Nevzat Tarhan ekranda gündüz kuşağı programları yaptığım zamanlarda sıkça konuk olarak ağırladığım kıymetli bir hocam. Kitaplarını büyük bir zevkle okuduğum, sevdiğim, saydığım bir büyüğüm...
Toplumca ondan, birikimlerinden, tecrübelerinden faydalanmamız gerektiğine inandığım için bu hafta rektörlük görevini üstlendiği Üsküdar Üniversitesi’nde onunla buluştum, konuştum. Kadın-erkek ilişkilerinden, çocuk yetiştirmeye kadar birçok konuda o kadar eksiklerle ve yanlış bilgilerle doluyuz ki... Öğrenmeye, düzelmeye, hatalarıyla yüzleşmeye açık olanların dikkatle okuyacağı bir sohbeti aktarıyorum sizlere...
Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU
* Son yıllarda sizce psikolojik danışmanlık alan insanların sayısı arttı mı?
- Geçmiş yıllara oranla insanlar artık daha çok psikiyatra/psikoloğa gidiyorlar. Toplumdaki o algı kırıldı. Bununla birlikte de ilaç kullanımı arttı. Çok abartılı ilaç kullanımı var. Kadınlar günlerde birbirlerine antidepresan vermeye başladı. İlaç kimyasal silahtır, yerinde ve zamanında kullanılması gerekir. Bilinçli kullanılmayan antidepresan sorunuyla karşı karşıyayız.
Spor ve başarı ne şahane bir ikili... Kadın ve voleybol gibi. Dağ gibi kadınlarla buluştum bu hafta...
Üst üste iki kez Dünya Şampiyonluğu kazanmış olmanın verdiği özgüvenle anlattıklarını dinledim. Kimisi henüz 20’li yaşlarında. Kimisi ise 30’larında.
Neslihan, Ceylan’ın yaşında başlamış voleybol oynamaya ama şu an ikisi de aynı takımda. İdoller ve genç oyuncular bir arada...
Ülke gündemi bu kadar yoğun ve kasvetliyken bir-iki gün de olsa gündeme gelebilmek bize mutluluk veriyor diyorlar... Voleybolun bir yaşam biçimi olduğunu ve savaşmayı öğrendiklerini söylüyorlar...
Ayrıca ailelere tavsiyeleri var: “Biz voleybolla okulun bir arada yürüyebileceğinin örneğiyiz. Bırakın çocuklarınız voleybol oynasın”...
Fotoğraflar: Levent KULU
* İki kere üst üste dünya şampiyonu oldunuz… Öncelikle tebrik ederim. Voleybola başlama hikayenizi merak ediyorum…
Uzun yollara gittikçe gidesimiz geliyor bizim tam 5 yıldır...
Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte imzaladığımız protokol içeriğinde okul öncesi eğitime destek olmak ve farkındalık yaratmak amacı ile kurulmuş bir derneğiz biz...
Trabzon’dan Mardin’e, Hatay’dan Çanakkale’ye, Ankara’dan Kars’a ve daha nice 35 şehrin köylerine uzanan bir yol bizimkisi...
Sıfırdan başlayan inşaatımızın temelinin atıldığı, çatısının takıldığı, bahçe düzenlemesinin yapıldığı günden, perdelerimizin takıldığı güne kadar ekipçe titizlikle tüm detayları takipteyiz.
Derneğimizden ekibimiz diye bahsederken kendi mesleğimdeki kalabalık çalışma
ortamıyla mukayese edilmemesi için özellikle yazıyorum.
Üç dünya şampiyonluğu kazanmış, pırıl pırıl gençlerle karşınızdayız bu hafta... Tekvandoya gönül vermiş, beden eğitimini meslek edinmiş, mütevazı, alçakgönüllü, sıcak, samimi üç değerli genç. Ramazan’ın imkansızlıklar sebebiyle yarım bıraktığı okulunu dışarıdan bitirme çabasını, Emirhan’ın kendine hedef koyarak ilerlemesini ve Kübra’nın şampiyonluk hikayesindeki azmi gördüm...
Kübra ile ilgili sosyal medyada yankılanan yorumlar içler acısı. 2013 yılında bandana takarak kazandığı Avrupa Şampiyonluğu unvanından haberimiz yok ama türbanı ile kazandığı başarısından haberdarız.
“Vücudunu o şekillere sokmana gerek var mı?”, “Başın kapalı ama ayak bileğin gözüküyor, ayıptır” diyenlerden tutun, “Tekvandocu olacağına hafız olsaydın” diyen, diyebilen kara zihniyetlere inat koşup konuştum onunla.
Tercih ettiği giyim şekline değil, azmine, başarı hikayesine odaklandım. Madden değil ama manen kazandıklarını dinledim ondan...
◊ Kübra, Emirhan ve Ramazan... Üçünüz de Peru’da altın madalya aldınız, dünya şampiyonu oldunuz. Tebrik ederim. Muhteşem bir başarı. Sizi daha yakından tanımak istiyorum...
- Kübra Dağlı: 20 yaşındayım. İki kardeşiz. Spora 13 yaşında karateyle başladım. İki yıl kadar karate yaptım. Daha sonra tekvandoya geçtim. Kendime dünya şampiyonluğu hedefini belirlemiştim ve hedefim için çok çalıştım. Bu sene Sakarya Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği bölümünü kazandım.
Uzun zamandır yeni bir başlangıç için bu kadar heyecanlanmamıştım. Mahsun Kırmızıgül’ün yeni sinema filmi “Vezir Parmağı” için yaz boyu süren hazırlık ve provalar sonrası çekim için haftalardır Kapadokya’dayız. Çocuklarımın okula başlaması ile bir günlüğüne bile olsa İstanbul’a sıklıkla gelip, bu güzel şehre tekrar geri dönüyorum.
