Gila Benmayor

4 Ekim sabahı Financial Times’taki ilan ne diyor

4 Ekim 2005
Kal-Der yani Türkiye Kalite Derneği’nin bugünkü Financial Times’a verdiği bir ilan var.Bugün yani Lüksemburg’daki sancılı saatlerin ertesi günü gazeteyi satın alanlar şöyle İngilizce bir cümleyle karşılaşacaklar:

Yazının Devamını Oku

Beyninde yüreğinde alnında ve kucağında Diego

2 Ekim 2005
<B>Meksikalı </B>ressam <B>Frida Kahlo</B>’nun 47 yıllık hayatı, <B>Londra</B>’daki <B>Modern Tate Müzesi</B>’nin iç içe geçmiş 11 salonunda. Yolunuz Londra’ya düştüğünde kaçırmamanız gereken bir sergi.

Kahlo’nun geçirdiği kaza nedeniyle yatağına mahkum olduğu ve resme başladığı 1925 yılından öldüğü 1954 yılına kadar yaptığı resimler etkileyici.

Sembollerle yüklü. Bir tek tablosunda birden fazla hikaye var.

Yatağında yatarken Frida’nın en önemli modeli kendisi.

Annesinin başının üzerine yerleştirdiği aynaya bakarak yaptığı oto portreleri sanatının merkezinde.

Saçlarına çiçekler iliştirilmiş Frida, saçlarına kurdeleler dolanmış Frida, kolyeli Frida... Omzuna bir maymun tünemiş Frida.

Her birinin anlatığı hikaye farklı.

Peki hikayelerin arkasındaki Frida Kahlo kim?

FİLMLE DAHA EFSANELEŞTİ

Salma Hayek
’in 2002 yılında hem yapımcılığını, hem oyunculuğunu üstlendiği ‘Frida’ filminden sonra daha da efsaneleşen ressamın hayatını bilmeyen yok gibi ama yine de hatırlatayım.

Frida’nın kendisi, Meksika’da devrim yılı olan 1910 yılında doğduğunu iddia etse bile doğum tarihi 6 Temmuz 1907.

Babası Alman bir göçmen, annesi Meksikalı yerlilerle karışmış İspanyol bir aileden.

Frida’nın ilk talihsizliği, henüz altı yaşında iken geçirdiği çocuk felci.

Bir bacağının diğerine göre daha ince olmasına yol açan hastalık nedeniyle, ressam hayatı boyunca uzun etekler giymek zorunda kalmış.

Bacaklarının göründüğü nadir fotoğraflarda ise sakat olanını gizlemeyi becermiş.

Fotoğrafçı babasının ‘çocuklarımın en zekisi’ diye övündüğü Frida daima herkesten farklı olmuş.

Farklılığını giyimiyle, konuşmasıyla, davranışlarıyla ortaya koymuş.

ARKADAŞLARI HEP ERKEK

Arkadaşlarını daima erkeklerin arasından seçmiş.

Babası üniversiteye gitmesine karar verdiğinde, Frida 300 erkek arasındaki beş kızdan biri.

18 yaşında hayalinde tıp okumak var.

Bir de sevgilisi Alejandro Gomez Arias ile uzaklara çok uzaklara kaçmak.

Alejandro ile kaçma hayalleri, bindiği otobüsün bir tramvay tarafından biçilmesi ve omuriliğinden feci bir şekilde yaralanmasıyla son buluyor.

Ölünceye kadar çektiği fiziksel acılara neden olan kazadan dört yıl sonra, Frida’nın hayatına ressam Diego Rivera giriyor.

‘Hayatımdaki ikinci kaza’ dediği dev cüsseli Diego Rivera ile 1929 yılında evleniyor.

Baba Kahlo’nun deyişiyle ‘güvercinle filin’ evliliği bu.

