Paylaş
Osman Gazi’nin işaret ettiği üzere; Türk’ün gayesi kuru bir kavga ve cihangirlik davası değildir; İ’la-yı kelimetullahtır (Son din olan İslamiyet’in yaşanması ve duyurulmasıdır ‘tebliğ edilmesi’).
Kuran’ı Kerim’de Müslümanlar ‘İnsanların ve bütün mahlukatın iyiliği için yaratılan en hayırlı ümmet’ olarak tarif edilir (Al-i İmran, 110).
Türkler, İslamiyet’i ruhlarına sindirdikten sonra; ruh köklerinden aldıkları ilhamla insanlığın hizmetine koşmuş ve bu uğurda canını, malını ve tüm sahip olduklarını seve seve vermiştir.
İnsanlara yapılabilecek en büyük iyilik, onların ebedi saadetlerini temin etmektir. Yani kalplere ‘Tevhid’ inancını nakşetmektir.
İman nurunun yayılmasının fitilini ilk ateşleyen kişi Hz. Ebubekir’dir (Allah ondan razı olsun).
Sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselam) göklerden aldığı ilahi emri (mesajı) ilk defa can dostu Hz. Ebu Bekir’e söyler. En ufak bir tereddüde kapılmadan, duraksamadan tam bir teslimiyetle inandığını ifade eden Hz. Ebu Bekir, sahip olduğu bu iman çağlayanı ile coşar ve “Ey Allah’ın elçisi! Benim yakın görüştüğüm altı tane daha arkadaşım var. Onları da çağırayım mı?” diye sorar.
Böylece Hz. Ebu Bekir, yukarıdaki Ayet-i Kerime’nin sırrına ilk erişen; bu ümmetin en kutlu ve üstün kişisi oldu. Gerçek manasıyla inanan, inancını hücrelerine sindiren ve o imanını lezzetini tadan yerinde duramaz; sahip olduğu bu cevheri başkalarıyla da paylaşmak ister.
İşte Türk’ün ruh kökünden fışkıran bu iman nuru onu diyar diyar gezdirmiş, gittiği her yerde Allah’ın adını yüceltmiş ve O’nun dinini tebliğ etmiş ve böylece kararan milyonlarca virane gönülleri aydınlatmıştır.
Türk’ün ülküsü, ‘Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur’ ilkesidir. Türk, ülküsünde öylesine ete kemiğe bürümüştür ki Türk’ü gören Müslümanlığı anlamış, Müslüman denince de Türk’ü bilmiştir.
Türk, asırlar boyunca İslam’ın öncüsü ve bayraktarı olmuştur. Dolayısıyla Türk ifadesi, şemsiye konumunda olup tüm İslam ümmetini temsil etmektedir. Türklüğe ırki manada bakan ve onun aslını (ruhunu) çığırından çıkaran kafa cahiliye kafasıdır.
Herkes bir soydan, bir boydan, bir kabileden, bir milletten geliyordur; hiç kimse kendi soyunu, kabilesini, milletini sevmekten dolayı yadırganamaz. Üstün ırk yoktur, üstünlük, insani meziyetlerle bezenmiş ahlaktadır, yaşayıştadır, yani takvadadır.
Düşman, özellikle son üç yüz yıldır Türk’ün ruh köküne musallat olmuştur. Bizi köksüz kılıp, kendilerine uşak yapmak istiyorlar.
Bize deli muamelesi yapıyorlar ve bizi ‘meşguliyetle tedavi’ye tabi tutuyorlar!
Onlarca yıl başörtüsü ile uğraştırdılar, şimdi de kalkmış Türk mü, Türkiyeli mi diye pösteki saydırmak istiyorlar.
Türkiyeli Türk’üz, yani hem Türk’üz hem Türkiyeliyiz.
Bulgaristanlı Türkler olduğu gibi hem Türkler ve hem de Bulgaristanlılar, Özbekistanlı Türkler olduğu gibi...
Laf salatası, mugalata (safsata) yapmanın manası yok!
Paylaş