Yukarıdaki basın açıklamasını 23 Aralık 2011 tarihinde Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü yaptı.
Özeti şu: Fransa ‘Ermeni soykırımı vardır’ diyene hapis cezası verilmesini öngören yasayı kabul ettiği için, biz de bütün Türkiye’nin gösterdiği haklı tepkilere destek olarak, Fransız takımlarının maçlarını iddaa, spor toto gibi oyunlardan çıkartıyoruz.
Bu tepki spor komuoyunda olumlu yankı buldu. Destek gördü. Mutlu etti. Ama bu aynen bütün uyuşturucuların verdiği gibi sahte bir mutluluktu.
Gün geçti, devran döndü… diyemeyeceğiz. Çünkü devran’ın ancak çeyrek dönüş yapabileceği kadar gün geçti… Yani Türkçesiyle 3 (üç) ay geçti.
Biraz endişe ile dolu bavullarla geldiği Sivas ellerinde sazını çalmasını bildi. Dönüşte bavulunda çok değerli 3 puan ile paha biçilmez moral ve motivasyon vardı.
Fatih hocanın saha ve hava şartları ile ilgili söylediklerine tamamen katılıyorum.
Böyle bir sahaya futbolcu sürmek, kasabın önüne koyun atmaktan farksız.
Galatasaray herşeye rağmen kazanmayı bilmesi ile ön plana çıkıyor.
Ancak Sivas maçında Galatasaray ve Fatih Terim adına endişelenilmesi gerekilen 2 önemli husus dikkatimi çekti.
1- Galatasaray kullandığı bütün taç atışlarını istisnasız olarak rakibe attı. Galatasaray gibi bir takıma “Taç atmayı bilmiyorlar” demek içimden gelmiyor... Da maç boyu atılan taçların yüzde yüze yakınını rakibe atmak ya da verimsiz kullanmak da başka anlamada gelmiyor sanırım. Bu koskoca ayrıntının Fatih hocanın gözünden kaçtığını düşünmüyorum ama bizim işimiz de yakalamışken yazmak.
2- Galatasaray kullandığı bütün kornerleri paslaşarak mundar etti. Bir tek kornerde ceza alanına orta yaptılar, onda da gol attılar zaten. Bu kadar kötü bir zeminde, futbolcular ayakta bile durmakta zorlanırken, yarım gol sayılan kornerlerin paslaşıp top çevirerek kullanılması bana pek mantıklı gelmedi. Belki taktik icabı birşeyler denemek istediler ama daha ilk kornerde bunun olmadığı görülmeli ve vazgeçilmeliydi. Galatasaray korner kullanıyor. Takımın stoperleri bile ceza alanında. Ama paslaşarak pozisyon öldürüyorlar. Üste bir de topu kaptırıp kontra atak yiyorlar.
Galatasaray, Fenerbahçe maçında bu şekilde attığı her tacı rakibine kullanır ve kornerlerde paslaşma sevdasına topu rakibe kaptırırsa Kadıköy’de işi çok zor olur.
Spora ve özellikle de futbola bağlı şans oyunlarından nefret ederim. Ancak bu olaydan sonra maçları biraz da İDDAAcıların gözüyle izlemeye başladım. Futboldan soğuyasım geldi.
2.şahıs daha bu hafta Ankara-Gençler maçına oynamış. Bu şahıs bir İstanbul takımını tutuyor ama Ankaralı olmasından mütevellit ikinci takımı Gençlerbirliği. Gençler en az 2 farklı yener demiş. (Mantıklı)... Gençler 1.yi attıktan sonra (Bu şahsa göre) 2.’yi atmamak için sanki elinden geleni yaptı. Gençler, maçı ve üç puanı 0-1’lik sonuçla aldı. Ama bizim Gençler sempatizanı arkadaş Ankara’nın son saniye atağında kaçırdığı golü yorumlarken “Atsaydınız ş....lere, madem kuponumu yatırdılar puan kaybetseydiler de akılları başlarına gelseydi” diyor. Hesapta bu şahıs 2. kontenjan olarak Gençler taraftarı...
3.şahıs Galatasaraylı. Bir arkadaşımızın eşi. Takımı Eses deplasmanında. Kazanırsa rekor kıracak. Üstelik de çok formda. Basıyor maaşın yarısını Galatasaray üzerine kurduğu kupona. O da ne? Galatasaray’ın en iyi uzak şut atan bütün ayakları sahada ama 90 dakika boyunca tek uzak şut çekmiyorlar. Maç berabere bitiyor. Bizim o kolunu kessen sarı-kırmızı akacak 3. şahsımızın kendi takımına duyduğu kini, diline kadar gelip edemediği küfürleri, okuduğu bedduaları yazmaya elim gitmiyor...