TUVALDE HAYATI DURUYOR

Modern Tate
’deki sergi, evlilikten sonra çiftin neler yaşadığını bilmeyenler için bir rehber niteliğinde.

Diego Rivera’nın ihanetleri, Frida’nın kıskançlığı, ihanetler nedeniyle çektiği ıstırap, düşük yapması, ressamın fırçasıyla hep karşınızda. Frida Kahlo’nun duyguları sürrealist tablolara dönüşürken, kendi yüzü hepsinde aynı. Dünyaya merakla bakan, sorgulayan iki çift kara göz, burun hizasında birleşen kalın kaşlar ve kırmızı etli dudaklar.

Çift, bir yıl sonra yeniden evlenmek üzere 1939’da boşanıyor. İkinci birlikteliklerinde Frida’nın tablolarındaki çarpıcı şey şu:

Şimdiye kadar resimlerinde hep yan yana olduğu Diego artık alnında ve kucağında.

Ona aşkı öylesine büyümüş, benliğini öylesine kaplamış ki, ya onu alnında üçüncü bir göz gibi taşıyor ya da kucağında hiç sahip olamadığı bebeği gibi tutuyor.

Diego olmadan ben yaşayamam. O benim her şeyim; annem, babam, sevgilim, arkadaşım, oğlum, dünyam’ diyen Frida 1954’te hayata veda ediyor.

Yüreğinde 25 yıl canlı tuttuğu ‘Diego’ tutkusuyla birlikte.
Yazının Devamını Oku

Beyninde yüreğinde alnında ve kucağında Diego

2 Ekim 2005
Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun 47 yıllık hayatı, Londra’daki Modern Tate Müzesi’nin iç içe geçmiş 11 salonunda.

Yazının Devamını Oku

Güneydoğu Anadolu marka olmuş bile

30 Eylül 2005
<B>GÜNEYDOĞULU</B> kadının ekonomik hayata katılımı ne durumda?<br><br>GAP Bölgesi’nde Kadın Girişimciliği raporundan bazı rakamlar veriyorum. Veriler 2000 yılından.

Diyarbakır’da ücretli çalışan kadın sayısı 9 bin. Erkek sayısı 39 bin.

Aile işçisi olarak ücretsiz çalışan kadınların sayısı 113 bin.

Gaziantep’te ücretli 164 bin erkeğe karşı 20 bin 837 kadın var.

Aynı şehirde ücretsiz aile işçisi kadınların sayısı 79 bin 469.

Mardin’de 48 bin erkeğe karşı sadece 4 bin kadın ücretli işte çalışıyor.

Ücretsiz aile işçisi durumunda 80 bine yakın kadın var.

Her üç şehirde 4 bin ila 6 bin arasında kadın kendi hesabına çalışıyor yani girişimci. Listeyi diğer şehirlerle uzatmadan rakamlardan çıkan sonuca geçiyorum:

‘Güneydoğulu kadın iş hayatında, Türkiye’nin diğer bölgelerine oranla hem gayet düşük bir düzeyde varlık gösteriyor ve emeğinin karşılığını almıyor.’

Peki Güneydoğulu kadının kaderi nasıl değişecek? Mardin’de katıldığımız ‘Güneydoğu Anadolu’da Kadının Ekonomik Kalkınmasına Yönelik Stratejiler’ başlıklı iki günlük seminerde işte bu soruya cevap aranıyor.

Semineri düzenleyenler GAP İdaresi, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ve Marmara Grubu Vakfı. Seminer yeri olarak Mardin’in seçilmiş olmasının da benim için ayrı bir anlamı var.

Zira beş altı yıl önce Mardin’de sıfırdan başlayan kadın girişimci Ebru Baybara Demir bugün hem Cercis Murat Konağı gibi ünü yurtdışına taşmış bir lokantanın işletmecisi, hem de doğal gıdalar üreten bir atölyenin başında.

Yaklaşık 100 kişiye istihdam sağlamış.

