Facianın ardından yaşananlar pes dedirtti... Toplumsal bir çürüme içindeyiz

78 kişinin hayatını kaybettiği Grand Kartal Otel faciasının hemen ardından çevre otellerde konaklayanların hiçbir şey olmamış gibi kaymaya devam etmesi, diğer otellerin müşterilerine rezervasyon iptal hakkı tanımaması, “paran yanar” zorlaması, üstüne üstlük kurtarma ekiplerinden otellerinde dinlenmek için para istemeleri, kent dışından gelen bazı özel cenaze nakil firmalarının cenaze taşımak için yüklü paralar istemesi, bazı kendini bilmezlerin “zenginler öldü diye üzülecek değilim” nidaları atması, cenazelerin sonradan üstü kapatılmış olsa da tavuk TIR’ına konmasını gördük şu üç günde.

Haberin Devamı

Bir sokak röportajında “Ekonomik olarak her zaman sıkıntılar olur, toparlanır ama şu an ülkemizde toplumsal bir çürüme var!” diyen sosyolog, Dr. Zeliha Bürtek’in o sözleri çınlıyor kulaklarımda. Yas neydi, dayanışma neydi, insanlık neydi? Tüm bu değerlerimizi kayıp mı ettik? Toplumsal bir yozlaşma içinde miyiz? Sordum.

Facianın ardından yaşananlar pes dedirtti... Toplumsal bir çürüme içindeyiz

ORTAK DEĞERLERİMİZİ KAYBETTİĞİMİZ YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ HÂKİM

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi, Doç. Dr. Yasemin Yüce, insanın yalnız yaşayamayacağını, toplumlarınsa kendiliğinden değil, ancak bir devlet ve ortak kültür, ahlâk, amaç, yazılı ve de yazılı olmayan kurallarla toplum olabileceğini söylüyor ve diyor ki: “Değerlerimiz değişti, bazı değerlerimizi de tamamen kaybettik.”

Haberin Devamı

Facianın ardından yaşananlar pes dedirtti... Toplumsal bir çürüme içindeyiz

İyi de 80’ler, 90’lar -yaşım erdiğince konuşmak gerekirse- toplumumuzun kültürel belleğinde yas, dayanışma, komşuluk gibi kavramların olduğu ve derin yer tuttuğu dönemlerdi. Hep aynı örnek verilir ama komşuda cenaze varken, evde televizyon, radyo açılmaz, hatta gülünmezdi. Oralardan buralara nasıl savrulduk? Yanıtı şöyle: “Elbette mazi, ‘tatlı’ anıları ile güzel. Ancak o dönem yaşamımızı geçindirmek ve toplum olmayı başarmak için gerekli şeyler de en az şimdiki kadar zordu. Her dönem kendi içinde zor. Dolayısıyla söyleyeceklerim geçmişe bir öykünme değil. Ama o dönemin değerleri, kültürel kodları, sembolleri değişti artık. O dönem yaşadığımız ekonomik, siyasi, popüler gündemler içinde değiliz bugün. Hayatımızı o dönemki gibi kazanmıyoruz. Ekonomik değerlerimiz, iş yapış şekillerimiz farklılaştı. Dijitalleşmenin, şehirleşmenin, yalnızlaşmanın, rekabetin arttığı, küreselleşen bir başka dünya içindeyiz. Değerlerimizin değişimi ve kaybı da burada başladı.”

Facianın ardından yaşananlar pes dedirtti... Toplumsal bir çürüme içindeyiz

Haberin Devamı

ESAS DEĞER PARA VE BİREYSELLİK

Dayanışma, utanma, empati, yas gibi ortak değerlerimiz artık ‘ortak’ değerlerimiz değil. Onca insanın can verdiği yerde kayak yapma çabası bu yüzden. ‘İyi de ben bu tatilin parasını ödedim ama...’ diye düşünmenin sebebi bu. Kapitalistleştik. Paranın esas alındığı yeni dünya düzenine ayak uydurduk. ‘Harcama’, ‘anı yaşama’ gibi yeni kavramlar oluştu. Komşularımızı tanımadığımız, yolda birbirimize selam vermediğimiz bu yeni modern dünyada geleneksel değerleri kaybetmeye başladık. Kentleşme, modernleşme, endüstri toplumu olmak bizi, bu yeni yaşam şekline sürükledi. Artık yeni değerlerimiz bunlar.”