Nevşehir ve Kayseri havaalanı yolları benden sorulur oldu...
Bir günümü ilk kez, sizler için, turistlik güzellikleri ile dünyaya nam salmış bu coğrafyaya ayırdım.
Milyonlarca yıl önce Erciyes -Hasan-Melendiz volkanik dağlarının patlamasıyla oluşan tüf tabakasının bu bölgede yoğunlaşması ile ortaya olağanüstü bir görüntü çıkmış. Yıllar boyu kar, yağmur ve rüzgarın aşındırması sonucunda ortaya çıkan peribacaları, kiliseler, gizemli yeraltı şehirleri, manastırlarla dolu bu coğrafyanın gözdesi, onu gökyüzünden seyretmenizi sağlayan balonlar...
Sizin için merak ettiklerimi sordum...
Dünya tarihi mirasında ve UNESCO ‘nun koruması altında olan Kapadokya’yı mutlaka gezmeli, görmelisiniz...
Tarık Akan’ı kaybettik... Anılarımızı, yıllarımızı kaybettik.
Bir çift güzel gözün ötesinde, şahsiyetli ve onurlu bir duruşu, adam gibi bir sanatçıyı kaybettik.
Gazanfer Özcan’ı, Kemal Sunal’ı, Ekrem Bora’yı, Sadri Alışık’ı, Levent Kırca’yı, Nejat Uygur’u uğurlarken de böyle eksik kaldık. Elindeki değerleri yaşarken bilmezden gelir ya insan...
Pamuklara sarıp saklamaz da, hep kaybedince anlar değerini...
Sinemanın ve tiyatronun emektar kadınlarına sarılmak istedim bu hafta.
Yollarına, anılarına kalbimi koydum...
Romanların meşhur modacısı Kobra Murat’ı gündüz kuşağında her gün canlı yayın yaptığım zamanlardan tanıyorum. Onu konuk olarak almıştım. Neşesini ve samimiyetini hiç unutmadım. Geçen hafta Kobra’nın büyük oğlu Doğuş’un nişanı olduğunu öğrendim. Ama öyle sıradan nişanlardan değil!
Üç gün, üç gece. Mehter takımından düğün salonuna kadar her şeyin olduğu rengarenk bir nişan. Ertesi gün saat 16.00 gibi Balat’a gittim. “Bir mecalim var” sesleri sokaklarda yankılanıyordu. Az ileride mehter takımı, orkestra ve mahalleli... Tepsilerde dağıtılan el açması börekler, pişiler...
Herkes Roman şarkıları eşliğinde göbek atıyordu. Aralarına karışıp ben de onlarla bir oynadım, bir oynadım. Hepsinin yüzünde bir neşe, bir keyif... Onların yanında insan tüm dertlerini unutur. Murat, nişan için koca bir ev parası harcamış. Çocukluğunda Murat’ın ailesi de maddi imkansızlarına rağmen aynı adetleri ona yapmış. Çocukluğundan, iş hayatına, Kobra lakabından nasıl ünlü olduğuna kadar her şeyi konuştuk.
Çocukken annesinin ona söylediği “Oğlum Romanlar gibi konuşma sana Çingene derler” lafı aklımdan çıkmıyor. Murat’ın küçük oğlu sırf okulda onunla dalga geçtikleri için okuldan soğumuş. Ne acı...
Murat, Türkiye’de Romanların hâlâ ayrımcılığa uğradığını söylüyor. Keşke birbirimizi sadece insan olduğumuz için sevebilsek...
Irk, dil, din ayrımı yapmadan, insanı insan gibi kabul ettiğimiz nice güzel bayramlara.Çöpteki kumaş parçalarından mont yapıp sattım
◊ Kobra Murat olmadan önceki hayatını merak ediyorum. Nasıl bir çocukluk geçirdin?
Belkıs Dişbudak, 78 yaşında. Bugüne kadar 400 kitap çevirisi yapmış ve hâlâ çalışan bir çevirmen. Amcası, Galatasaray Spor Kulübü’nün meşhur kurucusu Ali Sami Yen. Babasının babası ise ilk Türkçe sözlük ile ilk yerli romanın yazarı, ünlü dilbilimci Şemsettin Sami. Belkıs Hanım’ın dile ve sözcüklere olan merakı da sanırım bu yüzden. Genlerinde var!
Belkıs Hanım’ı henüz taşındığı Küçükkuyu’daki evinde ziyaret ediyorum. İçeri girer girmez çocukluğumun evleri geliyor aklıma... Salonunun yarısından fazlası kitaplarla dolu. Hatta salonuna sığmayan kitaplar için bir de oda yaptığını anlatıyor...
Kitaplığının bir kısmı ailesinden miras kalanlar, bir kısmı da çevirdiği ve beğendiği kitaplardan oluşuyor. Kitap raflarının orta yerinde bir çalışma masası, üzerinde de bir bilgisayar var. Bilgisayar başına geçip bana şu anda yaptığı çeviriyi gösteriyor. Arka tarafta Solitaire oyunu açık. Bilgisayarda oyun oynamayı sevdiğini söylüyor.
Çocukluk zamanlarından annesinin terzihanesine, ilk çevirdiği kitaptan günümüz Türkiye’sine kadar her şeyi konuşuyoruz... İçi her şeye rağmen umut dolu, “Bugünler de geçecek” diyor...
Evinden ayrılırken ben de umut doluyorum. Kitap okumanın ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum yol boyunca...
◊ Çocukluğunuz nerede geçti? Nasıl bir aileniz vardı?