Mardin’deki konferansa dönersek, kadınların ekonomiye katılımlarının yanı sıra, ürettikleri ürünleri nasıl pazarlayacakları da tartışılıyor.

Öyle ya GAP İdaresi’nin başarılı projelerinden olan ÇATOM’larda (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) belli bir eğitimden geçen Güneydoğulu kadınlar çeşitli şeyler üretiyorlar.

Bunları nasıl pazarlayacaklar?

Mardin toplantısında önlerine müthiş bir fırsat penceresi açılıyor.

Dünyadan örnekleri dinliyorlar.

Gelişmekte olan ülkelerde Güneydoğulu kadınlar gibi küçük çapta üretim yapanlar seslerini nasıl duyuruyorlar?

Fransa’da 1998 yılında kurulmuş olan ‘Adil Ticaret’ adında bir şirket var.

Bir yetkilisi konferans için Mardin’de.

Filistinli köylü kadınların ürettikleri zeytinyağı ile kuskusun nasıl Fransa’da pazarlandığını anlatıyor.

Önlerine yeni ufuklar açıyor.

Konferansa katılmış olan BM Kalkınma Programı Daimi Temsilcisi Jacob Simonsen ve konferans sponsorlarından İsviçre Büyükelçisi Walter Gyger ile konuşuyoruz.

Her ikisi de Güneydoğulu kadınlar tarafından üretilmiş ürünlerin dış pazarda rahatlıkla satılabileceği konusunda hemfikir.

Simonsen antepfıstığı ile bulgur için Avrupa’da hazır pazar olduğu görüşünde.

‘Güneydoğu sorunu’ dediğimiz şey meğer Batı’da Güneydoğu Anadolu için bir sempati uyandırmış.

Gyger diyor ki: ‘Güneydoğu Anadolu marka olmuş bile? Ürününü rahatlıkla satar.’

İlginç değil mi?

Diyarbakır 3 Ekim’i beklerken

MARDİN
’e geçmeden önce ilk durağımız Diyarbakır.

Gazi Köşkü’ndeki sabah kahvaltısında bir araya geldiğimiz Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kutbettin Arzu’ya ekonomiyi soruyoruz öncelikle.

‘İşsizlik bölgede daha da arttı’ diyor.

Diyarbakır’ın yaşadığı çift yönlü göçü bir kez daha hatırlatıyor.

Biri Diyarbakır’dan batıya beyin göçü, diğeri de kırsal kesimlerden Diyarbakır’a göç.

Ki çoğunlukla mesleksiz insanların göçü aile reisinin büyük şehirlere gitmesiyle sonuçlanmış.

Neticede Diyarbakır başlarında baba olmayan 6-7 çocuklu ailelerin çoğunlukta olduğu bir şehre dönüşmüş.

Çoğunlukla çocuklar sokakta, anne geçim derdinde.

Kutbettin Arzu, terör olaylarının tırmanışa geçmesinden önce yani 6 ay kadar öncesine kadar bölgede ekonominin geleceğiyle ilgili umut olduğunu söylüyor.

‘6 aydır yine bir umutsuzluk çöktü. Başbakan’ın gelmesi biraz moralleri düzeltti ama yeterli değil’ diyor.

Terör meselesi en fazla turizmi vurmuş.

Turizme yatırım yapmayı planlayan hem yerli hem yabancı yatırımcılar ellerini ayaklarını çekmişler bu şehirden.

Kutbettin Arzu ateşkesin sona ereceği 3 Ekim tarihinden sonra yeni bir şiddet dalgasının geleceğine inanmıyor.

‘Çünkü’ diyor ‘bölge halkı barış istiyor, ekonomik canlanma istiyor’.

Ekonomiyi canlandırma peşinde olan şehirde yarın 4. Ortadoğu Fuarı başlıyor.

Suriye, Irak, İran, Ürdün, Lübnan, Yemen’in katıldığı fuarı bir Ekonomi Forumu izleyecek.

