Yunus dört yaşında...
Aklı ve bilinci yerinde.
Gülüyor, boğazına takılan bir aparat sayesinde sesini duyuruyor, komiklikler yapıyor
Asla kıpırdayamıyor.
Elini tuttuğumda azıcık kavrıyor parmağımı. “Pepe'yi severim ben en çok” diyor çiçekler açan gözlerindeki gülümsemeyle. Burası salondan bozma bir yatak odası. Babaanne ve dede evlerini açmışlar, Yunus cihaza bağlandıktan sonra.
Her elektrik kesildiğinde ölümle burun buruna kalıyorlar.
Çünkü solunum cihazı çalışmıyor. Anne 25 yaşında baba 30. Abisi ise 7 yaşında.
◊ Anne-babaların tedirgin olması çocuğa yansıyor mu?
- Anne-baba olarak bir çocuğa kötülük yapmak istiyorsanız yanına sürekli kaygılı yaklaşın. Çocuğa yapacağınız en temel kötülüklerden biridir. Çocuk bunu hisseder. Kaygı iki boyutta mesaj verir.
Bir tanesi “Sana güvenmiyorum, hayatla baş edemezsin”dir. Diğeri “Sende bir bozukluk var, doğal değilsin” mesajıdır. Çocuk “Bende bir bozukluk var”a inanmaya başlıyor. Kaygının kaynağını bulup çocuğa varmadan önce onu halletmek lazım. İnsanın hayatındaki şükür duygusu çok önemli. Şükür duygusu zengin olan insanlarda güven duygusu vardır. Kolay kolay öfke gelişmez.
◊ Yurtdışında da görev yaptınız. Orada size farklı gelen bir olay oldu mu?
- Amerika’da asistan olduğum zaman başıma bir olay geldi. Benim gibi asistan olan birkaç arkadaşla oturuyorduk. Bir arkadaşın da çocuğu yanımızdaydı. 12 aylıktı. Çocuk emekliyordu. Meşin bir koltuk vardı ve çocuk oraya çıkmak istiyordu. Babası arada bakıyordu.
4-5 kere çıkamadı ve düştü. Babası hiç yerinden kalkmadı. Ben çocuğun Doğan amcasıydım. Kalktım çocuğu aldım koltuğa çıkardım. Çocuk şaşırdı, hiç beklemiyordu. O sırada babasından bir teşekkür bekliyordum.
◊ Çocuk gelişimi ile ilgili sayısız kitap yazdınız. Gelişim açısından olmazsa olmaz beş maddeniz nelerdir?
- Birincisi, anne-babanın çocukla ilk kez karşı karşıya geldikleri, kucaklarına aldığı anda ‘bu çocuk kim?’ konusunda fikir sahibi olmaları. Bu oldukça önemli. O çocuk akıl almaz, muhteşem bir potansiyel. Bunu kalıplayacak mısın yoksa geliştirecek misin? Niyetin ne? İkinci önemli madde bu.
◊ Anne-babaların niyeti ne olmalı?
- “Bu çocuk bana hizmet etmek için mi geldi yoksa ben onun gelişimi için ne yapabilirim, ben ona nasıl hizmet edebilirim” diye mi bakıyorsun. Bu ikisinin arasında çok fark var. Bir makinenin parçası gibi uydurmaya mı çalışıyorsun yoksa eline verilmiş bir tohum gibi beslemek, yetiştirmek için çiftçilik mi yapmak istiyorsun.
◊ Diğer önemli maddeler neler?
- Üçüncüsü, “ben kimim, kendimi tanıyor muyum” sorusu. Anne-babalarının kendi çocukluklarını tanıyıp tanımadıkları, yaralı yerleri olup olmadıkları çok önemli. İnsanın çocukluğu ana vatanıdır. Ana vatanları ile temas halindeler mi? Kendi çocuklarını ana vatanlarından mahrum bırakmadan yaşatmaları gerekir. Dördüncüsü, bu niyete sahip olan bir insan olarak neyin farkında olmam lazım? “Bu çocukla ilişki kurduğum zaman nasıl çiftçilik yapacağım?”. Çiftçiliğin kuralları var. “Nelerin farkında olmam lazım?” sorusunun sorulması gerekli. Beşincisi ise nasıl bir aile ortamı olmalı ve hangi değerleri yaşamalı. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Ailede hakikate saygı var mı? Olanı olduğu gibi görme özgürlüğümüz var mı?
◊ Elazığ’dan İstanbul’a seyislik eğitimi almak için geldiniz. Neden mesela yiyecek-içecek işi de değil de seyisliği seçtiniz?
