7 Ağustos 2010
VE... Efsane geri döndü. Hem de ne dönüş! Her yerde Tarkan çalıyor. Nereye gitsem o! Bangır bangır arabalardan duyuluyor “Sevdanın Son Vuruşu”, “Sen aşkı çiçek böcek, güneş bulut sanmışsın, mevsimlerine göre uyuyup uyanmışsın! Sen artık benden sonra sevemezsin yanmışsın, yüreğimden çıkarttım, attığın kör kurşunu!”
İstanbul alev alev yanarken Harbiye Açık Hava’da Tarkan fırtınası esiyordu. Saat 19.00 sularında Nişantaşı’ndaydım.
Trafik felç. Kıpırdamak imkansız. Taksi şoförüne sordum:
“Ne oluyor, bu saatte nedir bu trafik?”
Şoför küçümser bir edayla dikiz aynasından süzdü beni, sonrada son derece alaycı bir şekilde “Tarkan abla, geri döndü haberin yok mu?” dedi. O kadar çok koşturuyorum ki, tek bildiğim yeni albüm çıkarttığı...
Meğer o gün megastarımızın Harbiye Açık Hava’da muhteşem dönüş konseri varmış. Kızlar, erkekler akın akın konser alanına doğru yürüyorlar. İçim gitti, keşke ben de bu konserde olsaydım dedim. Derhal bir bilet arayışına girdim ama kimi arasam kinayeli bir kahkaha:
“Tarkan konseri başlamak üzere, sen bize bilet soruyorsun...”
Elli beş derecede deri ceket trendi
Yazının Devamını Oku 31 Temmuz 2010
YAZ geldi geliyor derken, baksanıza, neredeyse bitmek üzere. Bu yaz hızlı geçiyor. Tabii bunda benim yüksek tempomun da payı büyük. Oradan oraya koşturmak, arada ufak tefek tatil kaçamakları yapmak ama bir yandan da işlerimi yoluna koymak derken, Temmuz ayını da geride bıraktık. Yarın Ağustos’un ilk günü. Kaba bir hesap yaparsak, yazın çoğu gitti azı kaldı!
Neydi o öyle yaz başında, hepimizi bir telaş aldı. Bikini sezonu açılıyor diye bir panik hali herkeste... Yok efendim zayıflayalım, bronzlaşalım, aman bir güzelleşelim, tazelenelim! Zaman da sağ olsun hiç durmak bilmiyor, akıp gidiyor günler, haftalar!
E yaz geldi geçiyor, önümüz kış. Yavaş yavaş bronz tenler açılacak, kolsuz elbiselerin yerini uzun kollu merserizeler almaya başlayacak, kazara üç beş kilo verdiysek onlar da koşa koşa bize geri dönecek. Yine bir rehavet, yine bir vazgeçmişlik çökecek üzerimize... diye sakın endişelenmeyin. Çünkü bendeniz, gerekli ‘güzellik’ reçetelerinin peşine düşmeye başladım.
Her yaşın tekniği
“Her yaşın bir güzelliği var” sözüne inanmakla beraber, “Her yaşın bir güzelleşme tekniği var” sözünü daha çok destekliyorum. Hem çevremden hem de okuduklarımdan öğrendiğim kadarı ile bu estetik olayı iyice ilerlemiş durumda. Bıçak altına yatmalar, şiş suratlarla eve kapanmalar devri kapanmış. Takdir edersiniz ki, ben bu genel müdahelelere ‘bakım’ adını vermek istiyorum. Kadın erkek fark etmez, herkes kendine bakmalı. Bakım biliyorsunuz fondoten ve rimelle yüzümüzü boyamak, kırmızı oje sürerek kadın olmak değil...
Erkekler için de tıraş olup, jöle sürmekten çok daha öte bir kavram. Artık herkes için bir sürü yöntem var.
Son yıllarda en çok bilineni botoks. Botoks aslında bir zehir. Evet evet, bildiğiniz zehir zerk ediyorlar size. Cildinizde kaş çatma ve gülme gibi mimikleri yapmanıza sebep olan kasları tembelleştirmek için. Bence hiçbir sakıncası yok. Her yerimiz hayatı yakalamak için çalışıyor, yüzümüzdeki iki üç kas da tembel oluversin!
Teknoloji fayda sağlasın
Nicole Kidman, Brad Pitt ve Angelina Jolie de botoks konusunda benimle hem fikirler sanırım, çünkü onlar da altı ayda bir bu zehri alanlardan! Doktorunuza söyleyin, versin zehri, güzelleştirsin sizi! Ama tabii abartmamak da fayda var. Çok belirgin çizgiler dışında, rutin bir şekilde bu işlemden geçmek, bir süre sonra insanları birbiri ile aynı yapıyor. Bir bakıyorsunuz etrafınızda bir sürü Mr. Spock! Kaşlar kalkık sürekli bir şaşkın ifade! Her şey dozunda güzel.
Güzelleşmek uğruna bir diğer yöntem de ‘mezolift’ bir diğer adı ile yüz mezoterapisi. Efendim, bu yöntemi bizzat deneyen biri olarak, oldukça faydasını gördüm diyebilirim. Önden biraz uyuşturuyorlar ve ardından miniminnacık iğnelerle ihtiyacınız olan tüm vitaminleri, mineralleri cildinize veriyorlar. Valla ben pek acı da hissetmedim. Çok samimi söylüyorum. Teknoloji bu kadar ilerlemişken biraz da onu kendimize fayda sağlasın diye kullanmalıyız.
