya çıkacağı.
Bazı rakipler vardır çıkardığınız 11 sürpriz olur, oynattığınız ya da oynatmadığınız oyuncular tartışılır ve maç içinde olumlu, olumsuz etkisi görülür. O sürpriz görülen, oynaması beklenmeyen oyuncular da asıl sürprizi rakibe yapar ve maç kazandırır. Fransa gibi güçlü bir takımla aynı grupta olmak şanssızlık olsa da aynı zamanda birçok şansı da beraberinde barındırır. Tarihe geçme, sınıf atlama, özgüven patlaması yaşama ve büyük sükse yapma yapma şansı vardır bu maçların. Ama acı çekmeden, çok emek vermeden de hiçbir şey kazanamazsınız.
MERİH’E HAYRAN KALDIK
Karşısında oynayan Pogba’yı sahadan silen Dorukhan’ın yaptıklarını gördük. Mbappe’yi kitleyen duvar gibi savunmayı izledik. Kendi ceza alanımız içinde kimseye hareket alanı bırakmayan, dahası öne çıkıp duran toplarda karşısında çocuklar varmış gibi rahat ‘Kule Merih’e hayran kaldık. Cengiz’in sakin ama avını sabırla bekleyen avcı halini sevdik. Kenan’ın kendisine biçilen rolü nefis oynamasını olmasını beğendik. Şenol Güneş’in oyun planı ilk yarıda tam anlamıyla tuttu. Fransa gibi bir takıma karşı oynarken elbette topun ve oyunun hakimi olamazsınız. Ama kontrolü karşı tarafa verirken ne yaptığınızı ve neye ne kadar izin verdiğinizi biliyorsanız, kontrollü üstünlük verirsiniz ki bu aslında bir tarafı ile kontrol sizde demek olur. Bütün bu planı değerli ve geçerli kılan ise duran toptan bulduğumuz gol oldu. Sonrasında gelen iki önemli hatanın birini değerlendirerek, rakibe panik yaptırdık ve dağılmalarını sağladık.
ÇARESİZCE BİZİ İZLEDİLER
İKİNCİ yarı çok daha iyi başladık ve götürdük. Orta sahada o kadar yakın, yardımlı ve iyi organize olduk ki, Fransız oyuncular çaresizce bizi izlediler ve daha ikinci yarının ortalarında mağlubiyeti kabullendiler. Göbekten gelmeye çalıştıklarında önce Mahmut, Dorukhan ve İrfan Can üçlüsüyle karşılaşan ve geri adım attılar
DERS NİTELİĞİNDE TARİHİ BİR BAŞARI
KARŞILAŞMANIN hiçbir bölümünde üretken olamayan Fransızlar, kenarda etkili oyuncularını da kullanamadı çünkü kademeli bir savunma ve çok iyi yardımlaşma ile karşılaştı. Üstelik, yakaladığımız pozisyonları gol yapabilsek tarihi bir fark da yakalardık. A Milli Takım’ın oyun disiplini, verilen taktiği uygulamadaki her bir oyuncunun başarısı, gol yememenin ötesinde nerdeyse hiç pozisyon vermemesi, Dünya Şampiyonu’na 2 gol atıp birçok net pozisyona girmesi, karşılaşmayı bizim adımıza mükemmel oynanmış ve kazanılmış bir maç sınıfına sokuyor. Fransa’ya karşı ilk ama nefis galibiyet için herkesi tebrik ediyorum. Sonuna kadar, fazlasıyla hak edilmiş ders niteliğinde bir başarıdır bu.
MİLLİ maçların hazırlık tarafında geçmişten beri gelen bir ciddiyet ve konsantre sorunu vardır. Bunu iyi bilen Şenol Hoca, kadroyu geniş tutarak, asıl maçlar için futbolcular arasında rekabeti körükledi ve hazırlık maçları uzun zaman sonra olması gerektiği gibi oynandı. Geniş kadronun ve yeni teknik direktör ile herkesin forma şansı yakalama ihtimalinin artmasına cevap veren oyuncuların başında İrfan Can Kahveci geldi. Geçmişte beklenti altında kalan fakat bu sezon Medipol Başakşehir forması altında oyuna kalite katan ve bunu milli seviyeye taşıyan İrfan Can, dün Özbekistan karşılaşmasında da kendinden emin hali, özgüveni ve sorumluluk almasıyla öne çıktı.
