Türk kahveme dokunma

Saat kahveyi vurur bende, 11.00 olunca. Türk kahvesi sadece bir lezzet değil, her şeyden öte bir ritüeldir. Ama içinde renklendiricisinden, köpürtücüsüne bin bir katkı maddesi olan sözde Türk kahvesi çoktan piyasaya sürülmüş bile.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ead1b2f018fbb8f898b55e

Bir bol köpüklü sade lütfen... Ama şeker değmiş kaşıkla bile karıştırılmasın olur mu?
Benimki az şekerli olsun şekerim ama soğuk suyla yap emi...
Ben de orta alayım ama kahvesi az olsun kızım... Kâbus gibiydi kahve yapmak!
Her seferinde de tepsiye dizilmiş fincanları bekler bulurdum. İçinde küçük kaşığıyla küçük cezve ocağın kısık gözüne sürülmüş, kahve kutusuyla şeker kavanozu tezgâha çıkarılmış olurdu. Annem cezve nerede, kahve nerede diye ikide bir sormayayım diye her şeyi önceden hazırlardı.
Ölçüye de kurallara da sıkı sıkıya uymak gerekiyordu, foyanız ortaya çıkardı hemen. Annem ‘unutma’ diye kulağımı bükerdi onlar gelmeden: Kahve yaparken soğuk suyu fincanla ölçüp cezveye koyacak, içine tepeleme bir kaşık kahve atacak, şekerli için tam, orta için yarım, az için kaşık ucuyla şeker ekleyip kısık ateşte pişireceksin...
Biliyorum diye lafını keserdim: Çok karıştırılmayacak, asla fokurdamayacak, kenarlardan kabarmaya başlayan nazlı gelin ne zaman ki ortada göbek atmaya başlar o zaman yarısı fincana alınacak, kalanı gene ateşe oturtulacak, hazret ikinci kez köpürsün diye beklenip fincana dökülecek... Yanında su getirilecek, kahvelerini aldıktan sonra lokum ya da çikolata tutulacak, tamam mı? Son uyarısı, ‘Dudak payını bırak’ olurdu hep.
Yeniyetmeliğimde nefret ettiğim kahve ritüelini çocukluğumda nasıl da severdim oysa. Çamlıca’daki köşke her gittiğimizde nenemi mangala sürülmüş kahve cezvesinin başında incecik sigara sararken bulurdum. Keyif saati derdi kahve saatlerine. İki eli kanda olsa sabah kahvesini içer, değirmende kendi çeker, kendi pişirirdi. Asla mutfaktaki koca kuzinede değil! Odasındaki pirinç mangalda... Neneme her sarılışımda, tütün, odun kömürü ve beyaz sabun kokusu gelirdi burnuma.
Onun kahvesini bitirmesini büyük bir sabırsızlıkla beklerdim. Son yudumu da içtikten sonra fincanını uzatır “Sıra sende” derdi. Tabağı fincanın üstüne koymamı, telveler saçılıncaya kadar çalkalayıp kendime doğru çevirerek ters döndürmemi gülerek izlerdi. Onun kahvesi benim falımdı. Ve fal her seferinde uydurduğu şahane bir masaldı...
Kahveyle değil ama çocukluğumun masalı, yeniyetmeliğimin kâbusu Türk kahvesiyle ilişkim kanatlanıp evden uçunca bitti. Gelsin espresso, gitsin capuccino! Hazır kahveyi, filtrelisini sevmedim ama koyu, sert arabikalara da sırt çevirmedim. Ayılmak için, kendime gelmek için, uyumamak için, düşünürken, çalışırken hep kahve yoldaşlık etti bana. Yurda dönüşlerimde, baba ocağında, artık yapmak zorunda olmadığım kahveye hafiften dudak büker, kendi kahvemi yanımda getirdiğim alüminyum kahvelikte yapardım. Annem bir kez tatmış, babam denemeye bile kalkmamış... Her ikisi de içtiğimin zıkkım olduğunu söyleyip kahvelerini yudumlarken, muzaffer kendi kahvemi içerdim.
Sonra zaman geçti. Ve tam ne zaman bilmiyorum Türk kahvesi yeniden hayatıma girdi. Çıkmamacasına! Saat kahveyi vurur bende, 11.00 olunca. Evdeysem, çekmeceden nenemden miras bakır cezveyi çıkarır, tam da annemin öğrettiği gibi kısık ateşte kendime sade bir kahve yaparım. Yok dışarıdaysam, ne yapar ne eder yolumu mis gibi kahvemi içebileceğim bir adrese düşürmeye çalışırım. Türk kahvesi yapmayan lokantaları kara listeye alır; yetmez, “Yaptığınız ayıp” diye azarlarım. Hakkıyla yapılmamış kahveyi geri gönderir, garsona “Şekerli kaşıkla karıştırılmış, sıcak suyla yapılmış” diye açıklamalarda bulunurum.
Mutfak doluymuş, zaman alıyormuş dinlemem, pes etmem, gittiğim yerde Türk kahvesi ısmarlarım. Türkiye’de Türk kahvesi bulunmamasını havsalam almaz çünkü. Uzun yolculuklarda kahvemle vedalaşırım. Hasret de güzeldir. Kavuşmayı iple çektirir. Ve Türk kahvesi benim için sadece bir lezzet değil bir ritüeldir.

Haberin Devamı

MUTLAKA SAHİP ÇIKALIM

Haberin Devamı

Bu kahve güzellemesi de nereden çıktı diyecek olursanız, posta kutusundan aslında. Geçenlerde televizyonda bir reklam gördüm. Hazır Türk kahvesi diye piyasaya sürülen bir ürün. Fincana atıyor, üzerine kaynar su koyuyorsun ve oluyor sana Türk kahvesi... ‘Ne merettir’ bu diye düşünürken reklam bitti. Bir daha da denk gelmedim. Unuttum gitti. Ta ki geçen gün bir mektubu görene kadar. İçinde renklendiricisinden, köpürtücüsüne bin bir katkı maddesi olan sözde Türk kahvesi çoktan piyasaya sürülmüş. Serbest piyasadır, isteyen istediği kahveyi piyasaya sürer demeyin. Sürer de ürününü Türk kahvesi olarak tanıtamaz, çünkü değil.
Sosyal paylaşım ağlarından birinde imza kampanyası bile başlatılmış. Lokumumuzdan, dönerimize her değerimizin başkalarınca sahiplenildiği günümüzde bari kahvemize sahip çıkalım!

Yazarın Tüm Yazıları