Zaten ilerleyen teknoloji yüzünden yeme içme alışkanlıklarımız değişti. Kimse annelerimiz babalarımız dönemindeki gibi ‘doğal’ yaşamıyor. E hal böyleyken biraz da bizi güzelleştirsin diye teknolojinin nimetlerinden yararlanmakta fayda var. Tabii dediğim gibi abartmadan ve zamanında müdahale ile!
Doğallık bu yöntemlerde
70 yaşınıza geldiğinizde ne botoks ne mezolift çare ama 45’lerinden sonra alınan bir minik önlem sizi 10 yaş gençleştirebilir. Torun torbaya karışırken bile üniversite yıllığınızdaki resminiz gibi bir vesikalığınız olabilir. Herkes “Aman doğallık gibisi var mı?” diyor ama aslında doğallık bu yöntemlerle sağlanıyor.
Şimdi biraz düşünün, hak vereceksiniz. Hülya Koçyiğit mesela. Yaşını aşağı yukarı tahmin edebilirsiniz ama ne kadar doğal ve sağlıklı göündüğünü de göz ardı edemezsiniz. Hülya Hanım’ın da benzer yöntemlere başvurduğunu biliyorum. Geçen gün İstanbul’da bir alışveriş merkezinde rastladım. Televizyonda gördüğünüzden çok daha güzel, çok daha doğal. Başarılı ve dozunda müdaheleler insanı sadece gençleştirmekle kalmıyor, pozitif bir duruş da kazandırıyor.
Adını duyan geriliyor!
BİR de Titan var. Adını Güneş Tanrısı’ndan alıyor.
Valla bugüne kadar duyduğum en yaratıcı estetik operayon ismi.
Yaptırmasanız bile adını duyduğunuzda geriliyorsunuz zaten! Lazer ışınları ile yüzünüzdeki zayıf kolajen lifleri sıkılaşıyor ve cildin yüzeyini etkilemeden kolajen üretimi artırıyor. Son moda bu yüz gerdirme yöntemi ile yılların sarkıttığı yanaklar hop diye kaldırılıyor, her daim yüzünüzde allık varmış gibi ışıl ışıl geziyorsunuz.
En ideal sonuçlar 40-50 yaş arasında alınıyormuş. Tam yedi yıl gençleştiriyormuş. Ama şimdi yedi yıl önceki halinizi düşünün, değmez mi? 50. yaş gününüzü kutlamak üzereyken 44’ten gün alıyorsunuz!
Şimdi diyeceksiniz ki, kadın öve öve bitiremedi bu gençleşme mevzusunu! E ne yapayım, yaş geçti 40’ı...
Hemşehrim rahmetli Cahit Sıtkı Tarancı’nın dediği gibi...
Dante gibi ortasındayım ömrün... / Benim mi Allahım bu çizgili yüz? / Ya gözler altındaki mor halkalar? / Neden böyle düşman görünüyorsunuz, / Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? / Zamanla nasıl değişiyor insan! / Hangi resmime baksam ben değilim...
Havalardan mıdır nedir, bende de bir duygusallık bu aralar, sormayın gitsin. İyisi mi, siz kendinize iyi bakın, haftaya görüşünceye kadar güzel, sağlıklı, bakımlı kalın!
Yazının Devamını Oku 24 Temmuz 2010
BİLİMADAMLARI boşuna söylemiyor, dünyanın dengesi bozuldu, iklimler yer değiştirdi diye... Sağnak yağmurlar, ardından kavuran bir güneş. İstanbul’da hissedilen nem oranı yüzde 99, Ankara’da akşamları yorganla uyuyoruz. Bu nasıl şey anlamadım! Ankara tamam, bozkır... Ortaokulda coğrafya dersinde öğretildiği gibi gece gündüz farkı çok. İstanbul da ise bugünlerde hemen hemen her gün yağmur yağıyor. Üzerinden boğucu bir sıcak geliyor. İnsan nemden nefes alamıyor!
Geçtiğimiz hafta Aliciğimle İstanbul’daydık. İstanbul’da yaz okuluna başladı küçük bey. Haftasonu, bir arkadaşı annesi ile birlikte Suada’ya gidiyormuş. Bizimki de çok istedi, Betül, Ali ve ben, toplandık gittik. Ayağımızda parmak arası terliklerimiz, plaja gidiyormuşuz gibi, hasır çantalarımız kolumuzda, Kuruçeşme’den bindik tekneye. Bir dakika sonra adadaydık. Manzara zaten muhteşem, boğazın tam ortası... Ama daha da güzeli bu muhteşem manzaraya baka baka havuzda yüzüyor olmak. Ah bir de o havuzda metrekareye 3 kişi düşmese!
Karizmayı sarsmaya bir balıklama yeter
Bir kere havuz çok küçük. Daha doğrusu havuza gelen insan sayısı havuzun kapasitesinin üzerinde. E böyle olunca, bir insan yığını, çoluk çocuk... Halk plajı gibiydi, çocukların kollukları yüzen yaşlı teyzelerin kafalarına çarpıyor, suya atlayan çocuklar güneşlenenleri sular içinde bırakıyor... Havuz içinde yer alan localarda tropik içkilerini içmeye çalışanlara üzüldüm en çok! Tam havalı bir bakış atıp içkilerinden bir yudum alacaklar, suya atlayan bir çocuk tarafından ıslatılarak bütün karizmaları yerle bir oluyor! Bir de havuza girmek için 80 lira verdik. Cimri olduğumdan değil ama boşa harcanan paralara çok üzülüyorum! O paraya şişme havuz alıp evin balkonunda Ali ve arkadaşıyla çok daha fazla eğlenirdik!