ADI GİBİ ÇOK ZEKİ
TAKIMIN en çok gelişim gösteren ve öne çıkan oyuncusu Zeki Çelik oldu. Zeki çok mu süratli, değil. Çok mu kuvvetli, değil, Çok mu yetenekli, değil. Ama, her şeyden önce adı gibi çok zeki. Oyunu okuma becerisi üst düzey. Hücum zamanlaması ve sonuca yönelik hamleleri nefis. Hala gelişim sürecinde ve eksiklerini tamamladığında müthiş oyuncu olacak.
İYİ KADROMUZ VAR
BU Milli Takım kadrosu yetenek, çeşitlilik, rekabet, yaş ve başarıya açlık açısından talebi rahatlıkla karşılar. Şenol Hoca, bu geniş kadroyu verimli kullanırsa, bu turnuva olmasa bile diğer turnuvalara gider ve iyi işler yaparız.
ENES ÜNAL'DAN BEKLENEN...
En çok üzüldüğüm oyuncuların başında, Villarreal’lı Enes Ünal geliyor. Bazen, “Acaba kapasitesi mi bu kadar” dile düşündürüyor ama bundan daha fazlası olduğunu biliyoruz. Uzun süredir herkes, fazlasını değil sadece onda var olanı vermesini bekliyor fakat hep beklenti altında kalıyor. Kaldı ki, ona çok ciddi ihtiyacımız var ve yaşı itibarı ile bunu karşılayabilecek tek oyuncu. Savunma tarafında soru işaretleri var... Millilerin biraz endişe veren tarafı burası. Stoperdeki iki oyuncumuz da kuvvetli ve hava topu güçlü futbolcular. Özellikle Merih’in top kullanımı çok iyi. Ama, hata yapma ihtimalleri de güçlü yönleri kadar bariz. Bu maçlar hata kaldırır ama Avrupa Şampiyonası’na bilet alınacak Fransa gibi maçlarda canımızı yakar.
Maçın adamı: Zeki Çelik
BU maç yazısını 5 gün önce yazdım ve hazırladım. Çünkü, bazı maçlar vardır önceden yaşanır ve kazanılır. Bazı günler vardır aylar öncesinden hayal edilir ve defalarca provası yapılır. Bazı anlar vardır gece uyutmaz, uykudan uyandırır ve hep o heyecanı yaşatır. Bazı tecrübeler vardır, 5 gün sonra ne olacağın anlatır ve yaşanacakları önceden görmeni sağlar. Geçen haftadan kazanılmış maç, geçen haftadan ilan edilmiş şampiyonluk, geçen günlerde kazanılmış kupa ve sezonun final maçı. Koskoca bir sezonun müthiş hikayesinin son paragrafı. Emeklerin, acıların, cezaların, üzüntülerin, sevinçlerin, kazanmanın, kaybetmenin ve çekilen sıkıntıların karşılığının alınacağı, 90 dakika sürecek bir gösteri. Kazanılan kupa ile küçük bir provası yapılan büyük şölen. Oynamak için sabırsızlaştıracak, kazanmak için acele ettirecek, sesi kısılana kadar bağırıp ‘şampiyonum’ demek için her şeyini feda ettirecek ve her futbolcunun hayalini süsleyen bir son. Belki sevinci birkaç gün sürecek ama hatırası yıllarca yaşacak bir savaşın zafer günü. Futbol seyretmeyeni stada çekecek, ilgisi olmayanı televizyon ekranına mıhlayacak, 1 değil 3 stat olsa taraftara yetmeyecek, futbolu bırakanlara geri dönmeyi istetecek kadar insanı kıpır kıpır eden efsanevi gün. Ve bütün bunların odak noktası, herkesin gözünün üzerinde olduğu, gıpta ettiği bir oyuncu olarak o sahada olmak ve o formayı giymek.