İDDAA kendi takımına düşman, futbolu ve hayatını bu oyuna bağlamış bir futbolsever kitlesi yarattı. Bunlar her tür futbol maçını, pozisyonlarını ve olayları kendi kuponlarına göre yorumlayan, bitmiş oyanmış maçların hikayelerini, sonradan kendi egolarını tatmin için yeniden hikayeleştiren bir kitle. Üstelik de hikayelerini, yorumlarını dedikodu ve sanal ortam da dahil olmak üzere olağanüstü bir hızla yayan bir kitle.
Örneğin şu ana kadar hafta sonu oynanan bir maç ile ilgili en az 3-4 kişiden, “Bilerek atmamışlar. Kulüp ve futbolcular büyük oynamış abi” efsanesini işittim.
Bu Cuma akşamı aynı anda iki maç birden izledik. Gaziantep-Mersin ve Antalya-Beşiktaş. İki maçı birbiriye topladık, çarptık, böldük, çıkardık... Gaziantep’e kendi takımımızdır diye olmadık torpili yaptık. Yine de bi numara anlamadık.
Al birini vur ötekine ama birinin tutulacak, öbürünün vurulacak tarafı yok.
KÖRKEM!
Gaziantep maçında atılan golü, Beşiktaş maçında da Körkem’in (Hakemin görmeyeni) görmediği golü geç, heyecan bile yok.
Her iki maçta da belki güzel bir hareket yakalarız diye saniyede 5 kez kanal değiştirmekten TV kumandası kafayı yedi. Antalya-Beşiktaş maçından Antep maçına döneceğine National Geographic’e atlıyor, Antep’ten Beşiktaş maçına döneceğine History Channel’e geçiyor. ‘Acaba kumanda bize bi şey mi demek istiyor’ diye tartıştık maçlar boyunca. Çünkü maçlarda konuşacak bir şey bulamadık.
Antalya’nın verilmeyen golünü bile fazla sallamadık. Nasılsa kimse sallamayacak! Kurban edilen Anadolu takımı ne de olsa. Yandaki Körkem’i bir-iki maç dinlendirirler. Ortadaki Körkem’e elleşmezler. (Ne de olsa onun görevi değil bu pozisyonu yakalamak).
Gaziantep ligin en kötü futbol oynayan takımı. Kazara bir gol buldu mu arkaya yaslanıyor. Yiyene kadar da rahat etmiyor. Mersin maçında yemediyse biraz şansından, daha çok da Mersin’in çok daha kötü olmasından. Gaziantep’in bu kadro yapısı ile bu kadar kötü oynaması üniversitelere tez konusu olacak bir vakadır. Her maç rastgele bir 10 dakika coşup, sahaya futbol oynamak için çıktıklarını hatırlıyorlar. Gerisi hikaye. Ve biz bu hikayeyi Gaziantep’te yaza yaza bitiremedik.
Beşiktaş desen ayrı bir dert. Ama onların futbolu hatırlama süreleri 15 dakika. Bu kadar kötü oynayarak bu kadar puan toplamak bence şampiyon olmaktan bile değerlidir.
Çünkü biliyorduk ki Olcan için Trabzon ile çoktan söz kesilmişti. Aslında bu transfer sezon başlamadan önce gerçekleşecekti. Ancak şike iddia ve davaları ortalığı toz dumana boğup, futbolumuzu da Çarşamba pazarına çevirince iş ‘şimdilik’ kaydıyla yatmıştı.
Trabzon Olcan sevdasından hiç vazgeçmedi. Bu konuda hep bağlantıda kaldılar. Biz bu transferin sezon sonunda gerçekleşeceğini umuyor ve bekliyorduk. Ancak Gaziantepspor’un girdiği ufak çaplı mali kriz ve Trabzon’da işlerin çok yolunda gitmemesi işleri hızlandırdı.
Gaziantepspor başkanı İbrahim Kızıl’a, Olcan’ın Galatasaray’a transfer haberlerini sorduğumuzda “İyi para verirlerse, Olcan isterse ve biz de alternatifini bulursak olur” demişti. Bu cevap “O iş olmaz” demenin Arapçasıydı.
Çünkü:
1) Galatasaray Olcan’a “İyi para” denen şeyi ki (Bu en az 3-4 milyon Avro yapar) vermezdi.
2)
En çok istediği isimlerin bulunduğu listenin ilk sırasındaymış. Cimbom devre arasında Olcan’ı alacak’mış... Bana soran varsa cevap çok kısa... Bu iş zor, çok zor!
Bir kere Gaziantep şu anda liglerimizin maddi açıdan en sorunsuz ekiplerinin başında yer alıyor. Para için futbolcu satmazlar. Olcan’ı satacak olsalar, sezon başında gelen çok büyük teklifleri değerlendirirlerdi.
Ayrıca Gaziantepspor ligde hedefleri olan bir takım. Sezona kötü başladı ama toparlandı. Bundan sonra da daha iyi olacaktır. Hedefi olan bir takım, Olcan gibi bir ismi ancak yerini dolduracağı bir isim bulursa satar. Gaziantep adına Olcan’ın yerini dolduracak bir isim de özellikle devre arasında zor bulunur.