Lavanta ve güneşi buluşturan havuz
Geçen ay Panora’daki MAC’e gittim. Şimdi yine Ankara’yı kayırıyor diyeceksiniz ama, inanın Suada’dan güzel. Suada’da boğaz manzarası var, MAC’te de bulutların arasında yüzme keyfi! Yarı olimpik açık havuz, koskocaman bir güneşlenme alanı, girişte papatya ve lavantalarla hazırlanmış bir peyzaj... Çok hoşuma gitti. Manzara da nefis. Terasta olduğunuz için şehre yukardan bakıyorsunuz, ODTÜ Ormanı, Eymir Gölü... Havuza gelenler MAC üyeleri... Spora geldikleri için herkes hoş ve bakımlı. Ortama uygun müzikler...
Herkes, lavanta kokuları arasında güneşin ve havuzun tadını çıkartıyor. Ne yalan söyleyeyim Ankara böyle bir yer kazandığı için ben çok mutluyum.
Ankara’da havuz sefası demişken, özellikle bizim gibi çocuklu aileler için ideal olan Beysupark’taki Base Life Club’ı da unutmamak gerek! Havuzda ışık oyunları ve müzikle öyle değişik bir ortam yaratmışlar ki, her yaştan insan için ideal bir yer. Ankara’da son yıllarda başlayan trafik, tatilcilerin şehri terk etmesiyle hafifledi. Gündüz havuzlarda serinleyip geceleri de şallara, yorganlara sarılarak Ankara yazının keyfini sürmek lazım.
Şehir yorgunlarına “yakın” tavsiyeler
NE Ankara ne İstanbul yaz aylarını eskisi gibi geçirmiyor. Canım Ankaram artık yazın da kışın olduğu gibi hareketleniyor. Tabii bunda yazın Ankara’yı terk etmeyenlerin payı büyük. Son yıllarda popüleritesi artan İncek’te kocaman havuzlu villalarda ve giderek büyüyen Beysukent, Çayyolu tarafında oturanların tatillerini Ankara’da evlerinde dinlenerek geçirmeleri, yazın da Ankara’nın hareketliliğini korumasına yardımcı oldu. Hatta yazın koştura koştura Bodrum, Marmaris, Çeşme tarafına akın etmek eskisi kadar moda değil.
Port Sedef yeni trend
İstanbul için de aynı şey geçerli. Şimdi moda şehre yakın yerlerde tatil yapmak! Geçen sene Ağva ve Şile pek meşhurdu biliyorsunuz. Bu sene de öyle ama yeni yeni yerler de var. Mesela Port Sedef... İstanbul Adalar’ın en küçüğü ve bence en sevimlisi Sedef Adası’ndan bahsediyorum. Geçenlerde gittik. Hakikaten cennetten bir köşe gibi. Denize girdik, yemek yedik. Deniz mahsüllü salatası nefisti. Dikkat ettim, etraf gençlerle doluydu. Romantik çiftler bu yaz burada buluşuyor anlaşılan. Sevgilisini kapan soluğu Port Sedef’te almış. Biz de kalabalık bir gruptuk. Hem dinlendik hem eğlendik.
Sapanca Gölü iki buçuk saat
Şehir yorgunlarına şiddetle tavsiye ederim! Port Sedef Ankara’ya uzak derseniz, yakın bir lokasyon daha önereyim: Ankara’ya arabayla iki buçuk saat uzaklıkta Sapanca Richmond Nua Wellness SPA. Sapanca Gölü’nün kenarında 20 tanesi suit, toplam 131 odaya sahip. Otel çok güzel. Havuzlar, saunalar, buhar banyoları, yüz ve vucüt bakımları... Ne isterseniz var. Günü birlik 40 euro vererek, bu aktivitelerden yararlanmanız mümkün ama bence atlayın cumadan gidin, pazara kadar hem ruhunuzu hem vücudunuzu dinlendirin.
Çuval giydi o bile yakıştı!
TEK kelimeyle hayranım ona. Ajda Pekkan’dan bahsediyorum. Geçen Salı akşamı Kuruçeşme Arena’da şef Behzat Gerçeker yönetimindeki ENBE Orkestrası eşliğinde konseri vardı. Atmosfer süper, şarkılar tüyleri diken diken eden cinsten... Biz hep bir ağızdan şarkılara eşlik ediyoruz. Ali dahil, hepimizin üzerinde bir huşu, bir romantizm. Geçmişe gidiyoruz, kimler geldi kimler geçti diye düşünüyoruz, derken “Aynen Öyle” diye zıplıyoruz. Bunlar güzel, hoş. Konser atmosferi zaten, binlerce kişi aynı anda benzer duygularla dalgalanıyor, karşınızda dünyalar güzeli boğaz. Bir ara veriliyor. Kalabalık Ajda’yı kostümünü değiştirip tekrar sahne alması için beklerken... Aman tanrım! Ajda Pekkan sahneye çıkıyor, üzerinde bir çuval! Kadın çuval giymiş, o bile yakışmış! Superstar çuval kumaşından hazırlanmış elbiseyi öyle bir özgüven ile taşıdı, sahnede öyle bir şov yaptı ki, ben yaşımdan da, hep övündüğüm enerjimden de şüphe ettim. Tek kelime ile muhteşemdi! Ne diyeceğimi bilemiyorum, her zaman olduğu gibi ayakta alkışlıyorum. Bu hafta da sevgiyle huzurlarınızdan ayrılıyor, haftaya görüşünceye dek sevgiyle, afiyetle kalmanızı diliyorum!
