Rusya’nın seçimi, Türkiye’nin seçimi

MALÛM, geçen Pazar Rusya’da genel seçimler yapıldı. Sonucu biliyorsunuz.

Haberin Devamı

Muhalif kurumları hedefleyen tüm cebri ve idari saldırılara; artı, sandıklara doldurulan tüm sahte oylara rağmen Vladimir Putin’in partisi yine de 15 puan geriledi. Yüzde 50’ye indi
Hilebazlığı protesto eden göstericiler de Moskova ve Petersburg gibi büyük kentlerde az biraz sokağa taştı. Son SSCB lideri Mihail Gorbaçov ise yeni ve dürüst bir seçim istedi.
İstedi de sanki kâale alan mı oldu?

NE gezer! Nümayişçilerin üzerine milis gücü sürüldü ve etraf anında süt liman kesildi.
Eleştirileri bir kulağıyla dinleyip diğeriyle çöpe atan Putin ise bildik taktiğe başvurdu.
“Suçu”(!), “anavatanın mutluluğuna hasetle bakan dış mihrakların” üzerine attı.
 “Sorumlu”(!) olarak da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’u işaretledi.
Yani işin özü, eski tas eski hamam ve kızıl veya değil, Aralık 2011 genel seçimleri ertesinde de Rusyalar Rusya olmak özelliğini yine aynısıyla korudu.

Haberin Devamı

ESKİ has eski hamam deyimini lâfın gelişi kullanmadım. Gerçek anlamda kullandım.
Çünkü Rusya durağanlığını açıklamak için o eskiye, yani tarihe uzanmamız gerekiyor.
Ancak, hiç aralıksız genişleyerek ta geçmişlerde şimdiki devasa sınırlarına ulaşan ve aslında 13’üncü yüzyılın küçük bir prensliği olan Kiev Hanlığına kadar çıkmayacağım.
Burada sadece, çağdaşı Alexis de Tocqueville’yle birlikte liberal ve demokratik aydınlanmacılığın öncülerinden sayılan ve yine Fransız olan Adolphe de Custine’nin çok kapsamlı bir seyahat ertesinde yazdığı “Rusya 1839” adlı yapıtından alıntı yapmak istiyorum:
Gelecek tehlikeyi öngördüğü için bu eser aynı zamanda “müneccim kitabı” addedilir.
“Çar’ın merhamet hissiyatı siyasi uygulamalarıyla sınırlıysa, Rusya’ya açıyorum.
Yok eğer gizli hissiyatı o uygulamalardan daha asilse, bu takdirde de Çar’a acıyorum.”

ANLADINIZ, çar–kul uçurumundan dolayı Rusya’nın Batı’ya sonsuz yabancı olduğunu defalarca vurgulayan Custine burada al birini vur, ötekine sakal demeye getiriyor.
Hükümranın da, tebaanın da aslında birbirlerini tamamladıklarını çağrıştırıyor.
Ve, Marx dâhil Montesquieu’den sonra “doğu despotizmi” diye tanımlanan bu genel durumu günümüzün siyasetbilim lügatine “itaat toplumu” diye tercüme ediyoruz.
Öyle bir “itaat toplumu” ki, işte önceki gün Korkunç İvan’ın; işte dün Bolşevik katil Lenin ve Stalin’in ve işte bugün de soğuk otokrat Putin’in tasallutuna boyun eğdi ve eğiyor.
Çünkü sorgulama refleksi iğdiş edilmiş olan Rusyalar halkı yarım yamalak bile olsa ne çoğulcu kültürle tanıştı, ne demokrasi tecrübesi yaşadı, ne de sivil inisiyatif bilincini edindi.

Haberin Devamı

KİMİ tarihçiler ve slavofistler Rusların bu “itaatkâr kaderciliğini” onların hem asırlarca Moğol – Tatar hâkimiyeti altında kalmış olmasıyla; hem de Hazar–Abakan– Sakay Türkleriyle melezleşmesiyle açıklarlar. Tezin doğruluğu yanlışlığı tartışmasına girmeyeceğim.
Fakat bizim açımızdan tartışılamayacak olan gerçek şuraya odaklanıyor:
Eski otokratik düzeni aynen sürdüren Vladimir Putin Rusya’sı, tabii ki realpolitik ve iktisadi ilişkiler hariç, Türkiye için asla “emsal” ve “seçim” olamaz. Asla da olmamalıdır!
Zira velev ki kavimlerimiz tarihi süreçte kuzey Slavlarıyla karışmış olsun, o Türkiye yine aynı tarihi süreçte “sorgulama kültürü”nü Rusya’dan sonsuz defa daha fazla özümsedi.
Üstelik de ülkemiz demokrasiyi ve sivilliği mükemmelleştirmek hedefini belledi.
Bu takdirde amenna, Rusya’ya müteahhit ihracatı; Sibirya’dan gaz ithalatı; Antalya’dan turist uçağı falan, tabii ki hiç birine tek kelime itirazım yok ve Allah artırsın!
Ama ne Kremlin’in oy hilesi, ne Putin’in “katyuşka” şarkısı, yukarıdakiler bize yeter.

Yazarın Tüm Yazıları