Bu arada Arzu’ya Diyarbakır’da başlayan ipekçiliği soruyorum.

2003’te buraya geldiğimde bir süre önce ipekçilik yeni başlamış ve 30 bin ton ipek elde edilmişti.

Şimdi bu 45 tona ulaşmış.

Mardin 5 yıl içinde dünyanın yıldızı

MARDİN
Valisi Temel Koçaklar kesin konuşuyor.

‘Mardin önümüzdeki beş yıl zarfında dünyanın yıldızı.’

İlk kez 1998 yılında Mardin’e gelmiş biri ve inanılmaz değişimi görmüş olarak Vali Koçaklar’a yüzde yüz katılıyorum.

İlk kez bu şehre geldiğimde bir tane otel vardı?

O da doğrusunu söylemek gerekirse pek kalınacak durumda değildi.

Şimdi Mardin’de 2006 yılında 1300 yatak olacağı hesaplanıyor.

Eski Mardin konakları son derece hoş butik otellere dönüştürülmüş.

Turizm Mardin’in geleceği.

Vali Temel Koçaklar restorasyon çalışmalarının da sürdüğünü anlatıyor.

20’ye yakın yerde restorasyon çalışmaları olduğu için taş atölyelerine de talep patlamış. Eskiden Midyat’ta 1 tane taş atölyesi varken bugün 15 tane var.

Her şey zincirleme, büyük bir hızla gelişiyor Mardin’de.

Önümüzdeki günlerde yine restore edilmekte olan eski bir konak Kent Müzesi olarak hizmete girecek.

Sabancı Ailesi’nin sponsorluğunda açılacak müzeye bir de Sakıp Sabancı Sanat Galerisi eklenecek.
Yazının Devamını Oku