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2010
EVET nerede kalmıştık? Geçen hafta tadı damağımda kalan kısa New York tatilimin ilk bölümüydü. Bu hafta da bence en zevkli kısmı, yeni sezon ve indirimleri anlatacağım ikinci kısma geldi sıra... İlk gün attım kendimi 5. Cadde’ye! Sabahın erken saatlerinden hava kararana kadar bütün mağazalara girdim çıktım. Birşey almak değil önemli olan, o renkler, kıyafetler, aksesuarlar... Halimi görmeliydiniz. Her yerde indirim, her yerde yeni sezon!
MoMA’da mitoloji
Zamanım olsa her mağazada yarım gün geçirebilirim. Allahtan vakit nakittir diyerek ilk defa zamanımın kısıtlı olmasına seviniyorum! Başlıyorum hızlı bir tura. Salvatore Ferragamo’ya giriyorum, ordan Armani’ye, ordan da soluğu MoMA’da (Modern Sanat Müzesi) alıyorum. Bu arada nefis bir sergi yakaladım MoMA’da! Modern Zamanlarda Mitoloji (The Modern Myth: Drawing Mythologies in Modern Times) Çok enteresandı. Salvador Dalí, Pablo Picasso ve Andy Warhol gibi modern sanatçıların verdikleri eserlerde mitolojiden izler... Sergiden sonra, gideyim bir yerde oturayım bir kahve içeyim yok, hop bu sefer Madison’dayım. Van Cleef&Arpels’ın da vitrinine bakmadan geçmiyorum ama! Koştura koştura Prada’ya gidiyorum ordan Diesel’de ceket denerken buluyorum kendimi! E tabii şimdi Diesel ve Gamze ne alaka demeyin, her tarza bakmak lazım! Hatta Aliciğim ile girdiğimiz Disney Store’da bile kendime birşey bulur muyum diye bakmadım değil!
Lauren’e rağbet
Bloomingdales’da yılbaşı indirimleri gibi bir izdiham bekliyordum ama daha sakindi bu sefer. Ralph Lauren yine en rağbet görenler arasındaydı. Klasik çizgisini çok beğeniyorum ama stil değişikliği arıyor insan. Aynı polo tshirtler, aynı düz kesim pantolonlar. Bu yaz turkuaz aksesuarları çok bol kullanmışlar. Çok beğendim. Küpeden kemere, şapkadan kolyeye mutlaka bir turkuaz detay var. Fiyatları da RL için çok da uçuk kaçık değil, 30-100 dolar arasında. Bloomingdales’den çıkarken sanırım beni en şaşırtan BCBGMAXAZRIA oldu. 100 dolara bir sürü elbise gördüm. Üstelik üç sene öncesinden kalma modeler değil, çapraz omuzlu, dikişsiz, tiril tiril ipek elbiseler, tabii renkler de bu yazın en favori bej tonları, ekrular...
Bergdorf&Goodman’daki hareketliliği görmeniz lazımdı. Zannedersiniz ki günün belli bir saatinde her şey bedava ve siz de o saate denk geldiniz. Hayır! Alakası bile yok. yüzde 60 indirimde olan ayakkabılar kapışılıyor. Ooo yüzde 60 diyeceksiniz ama yanıldınız. bin 200 dolara satılan Jimmy Choo sandaletler 500 dolar(cık) olmuş. Bu senenin pek moda gladyatör sandaletleri Alexander Mcqueen imzasını taşıyınca, büyük indirimde yaklaşık 300 dolar! Ve numaraları da tükenmiş! İşte marka olmanın gücü bu olsa gerek...
New York’ta ‘istanbulive’ coşkusu
ALIŞVERİŞ, ışıltılı vitrinler, baş döndürücü gökdelenlerin tam ortasında, Manhattan adasının can damarı, yemyeşil Central Park’tayım. Neden? Fiko’nun daveti üzerine “Summer Stage” müzik festivali kapsamında bu yıl ikincisi düzenlenen “istanbulive” konserinde coşmak için. Fikret Özonur, nam-ı diğer Fiko’muz, Ankara’dan çıkıp da çok iyi işlere imza atmış, en son da Kenan Doğulu’nun menajerliğini yapan çok eski dostum! Sanatçılar o gün, yalnızca New Yorkluları değil, orada yaşayan Türkleri, Avrupalı turistleri ve tabii ki beni bekliyor!
Kal, gittiğin yerde mutlu ol
Sahneye sırayla Emrah Kanısıcak, Şükriye Tutkun, İlhan Erşahin ile İstanbul Sessions, Duman ve Kenan Doğulu çıktı. O kadar duygulandım ki anlatamam. Duman, Aşık Veysel’in “Kara Toprak” ve Sezen Aksu’nun “Aşk İçin Ölmeli” parçalarını da kendi tarzıyla yorumladı. Tanrım! New York’tayım, Central Park’ta yüzlerce kişi ile birlikteyim. Tüylerim diken diken! Veee Kenan Doğulu sahneye çıkıyor, yerimde duramıyor ve hemen hemen tüm şarkılarına eşlik ediyorum. “Kal! Gittiğin yerde mutlu ol! Ya da gel, kalbimde tahta sahip ol!” Bu yıl Arif Mardin’e adanan bu konserler ile 2010 Avrupa Başkenti İstanbul ile ayrı, Türklüğümle ayrı gurur duyuyorum. Organizasyonda emeği geçen herkese ve başta yapımcısı Serdar İlhan ve Mehmet Dede’ye kucak dolusu sevgi, gönül dolusu teşekkür!
iPad mi Nook mu?