ÇOK KÖTÜ İLK YARI
STADIN atmosferi müthiş, taraftar hazırdı. Kazanılacak bir maç ve her şeye en güzel noktayı koyma şansı. Fakat Galatasaray, sanki yarışta değilmiş, iddiası yokmuş gibi soğuk, donuk ve anlamsızca yavaş başladı. Taraftarın önünde ilk çeyrekte coşkulu başlamayınca, Başakşehir de sakin kaldı ve oyuna çabuk denge getirdi. Gole kadar karşılıklı dengenin hakim olduğu oyun, golden sonra sinir, stres ve panik haline döndü. Gerilen ortamdan zararlı çıkan da Galatasaray oldu. Moral motivasyonu düşen takım, sorumluluk almaktan ve kendi oyununu oynamaktan uzak bir görüntüye büründü. Emre Belözoğlu’nun sakatlığı orta sahada dengeleri değiştiren etken oldu. Bu sakatlıktan sonra Galatasaray orta sahada daha etkili oldu ama bunu sonuca yansıtamadı. İlk yarının özeti, Diagne ve Marcao ile net pozisyonları atamayan ama rakibin geldiği tek pozisyon ile geriye düşen Galatasaray. şampiyon olmak isteyen bir takım gibi sahada ağırlığını koyamamak ve rakibe bunu hissettirememek en büyük zaaftı. Savunmanın ayağındaki topları kullanmadaki problemler, orta sahanın hep yana ve yavaş oyunu, tabii ki ne skora ne de oyuna hiçbir etkisi olmayan Diagne’nin kötü performansı ilk yarının sebepleriydi.
G.SARAY KASIRGASI
BU kötünün de kötüsü ilk yarıdan sonra bir şeylerin değişeceği çok barizdi. Ve o değişim etkisini öyle bir gösterdi ki, 15 dakikada 3 gol attı Galatasaray. 2 tanesinin sayılmaması değil önemli olan, takımın ruhunu, isteğini ve gücünü sahaya koymasıydı. 15 dakikalık kusursuz fırtınadan sonrası oyunu soğutma ve idare etme. İkinci yarının geri kalanında kulübelerin savaşı sahadan daha fazla öne çıktı. Fakat yıllar sonra hatırlanacak olan 22. şampiyonluk olacaktır. Başakşehir’in işi bu haftaya kadar getirmesi, hatta böyle bir ortamda maçı sonuna kadar kovalaması da takdire şayandı. Tebrikler Galatasaray.
Maçın adamı: Onyekuru.
KUPA, Akhisar için maddi, manevi ve tarihi olarak hayati önem taşırken, Galatasaray için prestij, final maçına moral, bu yılın ilk kupası ve sonrasında gelecek kupaların habercisi olması açsından önemliydi. Maç da, kim ne kadar önem veriyorsa o düzeyde başladı. Akhisar maçın başında daha konsantre ve disiplinli oynadı. Galatasaray ise, ligdeki final maçını düşünerek birkaç değişiklikle ve yavaş başladı. Kupa’yı çok isteyen bir takım gibi baskılı, etkili ve tempolu değil de sakin, acele etmeden ve düşük tempoda oynayınca, maçın yarım saati tatsız tutsuz geçti. Oyunun bu şekilde başlaması doğal olarak Akhisar’ın işine gelecek bir durumdu ve çok da sıkıntı yaşamadan geçirdiler. İlk yarının son çeyreğinde uyanan ve rakip alanda nispeten daha etkin gözüken Galatasaray’da değişen 3 şey vardı...Feghouli, Belhanda ve Diagne’nin rakibin markajında kalmayıp yer değiştirerek oynamaya başlaması ve rakibin organizasyonunu bozması. İkincisi, Diagne’nin hareketli oynayarak top almaya ve iyi servis yapmaya başlaması.
Üçüncüsü, savunmanın gereksiz geriye kaçarak oyunundan vazgeçip öne çıkması ve özellikle Luyindama’nın topla yaptığı çıkışlar.
AKHiSAR HEP ZORDUR
Akhisar gibi kendi alanını sabırla, tavizsiz ve gerekirse maçın sonuna kadar savunabilen takımlara karşı, ya beklenmedik işler yapmak yada beklemedikleri işleri yapmaya zorlamak mecburiyetindesindir.