Facianın ardından yaşananlar pes dedirtti... Toplumsal bir çürüme içindeyiz

DEĞERLERİN KORUNMASI KİŞİLERE BIRAKILAMAZ

Haberin Devamı

Bu noktada sormak zorundayım. Eski değerlerin değişmesi, yozlaşması, yok olmasının tek sorumlusu ‘kişiler mi?’ Doç. Dr. Yüce, bunun asla tek bir kişinin suçu olamayacağını ve ‘ortak’ değerlerin beraber üretilip, toplumla oluştuğunun altını çiziyor ve diyor ki: “Ancak toplumsal değerleri tek başına kişiler koruyamaz! ‘Ortak’ ahlâk ve geleneksel değerler merkezi otorite yani devlet tarafından korunmalı. Şöyle örnekleyeyim. Oteller rezervasyon iptaline onay vermeyip, ‘Paranız yanar’ tehdidi yaptığında devlete bağlı kuruluşlar ya da her kim görevliyse harekete geçmeli ve demeliydi ki ‘Haklarınız devlet güvencesi altındadır.’ Sosyolojide kişilere/tek bir şahsa güven yoktur. Bir başka örnek daha. Otelin sahibi ‘uyanık’ bir işletmeci olarak, kâr etme amaçlı, yapması gerekenleri yapmamış olabilir. Peki ama bunu kim denetlemek zorunda? Yani tek bir kişinin çürümüşlüğünden bahsedemeyiz. Çünkü kararları kişilerin inisiyatifine bırakırsanız bencil, hakkaniyetsiz, acımasız vs. davranabilirler. Oysa sosyal devlet bunun için vardır. Değerlerin korunması; yasa ile ya da geleneksel yolla, devletin görevlerindendir. Bizi koruyan, ortak değerleri yücelten ve bu değerleri korumak için çalışan, kural koyan, işleten, başımıza bir iş geldiğinde yanımızda olan, hatta telafi eden mekanizmalara ihtiyacımız var. Ve bunu talep etmeliyiz. Yoksa toplumlar çürümez, mekanizmalar ve onların işleyişleri çürür.”

Haberin Devamı

Facianın ardından yaşananlar pes dedirtti... Toplumsal bir çürüme içindeyiz

‘AMAN GÖRMESİN, DUYMASIN’ TAKTİĞİ BU ÇOCUKLARA İŞLEMEZ

15 tatil olması sebebiyle birçok çocuk evde, TV ya da tablet başında. Sosyal medyaya ‘tık’ çabası ile ‘o’ anlara ait videolar bir şekilde önlerine düşüyor, whatsapp gruplarında ölüm ve yas konuşmaları var. 11 yaşımdaki oğlumdan biliyorum. Çocuk ve Genç psikiyatristi, Prof. Dr. Veysi Çeri ile konuştum. Diyor ki: “Öncelikle, mümkün mertebe çocukları ekrandan uzak tutmaya çalışın. Ancak biliyorum ki bu hem zor hem de bu neslin çocukları zaten bir şekilde sürekli olarak etkileşim halinde. Hepsi neyin, ne olduğunun gayet farkında. Dolayısıyla, ‘Aman görmesinler, bilmesinler, duymasınlar!’ taktiği pek işe yaramayabilir. Çünkü onlar siz istemeseniz de görüyor, duyuyor, biliyorlar. ‘Çocuk gazetesi’ diye bir gerçek var. Ancak işte bu noktayı, ebeveyn olarak kontrol etmemiz mümkün. Çocuklar, aynı şeyi izleseler de izledikleri hakkında farklı korku ve endişelere kapılabilirler. Bu korku ve endişeler, başka çocuklara da kulaktan kulağa yayılabilir. Bu sebeple ebeveyn olarak olayın ne ve nasıl yaşandığını, her zaman benzer şeylerin yaşanmayacağını, olayın altında yatan ihmalleri ve sorumluların cezasız kalmayacağını uygun bir dille anlatmalı, çocuklara da bu konuda ne hissettiklerini anlatmaya fırsat vermeliyiz. Geleceğe dair olası korku, kaygı ve güvensizlikleri bertaraf etmek ebeveynler ile bizlerin görevidir.”

Yazarın Tüm Yazıları