NEW York’da bir iPad çılgınlığıdır gidiyor. Efendim ipad, Apple’ın iPod ve iPhone’dan sonra dünyaya armağan ettiği yeni şaheseri!İncecik, hafif, zarif ve en önemlisi dokunmatik! Tam bir tasarım harikası. Şu kimsenin elinden düşmeyen iPhone’un daha büyüğünü hayal edin. Nefis tabii. Film ve müzik oynatması dışında bir başka özelliği ise, yeni iBook uygulamasıyla e-kitap okuyucusu olarak da kullanılabiliyor.İşte kızışan rekabet de bu noktada başlıyor. Rakip Nook. Barnes&Noble Kitabevleri’nin piyasaya sürdüğü e-kitap! Nook da, yenilikçi teknolojisi ve minimalist tasarımı ile son derece zarif bir ürün. 5 dolara kitap setleri satın alıyorsunuz, Nook’a yüklüyorsunuz ve dokunmatik ekranı aşağı kaydırarak başlıyorsunuz okumaya. Ama ben dokunmadığım, koklamadığım, üzerinde elimi gezdirmediği kitaba kitap demem. Okuma alışkanlığı kazandırması açısından bu yeni akımı destekleyebilirim ama her satırından ayrı keyif aldığım hamur kağıda basılı o canım kitaplar varken, bu rekabette ben yokum. Bütün New Yorkluların elinde İpad, yoksa İphone, o da yoksa Nook! 5. Cadde’deki Apple Store’a girdim nedir bu elektronik moda diye. 15 gün sonrası için bekleme listesine almayı önerdiler! New York’ta hal böyleyse biz Ankara’da ne zaman görürüz bu aletleri kim bilir! Bu yoklukta iPad sahibi olan da çok daha havalı yürür sokaklarda, benden söylemesi!
İki haftadır New York dedim durdum. Ben yokken neler oldu Ankara’da, İstanbul’da neler yaşandı neler oldu bütün haberleri aldım! Haftaya hepsini paylaşacağım sizinle. Siz de o zamana kadar her zaman olduğu gibi, sevgiyle, afiyetle kalın! Görüşmek üzere...
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2010
“NEW York New York! I wanna wake up in a city that never sleeps!” Evet aynen şarkıda olduğu gibi New York’tayım. Şehir ve ben uyumuyorum! Ama maalesef seyahat yarın bitiyor. Ama kısa da olsa neler sığdırdım neler şu bir haftaya bilseniz! Bu daha birinci bölüm, haftaya da yazacağım size Amerika notlarımı...
Aslında Amerika macerası büyük oğlumun bu yaz gideceği okul ile başladı. Boston’da Exeter Academy ‘de beş haftalık bir yaz okulu için Oğul ve arkadaşı Naz’la Boston’un yolunu tuttuk. Tabii küçük Aliş eksik kalır mı, tutturdu ben de geleceğim diye. Üç çocuk ve ben üç gün boyunca Boston’un altını üstüne getirdik. İlk gün Boston’un olmazsa olmazı Harvard Üniversitesi’ne gittik. Okul bir ekol, hatta bir yaşam tarzı. Harvardlı olmak verdiği eğitim kadar hayata farklı bir bakış açısı da katıyor öğrencilere. Benim de içimde hep bir uktedir zaten orada okuyamamak. Kampüsten aldığım Harvard t-shirtünü ve kepi de gün boyu üzerimden çıkartamadım. Ertesi günler biraz alışveriş biraz da şehri keşfetmekle geçti. Sağ salim Naz’ı ve Oğul’u okula teslim ettikten sonra, esas macera başladı diyebilirim! Aliş, ben ve New York! Size sıcağı anlatamam. Gökten alevler yağıyordu sanki. Tabii sıcak yetmezmiş gibi bir de nem! Tabii bu sıcakta New York elitlerini sokaklarda göremiyorsunuz. Onlar muhtemelen New York’un yazlığı tabir edilen şu meşhur Hamptons’da, havuzlu villalarında,okyanus kıyısındaki şezlonglarında güneşleniyorlardı!
Mağazada kuyruk
İlk gün attım kendimi sokağa! Her taraf turist. Yoğunlukla Japonlar vardı. Komik hasır şapkaları, çoraplarının üzerine giydikleri sandaletleri ve tabii olmazsa olmaz fotoğraf makinaları! Empire State binasının önü 102. Kata çıkarak şehri yukarıdan seyretmek isteyen turistlerle doluydu.