İkinci yarıya başlangıç her ne kadar ilk yarıya göre iyi olsa da, arkada verilen boşluk ve kolay yenilen bir çalım sonrası Akhisar’ın tamda düşündüğü senaryo gerçekleşti.
Sorun büyüyünce ve takım gerekli hamleleri yapmayınca, oyuncularını Başakşehir maçına saklayan Fatih hoca devreye girdi ve değişiklikler ile oyuna müdahale etti. Donk ve Sinan çok mu üretken oynadı? Hayır. Ama varlıkları eksik parçayı tamamlayıp takımı normale döndürdü.
MAÇI ÇEViRMEK ÇOK ZOR OLDU
HAFTA sonunda Başakşehir ile oynanacak lig finali, bu maça mutlaka etki eder ve son derece normaldir. Fakat karşındaki rakip Akhisar ne senin kalibrende ne de senin kalitende. Galatasaray, kupayı kazanmaya karar verdiğinde geriye düşmüştü ve çevirmek çok zor oldu.
HAVA nefis, zemin güzel, aylardan mayıs. Bu ay hep şampiyonluk kokar, havaya sokar ve başka motive eder Galatasaraylı futbolcuyu. Kaldı ki, bırakın kalan maçları sadece Rizespor maçını kazanmanın bile, her şeye nokta koyma ve gayriresmi olarak şampiyonluğu ilan etmeyi sağlayacak anlamı ve önemi vardı.
ORTA SAHA BAŞROLDE
Galatasaray’ın orta sahası, bazen farklı isimler oynasa da, bazı isimler form düşüklüğü yaşasa da, bazen beklenenin altında kalsa da bu sezona damga vurdu. Maçların kazanılması yada kaybedilmesinde hep başrolde oldu. Evet savunma toparlandı ama Gomis gittiğinde büyük sıkıntılar yaşandı ve Diagne de bu sıkıntıları yeterince hafifletemedi. İşte tam da bu noktada müthiş sezon geçiren orta saha oyuncuları devreye girdi. Feghouli, Onyekuru ve Belhanda skora ve pozisyon üretimine müthiş katkı verdiler. Fernando ve Donk çok kritik maçlarda öyle goller ve iyi oyunlar oynadı ki, Ndiaye’nin mücadele gücü ve ayakta kalmayı sağlayan çabası bile sıradan kaldı. Rizespor karşılaşması tam bir sonuç odaklı maçtı. Deplasman karnesi iyi olmayan bir takımın ne olursa olsun kazanarak dönmesi, iyi oynamasından yada istatistik açısından kötü olmasından çok daha önemliydi. Bir de Rizespor deplasmanıysa bu galip dönemi her şeyini demekti. İkinci yarıya daha dengeli ve dikkatli oynayan iki ekip vardı. Emre Akbaba hamlesi, Galatasaray adına işlerin değişmeye başladığı an oldu. Oyuna girdikten sonra Galatasaray pozisyonlar da buldu ama bu sezonun şanssız adamı Emre Akbaba, hepimizi üzen o anı yaşayarak oyuna veda etti.
TAM ZAMANINDA DIAGNE...
MAÇIN kırılma anı, Diagne’nin kaçırdığı ilk penaltı idi. Diagne, belki de bütün bir sezona bedel, aynı zamanda kendini de kurtaracak penaltıyı kaçırarak maçın kaderi ile oynadı ama son dakikalarda attığı gol ile maçın ve ligin kaderini belirledi. Geldiğinden beri beklenti altı oyun ve penaltı üzerinden skor üretmesi hep sorun oldu. Fakat, ilk defa ve tam zamanında, öyle bir maçta ortaya çıktı ki her şeye perdeyi çekti. Büyük Usta Ercan Taner’in unutulmaz cümlesi ile “Diagne attı şampiyonluk geldi”. Galatasaray açısından klasik bir deplasman maçı performansı vardı. İyi oyun yoktu ama sonuç vardı. Rize gibi bir deplasmanında, rezil oynayıp galip dönmek Galatasaray’da herkesin kabul edeceği bir sonuç olurdu.