- Zübeyde Yıldırım: Ben 26 yaşındayım. Elazığ İl Tarım Müdürlüğü ve Türkiye Jokey Kulübü’nün ortaklaşa yaptığı projeyi duydum. Yurtdışında yaygın olan fakat Türkiye’de olmayan bir şeyi yapmak istediler. Dünyada lisanslı kadın seyis sayısının fazla olduğunu ve Türkiye’de ise hiç olmadığını söylediler. Özel bir meslek oluşu ve ülkemizde ilk kez yapılıyor olması benim çok hoşuma gitti. Hayvanlara karşı büyük bir sevgim var. Böyle olunca hemen projeye katılmak için başvuruda bulundum.
- Ayşegül Kışo: Ben de Zahide’nin dediği gibi Türkiye’de lisanslı kadın seyislerin olmadığını duyduğumda çok heyecanlandım. Bir ilki başaracak olmak bana çok cazip geldi.
- Sibel Zavallıoğlu: Her zaman ilk olan şeyleri yapmayı sevmişimdir. Beden eğitimi öğretmenliği mezunuyum. Elazığ’da at biniciliği kursu açmak istiyorum. Bu işi temelinden öğrenmek istedim. Eğer atlarla birlikte çalışmak istiyorsanız önce seyisliği öğrenmeniz gerekiyor. O yüzden projeye başvurdum ve kabul edildim.
- Zülfiye Çakmak: 37 yaşındayım. Üç çocuk annesiyim. Daha önce kısa süreli olarak çalışmıştım. Ev hanımıyım. Projeyi duyduğumda hemen katılmak istedim. Eşim de katılmamı destekledi.
“Öyle ağır, öyle iz bırakan acılar yaşadım ki, Yaşar Kemal’i, Mehmed Uzun’u okumasaydım aklımı kaçırırdım” dedi Zennure.Boynunda belli belirsiz parlayan kolyesinde üç minik evladının fotoğrafı vardı... Biz röportajımızı yaparken gülen yüzü, misafirperver haliyle eşi de yanımızdaydı. Son zamanlarda okuduğum en etkili kitaplardan biri “Ase”. Toplumda üzeri örtülmeye çalışılan yaralarımızın en gerçek hali. Nasıl da yalın bir üslupla yazmış zarif Zennure...“Ben oğlumu 4,5 yaşında toprağa verdim” dediği o ana kadar kitaba odaklanmış aklımı ve yüreğimi aldı benden.Berdele kurban gitmiş ömürlerin sözcüsüdür Zennure... Aile içinde taciz edilen kız çocuklarının sesidir Zennure...Yüreği, Hakkari’de boynu yere bakan laleye benzer Zennure’nin...
◊ Kitabın için tebrik ediyorum… Hakkarilisin. Önce sana burada çocuk olmayı sormak istiyorum…
- 33 yaşındayım. Hakkari’de doğdum, büyüdüm ve burada yaşıyorum. Burada çocuk olmak yoklukta büyümektir. Birçok şeyi televizyondan izlemektir. Basit bir çikolatayı aylar sonra yiyebilmektir.
Şefkatli bir ailede büyüdüm. Bu bana avantaj sağladı. Mutlu bir çocukluk geçirdim. Benim çocukluğum 90’lar zamanına denk geldi. Olağanüstü hallerin, çatışmaların içinde büyüdüm.
◊ “Ase” isimli kitabında da bu çatışmalardan bahsediyorsun. Sende ne yaralar bıraktı o çatışmalar?
- 9 yaşındayken panzer altında ezilen bir çocuğun sesini duydum. Dönüp bakamadım ama çocuğun kemiklerinin çıtırtılarını duydum. Dedemlere gitmiştim. Öğleden sonra saat 4’te herkesin koşarak eve gittiği dönemlerdi. 4’ten sonra sokağa çıkma yasağı başlıyordu. Dedemlerden çıktım eve gidiyordum.
Rampayı çıkarken bir panzerin geçtiğini gördüm. Sonra kemik çıtırdama sesi duydum. Çığlık sesleri, koşuşturmalar... 33 yaşındayım ama hâlâ o ses kulağımda.
Ne verirseniz onu alıyorsunuz, hayatın tüm gerçekliği gibi... Ama bir fark var. Onlar bizden daha saf, daha duyarlı ve daha insancıllar. Yani bizden daha üstünler aslında.
Onlara anlayışlı ve sabırlı bir antrenör ile bir havuz verirseniz Avrupa Şampiyonluğu getiriyorlar size. Ama onlardan utanır, bir odaya kapatırsanız, zindan edersiniz hayatlarını.
Onlar, disipline sevgi katıp başarıyorlar. Kimi masa tenisi, kimi yüzme, kimi atletizm şampiyonu...