Ama beni en çok etkileyen kalabalık Abercrombie&Fitch mağazasının önündeki kuyruk oldu. Herhalde bedava t-shirt dağıtıyorlar diye düşündüm. Ali’ye, “Koş oğlum biz de kapalım birer tane” dedim. Ama ne yazık ki yanılmışım. İçeri girmek ve alışveriş edebilmek içinmiş bu en az 50-60 kişilik kuyruk. Hoş, içeride koşturup duran haddinden fazla yakışıklı erkek satış elemanları için de olabilirdi bu kuyruk. Bence marka açısından çok akıllı bir strateji. Zaten Abercrombie&Fitch bütün pazarlamasını bunun üzerine kurmuş. Hedef kitle gençler olunca, çok akıllı bir yaklaşım tabii. Tesadüfen uçakta bir araştırma okudum, bugün Abercrombie&Fitch markası, New York’ta her 3 gençten birinin üstündeymiş. Vücut hatlarını ortaya çıkaran dar kesimler ,giyilerek eskimiş, solmuş hissi veren bir tarz, gençlerin tercih ettiği doğal ve tok renk tonlarıyla şu anda en popüler markalardan biri. Fiyatları 25 ile 300 dolar arasında değişiyor. Bir t-shirt, bir eşofman altı için el yakan fiyatlar. Ama trend bu. Hatta İstanbul Levent pazarında da taklit olmasına rağmen en çok satılan marka buymuş!
Türk usulü girişim
Şimdi sıra geldi Manhattan’in kalbinde yaşanan bir başarı hikayesine! Adana’da başlayan, Ankara’da devam eden ve New York’lara kadar uzanan “Bu Türkler de her yerde, yeter artık!” dedirten bir büyük başarı... Hasan Surözü. Sevgili Hasan olduğu yerde 5 dakikadan fazla duramayanlardan?Eat&Go adında bir Türk kafe zinciri kurdu. İlki JFK Havalimanı’ndaydı. Şimdi de 47. Cadde’de, Birleşmiş Milletler binasının karşı köşesine yeni şubesini açmış. Hayırlı olsuna gittim. Tek kelime ile bayıldım! Meşhur Türk dönerini, baklavamızı, gözlemeyi günümüze uyarlayarak güzel sunumlarla Amerikalılara bir lezzet şöleni yaşatıyor. Bu kadarla da kalmıyor, birçok Türk’e, öğrencilerimize, gençlerimize iş imkanı sağlıyor. Çok ama çok gurur duydum. İşte hiçbir şey imkansız değildir sözünün bir kanıtı. Çok kısa bir süre içinde Starbuckslar gibi Amerika’da her köşe başında bir Eat&Go görürseniz şaşırmayın. Canım arkadaşımın yolu açık olsun!
Ah daha anlatmak istediğim öyle çok şey var ki sizlere, haftaya ikinci bölüm var, unutmayın! Biraz indirimden, biraz yeni sezondan bahsedeceğim sizlere. Meşhur 4 Temmuz Özgürlük Günü kutlamalarına, coşkusuna tanık oldum. Tam bir şölendi. Bir de Kenan Doğulu’nun Central Park Konseri var. Kalabalık karşısında bir Türk olarak göğsüm kabardı. Dediğim gibi haftaya daha çok konu var. Siz o zamana kadar kendinize iyi bakın, neşeyle, afiyetle kalın!
Yazının Devamını Oku 3 Temmuz 2010
NE finaldi ama! Türkiye’de hayat durdu. Resmen sokaklardan araba geçmiyordu. İnanamadım. Sonunu bildiğimiz, ne olacağından emin olduğumuz Aşk-ı Memnu final bölümü herkesi o gece kitledi adeta! Kim ne derse desin, bence Türkiye televizyon tarihinin, modadaki trendleri belirleyen, giyim kuşam denilince akla ilk gelen projesi Aşk-ı Memnu olacak.
Bana sorarsanız, ne yasak aşk, ne Behlül’ün yakışıklılığı... Güzel ve bakımlı kadınlar, iddialı ve şık kıyafetler, ışıl ışıl ama sade tasarımlara sahip takılar diziye damgasını vurdu. Yeniköy’deki meşhur Ziyagil Köşkü, Rahmi Koç’a ait bir yol yalısı aslında. Dizi kahramanlarının yaşadıkları hayat, koruda yapılan yürüyüşler, malum seradaki buluşmalar, gümüş kaşıklarla yenen akşam yemekleri, davetler... İki sene boyunca seyrettiğimiz sürreal bir hayat.
Hiç şüphesiz harika bir eser, iyi kurgulanmış bir senaryo, çok iyi bir cast ve dolayısı ile muhteşem oyunculuklar. Tüm bunlar bir kenara, dediğim gibi herkesi en çok etkileyen kıyafetler, takılar, detaylar oldu.
Aşk kadını Bihter ne giydiyse son derece dişi ve çekiciydi hep. Seksepalini ortaya çıkaran bir detay gizliydi tarzında. Ve tabii ki Firdevs Hanım! O da yaşına meydan okuyan tek parça elbiseleri, renk seçimi ile dizinin en şıkıydı.
Şimdi araştırdım, soruşturdum, sponsorlarına baktım da... Gündüz kıyafetlerini ağırlıklı olarak Arzu Kaprol tasarlamış. Kaprol dışında Elaidi, Özlem Süer, Müge Ersin, Simay Bülbül, Gamze Saraçoğlu gibi çok beğendiğim tasarımcılar da var. Gece kıyafetleri Elif Cığızoğlu, Özgür Masur ve BCBG marka.
Takılar Cem Lokmanhekim ve Evren Kayar’dan. Akşam yemeklerinde Bee Goddess’ın ve Melis Gök’ün kolyeleri kullanılmış. Ayakkabılar Sertaç Delibaş ve Elle. Daha ne olsun!