BAŞAKŞEHiR MAÇI KAZANILDI
1 YILLIK emeğin karşılığını alacağın bir maçta, oyuncular her şeyini vererek oynadı. Galatasaray sadece Rizespor gibi moralli, formada ve ikinci yarının en etkili takımını yenmedi. Galatasaray bu galibiyet aynı zamanda Başakşehir’i de yendi. Önümüzdeki hafta oynanacak Başakşehir maçı öncesi rakiplerin tek şansı ve beklentisi bu maçtı ve Rizespor galibiyeti önümüzdeki hafta oynanacak maçı şimdiden kazandırdı.
Maçın adamı: Diagne.
Beşiktaş’ın son dönemde toparlanması ve yarışa ortak olmasını sağlayan Başakşehir ve Galatasaray’ın puan kayıpları ve Burak etkisiydi. Beşiktaş, eline geçen bu fırsatı, hiç çekinmeden ve korkusuzca kullanmak ister diye düşünüyordum. Şenol Hoca’nın Atiba, Dorukhan ve Necip gibi mücadele gücü yüksek 3 oyuncuyu tercih etmesi, Galatasaray’ın orta sahasına karşı ayakta kalma ve baskı yemeyi engelleyerek taraftarın devreye girmesini önlemek adına yapılmış bir hamleydi. Ve bu hamle, ilk çeyrekte hedeflendiği gibi işe yaradı ama sonrası tamamen Galatasaray için baskılı oyununa ve pozisyon üretmesine hizmet eden bir fırsata dönüştü.
SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERi
Fernando ile Donk’un, baskı ve yakın oyun sebebiyle adam eksiltme ve top taşıma işini yapamaması oyun akıcılığını kıran ve tıkanmayı başlatan ilk sebepti. Mariano ve Nagatomo da, karşısında iyi alan kapatan ve kendileri ile birlikte defansına yardıma gelen rakip bulunca, oyunu geniş alana yayıp hızlandıracak 2. alternatif de devre dışı kaldı. Geriye kalan Onyekuru’nun hızı ve Feghouli’nin yeteneğiydi. Kaldı ki Onyekuru, karşısında oynayan Gökhan’a göre daha hızlı, Feghouli de daha yetenekli bir oyuncuydu. . İlk yarının ortasında Feghouli’nin adam eksiltip, Onyekuru’nun önüne bıraktığı ve kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyon, kıvılcımı yakan pozisyon oldu. Belhanda’nın da sağ kenara ve Feghouli’ye destek vererek oynaması, ilk yarının son bölümünde daha etkili ve üretken bir Galatasaray izlettirdi.
Bu pozisyondan sonra, temposu artan, daha hızlı oynayan, rakip alana çabuk geçen ve pozisyonlar bulan taraf Galatasaray’dı. Gol de, hızlı düşünmenin, çabuk oynamanın ve tek pasların sonucunda geldi. Hızlanan ve temposu artan oyun her zaman Galatasaray işine yarayan ve sevdiği tarzdır.
Fakat enteresan olan, Beşiktaş defansının zayıf halkası Mirin’in üstüne oynayıp hataya zorlama seçeceğinin hiç devreye sokulmaması oldu. Tabii burda önce, o işi yapacak adam olan Diagne’nin devreye girmesi lazımdı ama Diagne’nin haftalardır devreye girmesi bekleniyor.
BEŞiKTAŞ’I ‘TAÇ’A ATTILAR
ŞENOL Güneş, sadece ilk yarının ortalarına kadar işe yarayan orta saha anlayışından vazgeçip, ikinci yarı Ljajic’in pozisyonunu değiştirerek takımını oyuna ortak etmeye çalıştı. Bu hamle oyunu dengelerken, diğer taraftan daha fazla risk alan Beşiktaş savunması hatalar yaptı. Maçın kaderini 2 taç atışı belirledi. Galatasaraylı oyuncuların tacı çabuk kullanmaları ne kadar normalse, Beşiktaşlı oyuncuların taç atışlarındaki donuk halleri ve geç tepkileri de bir o kadar garipti. Galatasaray’da herkes tam konsantre işini yapmaya çalıştı ama Fernando fazlasıyla iyi işler yaparak maçın yıldızı oldu. Galatasaraylı oyuncular Konya deplasmanında şampiyon olmak isteyen bir ruhu ortaya koymadılar ama Beşiktaş karşısında tam anlamıyla şampiyon olmak isteyen bir takım gibi oynadılar ve bu isteği çok net yaşattılar. Artık şampiyonluk olmak Galatasaray’ın elinde. Bu saatten sonra Şampiyon olamamak, hiçbir şekilde açıklaması olmayacak büyük hatalar sebebiyle olur. Ama hepimiz biliyoruz ki, Galatasaray bu haftaların takımıdır.