Sonracığıma ve ancak Galatasaray Olcan için “Dudak uçuklatacak” cinsten bir teklif yaparsa, Gaziantep yönetimi satmayı belki düşünür. Galatasaray’ın devre arasında, Olcan için KIZIL Kardeşlerin reddetmeyeceği bir rakamı gözden çıkarabileceğini düşünmüyorum.
Bir de Olcan’ın şu anda Gaziantep’in maskotu olma durumu var. Taraftar ve yerel basın özellikle lig ortasında böyle bir satışı asla onaylamaz. Buna rağmen Olcan giderse ve o andan itibaren de Gaziantep için işler tersine dönerse bunun hesabını kimse veremez.
Son olarak da, Olcan’ın kendi fikri çok önemli tabi ki... Daum’un hiç acımadan harcadığı bu büyük yetenek, kendisini Gaziantep’te yeniden buldu. Daum efendi O’na hak ettiği değeri ve fırsatı verseydi Olcan şimdiye kadar çoktan Türkiye sınırları dışında top oynuyor olurdu. Olcan’ın devre arasında gitmek gibi bir riske gireceğine pek inanmıyorum. Ayrıca Gaziantep’ten bu kadar kolay kopabileceğini de sanmıyorum.
Bir şey daha var ki bu tamamen benim şahsi fikrim. Olcan’ın kendisini bulması ve hakettiği yere gelmesinde çok önemli bir ismin büyük etkisi var. İvan... İvan Gaziantep’in görünmez kahramanı ve adeta YILDIZ YARATICISI... İsmail Köybaşı’nı Beşiktaşlı İsmail yapan İvan’dır. Ben iddia ediyorum ki İvan’ın önünde oynayan herkes yeteneklerini ispatlamak için en uygun ortama sahip demektir. NETEKİM İsmail Beşiktaş’ta iyi oynuyor olabilir ama (Yine bence) Gaziantep’teki performansından çok uzaklarda. Bunun en büyük nedeni de İvan’sızlık... Beşiktaş İsmail’i İvan’la birlikte almalıydı. Aynı şey Galatasaray için de geçerli. Olcan’ı İvan’la birlikte almalılar. Olcan her takımda işinin hakkını verir. Ama İvan’la süper yıldız olur.
Yani uzun lafın kısası Galatasaray’ın devre arasında Olcan’ı alabilmesi için pek çok şartın bir araya gelmesi gerekiyor. Türkiye şartlarında rekor denecek bir parayı gözden çıkaracaklar. Gaziantep Olcan’ın yerine iyi ve ucuz bir isim bulacak. Kızıl Kardeşlerin iyi tarafına denk gelecek ve teklifi kabul edecekler. Üstüne de Gaziantep taraftarı ve medyasının eşref saati bulunacak ve tepki çekmeyecek... Ve tabi bir de Olcan bu işe ‘EVET’ diyecek... Bu şartların hepsi devre arasında yerine gelir mi? Bence zor, çok zor...
Maça damgasını vuran iki isim de saha dışındaydı. Her iki takımın teknik direktörleri yaptıkları değişikliklerle maça ve skora damga vurdular. Ama bu damgalar kendi aleyhlerine oldu.
Beraberliği bulan Aykut Kocaman bence çok büyük bir hata yaptı ve Caner’i kenara aldı.
Caner çıktığı ana kadar Fenerbahçe adına sahanın en olumlu ismiydi. Topu tutan, yırtıcı ataklar yapan, üstüne de rakibin en önemli silahı Quaresma’nın sahada dans etmesini engelleyen isimdi. Fenerbahçe’nin golündeki katkısı ise ekstrasıydı.
Caner kenara alınınca Quaresma sazı eline aldı. Ferenbahçe’nin kanatlarını, özellikle de sol kanadını felç etti. Bu durum gol gelene kadar sürdü. Golün ardından sahada kaldığı kısa sürede ise yine rakibine kendisini takip ettirmekten atak yapmayı unutturdu.
İşte bu dakikalarda Beşiktaş’ın hocası tam bir “Laz uçar da kaz uçmaz mı” hatası yaptı. Meslektaşı Aykut’a nazire yapar gibi, hem top tutan, hem her an gol koklayan hem de rakibe top oynamayı unutturan Quaresma’yı dışarı aldı.
Bu durum Fenerbahçe’ye topun kontrolünü verdiği gibi gole giden yolları da açtı. Golün geldiği serbest atışta vuruşun güzelliği kadar, barajın eksik kurulmasının da büyük etkisi vardı. Cenk “Bir hata da ben yapayım” dedi.
Başta da dediğimiz gibi, sonucu yanlış oyuncu değişikliklerinin belirlediği bir maç izledik. Ama güzel bir maç izledik. Şişin ve kebabın yanmadığı bir gecede sadece futbol ile yetinmesini bilenler güzel bir ziyafet çekti. Bu guruptaki herkese afiyet olsun...