Güneydoğu Anadolu marka olmuş bile

30 Eylül 2005
GÜNEYDOĞULU kadının ekonomik hayata katılımı ne durumda?GAP Bölgesi’nde Kadın Girişimciliği raporundan bazı rakamlar veriyorum.Veriler 2000 yılından.Diyarbakır’da ücretli çalışan kadın sayısı 9 bin. Erkek sayısı 39 bin.Aile işçisi olarak ücretsiz çalışan kadınların sayısı 113 bin.Gaziantep’te ücretli 164 bin erkeğe karşı 20 bin 837 kadın var.Aynı şehirde ücretsiz aile işçisi kadınların sayısı 79 bin 469.Mardin’de 48 bin erkeğe karşı sadece 4 bin kadın ücretli işte çalışıyor.Ücretsiz aile işçisi durumunda 80 bine yakın kadın var.Her üç şehirde 4 bin ila 6 bin arasında kadın kendi hesabına çalışıyor yani girişimci. Listeyi diğer şehirlerle uzatmadan rakamlardan çıkan sonuca geçiyorum:‘Güneydoğulu kadın iş hayatında, Türkiye’nin diğer bölgelerine oranla hem gayet düşük bir düzeyde varlık gösteriyor ve emeğinin karşılığını almıyor.’Peki Güneydoğulu kadının kaderi nasıl değişecek? Mardin’de katıldığımız ‘Güneydoğu Anadolu’da Kadının Ekonomik Kalkınmasına Yönelik Stratejiler’ başlıklı iki günlük seminerde işte bu soruya cevap aranıyor.Semineri düzenleyenler GAP İdaresi, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ve Marmara Grubu Vakfı. Seminer yeri olarak Mardin’in seçilmiş olmasının da benim için ayrı bir anlamı var.Zira beş altı yıl önce Mardin’de sıfırdan başlayan kadın girişimci Ebru Baybara Demir bugün hem Cercis Murat Konağı gibi ünü yurtdışına taşmış bir lokantanın işletmecisi, hem de doğal gıdalar üreten bir atölyenin başında.Yaklaşık 100 kişiye istihdam sağlamış.Mardin’deki konferansa dönersek, kadınların ekonomiye katılımlarının yanı sıra, ürettikleri ürünleri nasıl pazarlayacakları da tartışılıyor.Öyle ya GAP İdaresi’nin başarılı projelerinden olan ÇATOM’larda (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) belli bir eğitimden geçen Güneydoğulu kadınlar çeşitli şeyler üretiyorlar.Bunları nasıl pazarlayacaklar?Mardin toplantısında önlerine müthiş bir fırsat penceresi açılıyor.Dünyadan örnekleri dinliyorlar. Gelişmekte olan ülkelerde Güneydoğulu kadınlar gibi küçük çapta üretim yapanlar seslerini nasıl duyuruyorlar?Fransa’da 1998 yılında kurulmuş olan ‘Adil Ticaret’ adında bir şirket var.Bir yetkilisi konferans için Mardin’de.Filistinli köylü kadınların ürettikleri zeytinyağı ile kuskusun nasıl Fransa’da pazarlandığını anlatıyor.Önlerine yeni ufuklar açıyor.Konferansa katılmış olan BM Kalkınma Programı Daimi Temsilcisi Jacob Simonsen ve konferans sponsorlarından İsviçre Büyükelçisi Walter Gyger ile konuşuyoruz.Her ikisi de Güneydoğulu kadınlar tarafından üretilmiş ürünlerin dış pazarda rahatlıkla satılabileceği konusunda hemfikir.Simonsen antepfıstığı ile bulgur için Avrupa’da hazır pazar olduğu görüşünde.‘Güneydoğu sorunu’ dediğimiz şey meğer Batı’da Güneydoğu Anadolu için bir sempati uyandırmış.Gyger diyor ki: ‘Güneydoğu Anadolu marka olmuş bile? Ürününü rahatlıkla satar.’İlginç değil mi?Diyarbakır 3 Ekim’i beklerkenMARDİN’e geçmeden önce ilk durağımız Diyarbakır.Gazi Köşkü’ndeki sabah kahvaltısında bir araya geldiğimiz Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kutbettin Arzu’ya ekonomiyi soruyoruz öncelikle.‘İşsizlik bölgede daha da arttı’ diyor.Diyarbakır’ın yaşadığı çift yönlü göçü bir kez daha hatırlatıyor.Biri Diyarbakır’dan batıya beyin göçü, diğeri de kırsal kesimlerden Diyarbakır’a göç.Ki çoğunlukla mesleksiz insanların göçü aile reisinin büyük şehirlere gitmesiyle sonuçlanmış.Neticede Diyarbakır başlarında baba olmayan 6-7 çocuklu ailelerin çoğunlukta olduğu bir şehre dönüşmüş.Çoğunlukla çocuklar sokakta, anne geçim derdinde.Kutbettin Arzu, terör olaylarının tırmanışa geçmesinden önce yani 6 ay kadar öncesine kadar bölgede ekonominin geleceğiyle ilgili umut olduğunu söylüyor.‘6 aydır yine bir umutsuzluk çöktü. Başbakan’ın gelmesi biraz moralleri düzeltti ama yeterli değil’ diyor.Terör meselesi en fazla turizmi vurmuş.Turizme yatırım yapmayı planlayan hem yerli hem yabancı yatırımcılar ellerini ayaklarını çekmişler bu şehirden.Kutbettin Arzu ateşkesin sona ereceği 3 Ekim tarihinden sonra yeni bir şiddet dalgasının geleceğine inanmıyor.‘Çünkü’ diyor ‘bölge halkı barış istiyor, ekonomik canlanma istiyor’.Ekonomiyi canlandırma peşinde olan şehirde yarın 4. Ortadoğu Fuarı başlıyor.Suriye, Irak, İran, Ürdün, Lübnan, Yemen’in katıldığı fuarı bir Ekonomi Forumu izleyecek.Bu arada Arzu’ya Diyarbakır’da başlayan ipekçiliği soruyorum.2003’te buraya geldiğimde bir süre önce ipekçilik yeni başlamış ve 30 bin ton ipek elde edilmişti.Şimdi bu 45 tona ulaşmış.Mardin 5 yıl içinde dünyanın yıldızıMARDİN Valisi Temel Koçaklar kesin konuşuyor.‘Mardin önümüzdeki beş yıl zarfında dünyanın yıldızı.’İlk kez 1998 yılında Mardin’e gelmiş biri ve inanılmaz değişimi görmüş olarak Vali Koçaklar’a yüzde yüz katılıyorum.İlk kez bu şehre geldiğimde bir tane otel vardı?O da doğrusunu söylemek gerekirse pek kalınacak durumda değildi.Şimdi Mardin’de 2006 yılında 1300 yatak olacağı hesaplanıyor.Eski Mardin konakları son derece hoş butik otellere dönüştürülmüş.Turizm Mardin’in geleceği.Vali Temel Koçaklar restorasyon çalışmalarının da sürdüğünü anlatıyor.20’ye yakın yerde restorasyon çalışmaları olduğu için taş atölyelerine de talep patlamış. Eskiden Midyat’ta 1 tane taş atölyesi varken bugün 15 tane var.Her şey zincirleme, büyük bir hızla gelişiyor Mardin’de.Önümüzdeki günlerde yine restore edilmekte olan eski bir konak Kent Müzesi olarak hizmete girecek.Sabancı Ailesi’nin sponsorluğunda açılacak müzeye bir de Sakıp Sabancı Sanat Galerisi eklenecek.
Yazının Devamını Oku