Ayakta alkışlıyorum benim kıymetli dostlarımı...Ve teşekkür ediyorum Türkiye Özel Sporcular Federasyonu’nun tüm
emek verenlerine...
◊ Sizleri tanıyabilir miyim?
- Hande: 33 yaşındayım. 20 seneden fazla süredir yüzüyorum. 7-8 yaşında başladım. Annem yüzmemi çok istedi.
Sağlık öyle hassas ve öyle değerli bir konu ki... Bir doktorla konuşacaksam ve bunu size aktaracaksam, yaptığım röportajlarda fazlasıyla irdeliyorum bu konuyu. Kitabevi turlarımdan birinde Ümit Aktaş’ın kitabıyla karşılaştım.Anlaşılır bir dille yazdığı “Mutluluk Kürleri” adlı kitabının satışı zaten muhteşem. Kendisini tanımak ve bilgilerinden faydalanmak isterseniz buyrun...
◊ Ümit Bey, fitoterapi uzmanısınız. Fitoterapi tam olarak nedir?
- Bitkilerin insan sağlığını korumak ve hastalıklarını tedavi etmek için kullanımını inceleyen bilim dalına fitoterapi denir.
Türkiye’de fitoterapi tıp fakültelerinde uzun yıllar okutulmadı. Sadece eczacılık fakültelerinde okutuldu. Fitoterapide eczacılar, doktorlar birlikte çalışır. İşin içinde botanikçiler ve ziraat mühendisleri de vardır.
Ben yüksek lisansımı Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde yaptım. Şu anda ülkemizde doktorlara fitoterapi eğitimi veriliyor. Mevzuat değişti. Ben tıp fakültesinde okurken böyle bir eğitim verilmiyordu.
◊ “Mutluluk Kürleri” adlı kitabınızın satışı 120 bini geçti. Kitapta beslenme ile ilgili önemli bilgiler veriyorsunuz. Beslenme konusuna ne zaman merak sardınız?
- Mesleğimin 3. senesinde Mardin’de görev yapıyordum. Bize öğretildiği gibi hastalara reçete yazıyorduk.
Öyle güzel, zarif ve narin ki...Üzerinde başarının getirdiği mütevazı duruş var...54 sene ülkesinin insanı onu başının üzerinde taşımış. O da ülkesinin insanına nasıl faydalı olacağının peşinde. Şimdilerde bireysel silahlanmaya karşı çalışacak. Anlatırken yüzünde, sesinde görüyorum o heyecanı. Bakkaldan çekirdek almak gibi bizde silah, tüfek almak ve kullanmak... Öldürülüyor kızlarımız, seyirci kalıyoruz biz de. Hülya Koçyiğit ayaklarını uzatıp dinlenmek, hiçbir şey düşünmeden yaşamak yerine hep çalışıyor. Onu seviyorum ve sayıyorum milyonlarca insan gibi...
◊ Hülya Hanım, silahlanmaya karşı yeni bir sosyal sorumluluk projesine başlayacağınızı duydum… Nereden aklınıza geldi bu fikir?
- Ne yazık ki şiddet bütün dünyada olduğu gibi bizde de gitgide tırmanıyor. Çocuklar gerek internette gerek medyada terör, canlı bomba, şiddet, sapıklık, ölüm gibi olumsuz örneklerle karşılaşıyorlar. Silah demek ölüm demek. Barış içinde yaşamak, silahsız, çatışmasız, şiddetsiz, savaşsız yaşamak hepimizin umudu. Her Allah’ın günü bir ya da iki kadın ölüyor. Ölen her kadınla, kadınlar bir kez daha ölüyor. Çünkü her an bu durum kendileri için de söz konusu olabiliyor. Durmadan kadınlar öldürülüyor. Bu beni çok fazla acıtmaya başladı. Bana “ne oluyoruz?” dedirtti. Evde oturup kendi kendime dertleneceğime elimi taşın altına koymak, “Siz ne yapıyorsunuz, neden kadınları öldürüyorsunuz” demek istedim. Bu benim vazifem gibi görüyorum.
◊ Kadın cinayetleri maalesef her geçen gün artıyor…
- İşte bu durum beni isyan noktasına getirdi. Önlem için yapılan şeyler yetersiz gelmeye başladı. Daha güçlü bir ses çıkarmamız ve bu sesi nasıl çıkarmamız gerektiğini düşündüm. Herkesin elinde silah var. Herkes kendini kabadayı sanıyor. Sonrasında ne yapabiliriz diye menajerim Bircan Silan’a danıştım. “Bir ekip kuralım ve kurumsal olarak dillendirerek bu işin üzerine gidelim” dedim.