Paylaş
Hürmüz Boğazı’na açılan limanda yatan aynı ebatta beş tekne limanı dolduran kalabalığın gözbebeği. Yediden yetmişe herkes önlerinde fotoğraf çektiriyor.
Her biri 21,5 metre boyunda 5 metre eninde ve 31,5 metre uzunluğunda bir direği var. Ağırlıkları da, biri fotoğrafçı 12 kişiyle sınırlı yarışçı sayıları da aynı. Ortak bir diğer özellikleriyse her birinin servet değerinde olması. Birbirlerinin tıpkıbasımı gibiler ama kazın ayağı öyle değil: Her birinin farklı özellikleri var. Farklı teknolojik donanıma sahipler.
Nasıl ki Ferrari yarışlarında yarışanlar arabadan çok uzay araçlarını andırır, arabadan anlamayanlar bile baktığında uzun ve ayrıntılı bir çalışmanın ürünü olduklarını, kendi alanının en iyisi büyük bir ekip tarafından tasarlandıklarını sezer... Bu tekneler de öyle.
Şimdilik limanda kuzu kuzu yatıyorlar ama ertesi gün yola çıkacak ve dünyayı dolaşacaklar. Azgın dalgalarla, direk kıran fırtınalarla buzdağlarıyla boğuşup okyanusları aşacaklar.
TUVALETE GİDEMİYORLAR
Abu Dabi’de dünyanın en zor yarışlarından Volvo Ocean Race’in üçüncü ayağının start alacağı limandayız. Yelkenlilere ve ertesi sabah vira bismillah yola çıkacak gencecik yelkencilere bakarken ‘Bu da onların Everest’i olmalı’ diye düşünüyorum.
Düşünsenize her etabı hava şartlarına göre üç-dört hafta süren, her etapta 8-10 kilo kaybedilen bu uzun yolculukta günde sadece dört saat uyuyor, astronotlar gibi toz mamayla besleniyor, bırakın duş almayı tuvalete bile gidemiyorlar.
Olmayan tuvalet değil, zaman. Organik saat çaldığında güvertenin kıçına gidip işlerini halleder, ortalığı da dalgalar temizler diye anlatıyor tekneler hakkında bilgi veren yetkili.
“Limana yanaştıklarında ağır bir koku yayılır hepsinden” diye anlatmaya devam ederken dayanamıyor kulaklarımı tıkıyorum. Bu arada gözüme maymun çevikliğiyle direğe tırmanan sırım gibi bir yarışçı takılıyor. Taş çatlasa 25... Teknenin rengiyle uyumlu şortu ve ifil ifil saçlarıyla reklam yıldızı gibi. İster istemez üç hafta sonra üstünün başının alacağı hal geliyor gözümün önüne.
Aslında altı adet olması gereken teknelerden sadece beşi yatıyor limanda. Birinin ikinci ayakta direğinin kırıldığı, üçüncü ayağa katılamayacağı söyleniyor. Alicante’den başlayıp Cape Town’a, oradan da Abu Dabi’ye iki etapta bir fire. Bundan sonraki liman Çin’deki Sanya. Üç hafta sürecek koca bir ayak. Daha kaç okyanusu, kıtası, limanı var...
Kocakarılığım tutuyor, “Bitiş noktası İrlanda’ya kadar Allah başka fire verdirmeye” diye bulduğum ilk tahtayı tık tıklıyorum.
Davet geldiğinde, aklıma düşen ilk soru neden bir araba markasının dünyanın en prestijli yelken yarışına sponsor olduğuydu. Basın toplantısında Volvo’nun ürün geliştirme müdürüne de aynı soru soruldu. Verdiği cevap sponsorluğun ne olması gerektiği üzerine ders niteliğinde: “Yıllarca şirketler ürünleriyle örtüşen alanlarda sponsorluk faaliyetleri yaptılar. Oysa küreselleşen dünyada üründen ziyade marka algısının önemi öne çıktı. Volvo’yu nasıl bilirsiniz diye sorulduğunda tüketicilerin yüzde doksanından aldığımız cevap ürünlerimizin dayanıklı ve güvenli olduğu. Çoğu kez bu iki kavram sıkıcılığı da terkisinde getirir. Oysa ürünlerimiz sıkıcı değil, tersine tıpkı bu yarış gibi heyecan verici. ‘Güvenli ve dayanıklı olan sıkıcıdır’ önyargısını kırmak için Ocean Race’in sponsoru olduk. Aynı nedenle golf turnuvalarının da sponsoruyuz.. Sponsorluk farkını ortaya koymak için yapılır. Kör gözüm parmağına destek şart değildir.”
PARA, PARA, PARA
Körfez petrolünün yüzde 95’ini çıkaran, dolayısıyla Birleşik Arap Emirlikleri’nin en zengin ülkesi olan Abu Dabi’yi anlatmak için koca bir yazı yazmaya gerek yok. Napolyon’u anmak yeter: Para, para, para...
Ve paranın satın aldığı her şey: Buna Louvre, Guggenheim ve de ‘dünyanın en..’ diye başlayan her şeyi dahil.
En büyük, en görkemli, en pahalı, en geniş, en uzun, en kısa, en bol... Neyini anlatsam gevezelik olacak. Malum, zenginin parası, züğürdün çenesi.
Paylaş