Göztepe Parkı parseli şahsa mı Büyükşehir Belediyesi’ne mi ait

27 Eylül 2005
<B>KADIKÖY </B>Belediye Başkanı <B>Selami Öztürk</B> ile Göztepe Parkı’na cami meselesini konuştuk.<br><br><B>Öztürk </B>konuyla ilgili iki önemli şey söyledi. Birincisi şu:

Kadıköy’de, Ankara asfaltından sahil şeridine kadar bölgenin planı İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 5 yıldan beri hazırlanıyormuş.

Mimarlar Odası, İSKİ, Diyanet gibi çeşitli kurumların görüşleri alınarak hazırlanan planda Göztepe Parkı’na cami yok.

Öztürk diyor ki, ‘Böyle bir çalışma cami kararıyla bir kalemde çöpe atıldı’.

İkinci dikkat çektiği nokta ise daha ilginç.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin kararında, yeşillik alanın mülkiyeti, ‘şahsa’ ait olarak belirtilmiş.

‘Şahsa’ ait olduğunu iddia eden Şehir Planlama Müdürlüğü.

Öztürk’ün dediğine göre, aralarında iki CHP’linin de bulunduğu meclis üyelerinin cami kararını onaylamalarının nedeni bu.

‘Arazisini hibe eden şahsın cami yapılmasını istediğini sandılar’ diyor.

Yanıltılmışlar kısaca.

Kaldı ki, Büyükşehir Belediyesi’nin İmar Komisyonu’ndaki iki CHP’liden biri Kağıthaneli, diğeri Beşiktaşlı.

Kadıköylü değiller.

Peki Göztepe Parkı’nın parseli kime ait?

Selami Öztürk’un fakslamış olduğu belgede açıkça görülüyor.

Üzerinde parkın olduğu 74 no’lu parsel İstanbul Belediyesi’ne ait.

Öztürk diyor ki, ‘Belli ki Meclis, cami yapımı için olumlu görüş bildirsin diye gerekli kılıf uydurulmuş’...

Peki son durum ne?

Selami Öztürk bu hafta içersinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile biraraya gelecek.

Göztepe Parkı’na cami yapılıp yapılmayacağı bu hafta açıklığa kavuşacak.