Her Perşembe 90 dakikalık konulu defile! Diyorum ya, trendleri belirleyen bir dizi oldu diye. Geçen kış Behlül’ün Bihter’e aldığı kolye yok sattı. Herkes Bihter’in dizüstü siyah çizmelerini giymedi mi?
Aşk-ı reyting!
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2010
EYVAH ki ne eyvah! Bikini sezonu açıldı. Bu gerçeği, daha çok vakit var diye inatla kabul etmiyordum ama zaman su gibi aktı gitti, yaz geldi, tatilciler bavul hazırlıklarına başladılar bile. Allahtan uzun yaz tatillerine imkan vermeyen bir işim var ama insan düşünmeden duramıyor. Buyrun bakalım, mayo mu bikini mi? Ha bir de her sene değişen bir deniz modası var.
İlk ikoncan Ivana Sert
Deniz modası deyince aklıma gelen ilk isim Ivana Sert! İşadamı Yurdal Sert’in eşi. Onu ilk ikoncan olarak tanıdık. Sonradan modacı kimliği ile karşımıza çıkıverdi. Geçen yaz mayo ve bikinileri plajlardaydı. Bu yaz da, yine kemerli mayoları, deri süet parçalı mayokini ve kalın bantlı bikinileri ile medyada görmeye başladık. Hatta geçen haftalarda vizyona giren Sex and The City 2 filminde de onun mayoları kullanılmış. Filmde meşhur dörtlüyü, Ivana Sert tasarımı işlemeli, son derece süslü mayokiniler, bikinilerle görebilirsiniz. Tamam, şık ve albenisi var bu modellerin belki ama ben tatilde sadelikten yanayım.
Yılın trendy plaj terliği
Tatil nedir? Rahatlama, dinlenme, arınma. Elbette özenli olmak gerekiyor ama biraz da rahat olmak lazım. Ben sevmiyorum şıkır şıkır plaj modasını. Ve çok mutluyum ki bu yıl, plaj modası da 80’lere çevirdi yüzünü. Dümdüz, sade, tek renk mayolar var bu yaz. Geçtiğimiz hafta oğullarımla baş başa çıktığım Fethiye tatilinde denizden çıkmak bilmedim... Şöyle bir baktım da etrafıma, herkes olabildiğince doğaldı. Derin Mermerci mesela, kahverengi Havainas terliklerini hiç ayağından çıkartmadı. Gece, gündüz onlar vardı ayağında. Şimdi Derin Mermerci giyiyor diye pahalı bir terlik olduğunu düşünmeyin. Bu plastik parmak arası terlikler 9.99 dolara satılıyor Amerika’da. Hanımlar bu yazın trendy plaj terliği belli oldu!
Günden güne daha da sadeleşen Demet Kutluay’ı da dümdüz siyah mayosuyla gördüm tatil boyunca. Allı güllü mayolardan, payetli, boncuklu bikinilerden çok daha şık ve asildi. Fethiye’de gördüğüm kadarıyla bu yaz tek omuzlu ve straples mayolar çok moda olacak. Bütün modeller dümdüz. Pastel renkler hakim. Toz pembeler, uçuk yeşiller, bebek maviler. Her zaman olduğu gibi asil siyah, tahtını korumaya devam ediyor.
Ankara ve ‘More’ moda!
Tatile çıkmadan önceki akşam Ankara’da çok özel bir geceye davetliydim. İncek Garden’da, More Dergisi’nin düzenlediği White Stars Night. Adı gibi her şey beyazdı o gece. Ankara akşamı tabii, püfür püfür. Çimlerin üzerinde nefis, beyaz ağırlıklı bir dekor, koltuklar, fenerler, çiçekler. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Valeler bile beyaz giyinmişti. Hatta o kadar ki, şarabın bile beyazı içildi o gece. Hem de geçen seneki gibi bol buzlu olanından. Neşet Güne, Nagihan-Sefa Çol, Esin-Ertuğrul Gürel, Barış Aydın, Yasemin-Kaan Asena ve Ankara cemiyet hayatının pek çok önemli ismi oradaydı ve yine herkes şıklık yarışındaydı. Yalnız itiraf edeyim, o gecenin en şık erkeği Neşet Güne, en şık kadını ise Eda Durkan’dı. Sevgili Neşet Vakko imzalı lacivert beyaz borsalino ceketi ve beyaz kasketiyle gecenin en iddialı erkeğiydi. Eda’yı ise o gece Ezgi giydirmiş. Ezgi Uzunöz! Bayılıyorum Ankaramızın bu bıcır bıcır tatlı tasarımcı kızına. Davetlerde sık sık karşılaştığımda kendi tasarımlarıyla öylesine şık ve çizgi dışı görüyorum ki, her seferinde kendisine takılmadan duramıyorum. Cemil İpekçi ile beraber şehit çocuklarını okutmak amacıyla muhteşem bir defile hazırladığını biliyorum. İpekçi ilk defa bir tasarımcıyla aynı platformda yer aldı. Diyorum ya hep, başarı tesadüf değil. Çalışan, üreten, istekli, hevesli insanlar mutlaka başarıyı yakalıyorlar.
Organik koleksiyon
Ezgi şu sıralar Merve Helvacıoğlu,Özge İçkale, Aynaz Özkaşıkçı,Dilara Kalgay gibi isimleri giydiriyormuş. Geçen gün anlattı. Organik kumaşlardan özel bir koleksiyon hazırlamış. Aynı dernek için çalışan Tarkan’la ortak projede yer alacakmış. Tarkan da modelliğini yapacakmış. Ezgi’ciğim, Tarkan modelliğinde hazırlayacağın koleksiyonla oyna şıkıdım şıkıdım, herkes tasarımcı görsün!
