MADRİD’i kana bulayan günün gecesi Paris’te UNESCO binasındayım.
UNESCO ile ünlü kozmetik markası L’Oreal’in, altı yıldan beri birlikte yürüttükleri ’Kadınlar ve Bilim için’ programının ödül töreni var.
UNESCO’nun 1950’lerin sonuna doğru inşa edilmiş binasının tören salonu beton sütunlarla çevrili. Betonun soğukluğu ise ışık oyunlarıyla yumuşatılmış.
Salonda Fransa’nın ünlü kadınları...
Eski Maliye Bakanı Dominique StraussKahn’ın eşi ve televizyon yıldızı Anne Sinclair törenin sunucusu.
90 yaşına merdiven dayamış eski cumhurbaşkanı George Pompidou’nun karısı, eski bakanlardan Simone Veil, oyuncu Marisa Berenson gözüme ilişenler arasında.
UNESCO ve L’Oreal’in ortak programında, genç bilim kadınlarına 20 bin dolarlık burs, araştırmacı profesörlere ise 100 bin dolarlık ödül veriliyor.
Anne Sinclair, önce burs kazanmış olan bilim kadınlarını üç kişilik gruplar halinde sahneye çağrıyor.
Üçüncü grupta TÜBİTAK’tan burs almaya kazanmış moleküler biyolog Semra Aygün de var.
Bursuyla dokuz aylığına Pennsylvania Üniversitesi’ne gidecek.
Anne Sinclair hepsine en can alıcı soruyu soruyor:
‘Bir virüsü teşhis etmek, bir mikrobu bulmak kimi zaman yıllar gerektiriyor... Bu sabrı ve enerjiyi nereden buluyorsunuz? Neden bilimi hayatınızın en önemli amacı haline getirdiniz?’...
Yemenli, Nijeryalı, Bangladeşli, Türkiyeli, Romanyalı bilim kadınının çıkış noktası hemen hemen aynı: Çocukluklarında beğendikleri bir öğretmeni ya da bilim kadınını örnek almışlar.
15 genç bilim kadınının sırayla sahneye dizilmesinden sonra sıra beş profesöre geliyor.
Önce hayatlarını anlattıkları kısa filmleri seyrediyoruz.
Güney Afrikalı Jennifer Thomson, mısırı virüslere ve kuraklığa karşı dayanıklı hale getirmeyi başarmış. Yani mısırın genleriyle oynamış.
Avrupalı bildiğimiz gibi genleri manipule edilmiş ürünlere (GMO) karşı.
Anne Sinclair, duyarlı bir Avrupalı olarak bunu sorguluyor.
Thomson’un imdadına, bilim kadınlarını seçen jürinin başkanı, Nobel ödüllü Profesör Christian de Duve yetişiyor.
‘Afrika’nın başlıca gıdası mısırdır. Açlıkla boğuşan insanların yararına yeni tekniklerin uygulanmasında sakınca yoktur’ diyor.
Amerikalı Philippa Marrack bağışıklık sisteminin mekanizmasını çözmek için tam 35 yıldan beri çalışıyor. Bu arada zincirin bazı halkalarını aydınlatmış. En büyük destekçisi kendisi gibi bilimle uğraşan kocası.
Burs kazanmış gençlere tavsiyeleri şöyle:
n En sevdiğiniz şeyin peşinden gidin... Bunu bir erkekle birlikte yaparsanız da olur, yapmazsanız da...
n Eğer çalışmalarınızı yabancı bir ülkede sürdürecekseniz o ülkenin kurallarını bilmiyormuş gibi yapın. (Kendisi uzun yıllardan beri ABD’de oturan bir İngiliz.)
n Kirli çamaşırınızı unutup laboratuvarınızda kalın.
Brezilyalı Lucia Mendoza Previato, hayatını Güney Amerika’da 18 ila 20 milyon kişiyi etkileyen, uyku hastalığının kuzeni ‘Chagas’ parazitine adamış.
Fransız Christine Petit, kalıtımsal sağırlığa neden olan genlerle uğraşıyor.
Çinli Nancy İp ise salondakilerin tümünü, erkekler dahil ağlatıyor.
Nedeni en genç olmasında mı, ailesinden ve kendisinden söz ederken fazla duygulanmasında mı bilinmez ama onu dinlerken yanaklardan gözyaşları süzülüyor.
Altı kişilik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen, binbir zorlukla üniversiteye giden, Çin Bilimler Akademisi üyesi Profesör Nancy İp beynin sırrını çözme peşinde.
Alzheimer ve Parkinson’a çare bulacağını umut ediyor.
‘Çünkü’ diyor ’Teyzem Alzheimer’dan öldüğünde annem çok sarsıldı. Bana bu hastalığın çaresini ne zaman bulacağımı sordu...’
UNESCO’nun töreninde karşımızda, sabırla, inatla saatlerini, dakikalarını, saniyelerini üstüste koyarak kendilerini insanlığa adamış kadınlar vardı.
Madrid’in ağladığı saatlerde işte bu kadınlar dünyaya bir umut mesajı veriyordu.