Maçın adamı: Fernando.
G.SARAY için şampiyonluk haftalarına erken giriş, erken mesai maçıydı. Fikstür avantajı, son haftaları iyi oynama becerisi, stresli haftalarda kazanma alışkanlığı ile G.Saray’ın haftaları başlıyordu. Konya maçı hafta sonu oynanan maçlarla kazanmanın ve 3 puan almanın ötesinde anlamlara bürünmüştü. Aykut Hoca’nın sistemi ve oyun anlayışının hep rakibi yanıltan bir tarafı olmuştur. Oyuna hükmetmek, çok pas yapmak hatta rakip alanda ceza alanına yakın bölgede olmak rakipler için istatistik iyileştirme şansı verirken, Konya’nın ise alışık olduğu ve kabullendiği bir stratejinin sabırla uygulanışını sahnelemek oluyordu.
UYUTAN OYUN
Daha maçın başında G.Saray’ın oyunu tamamen rakip alanda oynuyor olması da aslında biraz da G.Saray’un bunu istemesiyle de alakalıydı. Tek bir farkla. Konya, geçen dönemlerde rakip kendi alanına girdiğinde sert, agresif ve saldırgan bir çehreye bürünürken, bu sene ve G.Saray maçında olduğu gibi düşük seviyede ve izin veren bir hali ile oynadı. G.Saray, ilk yarıda oyunun, topun, sahanın, pasın, her şeyin hakimiydi. Fakat iş üretmeye gelince sorun çıktı. Sebeplerin ilki, kenarları çok iyi kullanan Onyekuru ve Mariano’nun, Miloseviç ve Fofana’nın yardımı ile kademeli bir savunma ile kontrol edilmesiydi. Beklentinin odaklandığı isimler olan Feghouli ve Belhanda ise Konyaspor savunmasının önünde oynayan Johnson ve Jovtevic’in yakın savunmasını kıramamalarından dolayı etkisiz kaldılar.
ŞAMPiYON GiBi DEĞiL
G.SARAY, şampiyonluğu gerçekten çok isteyen bir takım ruhu ve isteğiyle oynamadı. Konya’nun, Galatasaray’ı iyi oynadığına inandıran ve hakim olmasına izin veren oyununun aldatıcı güzelliğine kapıldı G.Saray. Benzer bir durum F.Bahçe derbisinde oldu. Oyunun tek hakimi olmanın sonuca yönelik değil de daha fazla pas yapmaya dönen bir duyguya kapılmış ve son saniyeye kadar hala yan pas yapmıştı.. Pas, topa fazlaca hakim olmak narkoz etkisi yapıyor. G.Saray’da. Durum fark edildiğinde ise ikinci yarının ortası gelmiş, biraz panik başlamış, üst üste değişiklikler ile sorunu aşma çabası başlamıştı. Bu kadar uzun süre kendi alanında oynayan bir takıma karşı Diagne’nin kötü olması, sadece onunla bağlantılı kalmadı ve direkt Feghouli, Belhanda’yı etkiledi. Kenarlar işlemedi, orta saha kitlendi, forvetler adım atamadı ve garip maç oldu. Şöyle ki, ‘ne Muslera ne de Serkan, maçın kaderini etkileyecek ya da çok iyi kurtarış yaptı’ diyeceğimiz bir pozisyona maruz kaldı Kaleciler rahattı, kenarlar vasattı, orta sahalar savaştı, forvetler baktı. Garip bir maç başladığı gibi bitti. G. Saray açısından F.Bahçe derbisinden sonra yine önemli bir fırsat geri çevrildi. Hâlâ avantaj devam ediyor ama bu maçın ciddi bir geri dönüşü olmalı...
Maçın adamı: Uğur.