Hem VitrA dünyaya açılıyor hem kültürümüz

BİLDİĞİMİZ
hamam tası.

Sadece çizgileri daha modern.

Duş alışılmışın dışında.

Topkapı Sarayı’nın pencerelerindeki kafesleri andırıyor.

Lavabo kurnayı çağrıştırıyor.

Eczacıbaşı Grubu’nun VitrA’nın Londra’daki Tasarım Haftası’nda tanıtılan ürünlerinden bazıları bunlar.

Ürünleri dünyanın sayılı tasarımcılarından Ross Lovegrove çizmiş.

Bir yıldan beri VitrA ürünleri üzerinde çalışan ve birkaç kez İstanbul’a gelen Lovegrove ile Londra gezisi sırasında sohbet imkanı bulduk.

‘Osmanlı kültürünün çizgilerini modernleştirip, dünyaya tanıtmak istiyorum’ diyor.

VitrA ürünlerini görmüş olan Arjantinli bir gazeteciye ne düşündüğünü soruyor yanımızda.

Cevap şöyle: ‘Karşımda, Türk kültürünün son derece sofistike DNA’sını görüyorum...’

Ross Lovegrove
uluslararası çalışan bir tasarımcı.

Japonya’da, Polonya’da birer evi var.

Dileği İstanbul’da da bir stüdyo sahibi olup genç Türk tasarımcılarına yol göstermek.

‘Çünkü’ diyor ‘İstanbul’da inanılmaz bir kültür birikimi var. 21. yüzyıl kültürün, teknolojiyle biraraya geleceği yüzyıl olacak’...

Ross Lovegrove
’un VitrA için tasarladığı koleksiyonun adı İstanbul.

Yarın, öbür gün VitrA’nın Yeni Zelanda ya da Singapur’daki show-room’unu gezen biri İstanbul koleksiyonunu beğenip evine götürecek.

Osmanlı çizgilerinden esinlenmiş küvetinde yıkanacak.

Bu arada hatırlatmakta yarar var.

Ross Lovegrove, İstanbul ve Osmanlı kültüründen esinlenmiş ilk ünlü tasarımcı değil.

Ondan önce Mısır doğumlu, Amerikalı tasarımcı Karim Raşid, Gaye Çevikel’in Gaia&Gino markasının bazı ürünlerini tasarlarken İstanbul’dan esinlenmişti.

Lovegrove, Raşid gibi isimler kültürümüzün yurtdışına açılması için önemli kilometre taşları.

SOS İstanbul’u duydunuz mu

GALATAPORT’
u günlerdir tartışıyoruz.

Tartışma daha fazla ihalenin nasıl kazanıldığı ve ihaleyi kazananlardan Ofer grubuyla ilgili.

Galataport’un İstanbulluların hayatını nasıl etkileyeceğini pek de tartışmıyoruz.

Oysa projeye ‘İstanbul’un denizine duvar çekilecek’ gözüyle bakan mimarlar, sivil toplum kuruluşları var.

Daha önce de yazmıştım.

Galataport’a yanaşması planlanan ‘apartman gemiler’ ne olacak?

Şehrin önüne duvar çekecek olanlar esas onlar.

Galataport projesinde binalar 24 metre olacakmış.

Limana yanaşacak ‘apartman gemiler’ en az 60 metre.

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği, İstanbul liman bölgelerinin dönüştürülmesi sürecine katkı için üniversite öğrencileri arasında bir yarışma açmış.

‘Şehrin en değerli bölgeleri için gençlerin de önerileri olsun’ diyor.

Öyle ya...

Yarın onların değil mi?

Tüm lisans ve yüksek lisans mimarlık öğrencilerine açık olan yarışma önümüzdeki mart ayında sonuçlanacak.

Yarışma ile ilgili bilgilere www.sos-istanbul.org adresinden ulaşmak mümkün.
Yazının Devamını Oku