Tasarımcı dedim de... Geçen hafta İstabul’da Bebek Şenliği’ndeydim. Galatamoda’daki tasarımcılar da Bebek Şenliği’ne katılmışlardı.. Rana-Berna Canok, Elif Cılızoğlu, Bahar Korçan gibi birçok tasarımcı, bir kez daha ürünlerini sergileme fırsatı bulmuşlardı. Ve esas bomba ne biliyor musunuz? Galatamoda bu eylül Ankara’ya da geliyormuş! Artık bizim Ezgi de katılır, döktürür tasarımlarını. Eee İstanbul görsün, Ankara’dan nasıl tasarımcı çıkarmış!
TUHAF bir kitap!
BU arada tatilde üç tane kitap okudum. Ama bir tanesini soluksuz bitirdim: Ertuğrul Özkök’ün Tuhaf adlı kitabı! Özkök başına gelen doğaüstü olayları anlatmış, biraz da hayat,ölüm,alınyazısı kavramlarını sorgulamış. Kitap çok farklı, adı gibi tuhaf ama elinizden de bırakamıyorsunuz. Hepimiz başımıza gelen bazı olaylara anlam bulmakta zorlanırız ya, işte onları anlatmış. Elinden düşen bir kitabın tesadüfen açılan sayfasında yazanların kendisine birer mesaj olduğunun farkına varmasından, çocukluğunun İzmir’inde arkadaşlarıyla girdiği bir mağarada gördüğü ve defterine not ettiği harflerin seneler sonra karşısına çıkmasını heyecanla okudum. Siz de benim gibi sorgulamadan, inanarak okuyacaksanız, şiddetle tavsiye ediyorum. Ve her zaman olduğu gibi, haftaya görüşünceye dek, neşe dolu, keyif dolu bir hafta diliyorum!
Yazının Devamını Oku 19 Haziran 2010
TAM dört saat. Evet evet tam dört saat köprü trafiği... Ben böyle birşey görmedim. İstanbul şahane, muhteşem, eşsiz, benzersiz tamam anladık ama bu trafiği anlamak mümkün değil. Ne oluyor diye sorun, yağmur yağıyor! Hayır Allah korusun hastalansanız, acil bir durum olsa hastaneye yetişmeniz imkansız. Geldim Ankara’ya oh dedim. Hoşbulduk Ankara!
Geçen hafta Pazar... Trafik çilesi bitti ve nihayet Beşiktaş’tayım! Four Seasons Bosphorus’ta Endeavor 35. Uluslararası Seçim Paneli’nin galası var.
Endeavor, önde gelen işadamları ve işkadınları tarafından etkin girişimciliği desteklemek amacıyla kurulan uluslararası bir dernek.
Endeavor galasında
rengarenk buluşma
Endeavor Türkiye’nin Yönetim Kurulu, Ali Koç, Suzan Sabancı Dinçer, Vuslat Doğan Sabancı, Murat Özyeğin, Ebru Özdemir başta olmak üzere iş dünyasının önde gelen isimlerinden oluşuyor. Ben de Danışma Kurulu’ndayım. Gala yemeğinin ev sahibi, Endeavor Yönetim Kurulu Başkanı Özcan Tahincioğlu idi. Zarif eşi sevgili Aylin kırmızı tuvaleti ile çok ama çok şıktı. Başta yönetim kurulu üyeleri olmak üzere pek çok yabancı işadamı da katılmıştı geceye. Aynur Bektaş, İzzet Garih, Şirin-Neşet Yalçın, Süleyman Orakçıoğlu, Nezih Barut İstanbul’dan, Rezzan-Barış Haşemoğlu, Aslı-Batuhan Özdemir, Hilal Aytemiz, Aygen Yenigün, Aylin Coşkunoğlu Nazlıaka, İlhan İl de Ankara’dan katılan konuklardan bazılarıydı. Gecenin onur konuğu, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük girişimcisi Hüsnü Özyeğin o gece nefis bir konuşma yaptı. Başarılarını, hayal kırıklıklarını, iyi girişimci olmanın püf noktalarını bizlerle paylaştı. Eşi Ayşen Hanım’a teşekkür etti. Öyle hoşuma gitti ki... Ayşen Hanım, AÇEV’in “7 çok geç kampanyası” ile, erken çocukluk eğitiminin önemi, aile ve çevrenin çocuklar üzerindeki etkisi konularında ne kadar da emek harcadı. Hepsini de canı gönülden, gecesini gündüzüne katarak yaptı. Hepimizin Ayşen Hanım’a kocaman bir teşekkür borcu var!
Terlik geçimsizliği yuva bile yıkabilir
MODA demişken biraz da evdeki modadan bahsedelim diyorum: Petek Dinçöz ve pofuduk terlikleri geçen haftaya damgasını vurdu biliyorsunuz! Can Tanrıyar evliliklerinin bitme nedenini “Terlik Geçimsizliği” olarak açıkladı... Aralarındaki heyecanın bittiğini, nedeninin de Petek Dinçöz’ün evde pofuduk terliklerle dolaşması olduğunu söyledi. Şimdi hanımlar kızmayın ama ben burada erkek tarafından yanayım.
Yazının Devamını Oku