Paylaş
O halde henüz terk edilmiş sayılmam.
Dönmeyeceğinden kim emin olabilir ki üstelik, öyle değil mi?
Bu ilk değil aslında ve belki bu yüzden bu duyguya alışmış olmam gerektiğini düşünebilirsiniz.
Sorarım, siz alışabildiniz mi terk edilmeye?
Ben hayır, her defasında yeniden ve ilk kez ama daha da şiddetli bir sancı, küçük bir kurtçuk gibi ağır ağır damarlarımda geziniyor.
Siz ne hissediyorsunuz böyle anlarda bilemem ama ben gariptir bacağımın kopmuş olduğu duygusuna kapılıyorum.
Hatta topallamaya başlıyorum, gülmeyin rica ederim.
Ve O da giderse, bu ikinci olacak.
İlkinde hissettiğim içimde bir deliğin açıldığıydı.
Bir boşluk değil bir delik.
İçine ne doldurursanız doldurun hep boş kalacak bir delik.
İlkinde acımı ifade etmenin gülünç ya da ayıp olduğunu düşünmeden gece-gündüz ağladım.
Samimi olmak gerekirse uygun kelimenin ağlamak değil ulumak olduğunu söylemeliyim hatta.
Evet uludum.
Ulumam sesim kısılana kadar devam etti, tuhaf, içli bir ıslığa dönüşene kadar .
Fiziksel acılarımı daha az hissetme ve onları iyileştirmeye dair bir şey öğrenmiştim...
İnlemek...
Gülmeyin...
Varsa acınız inleyin... geçtiğini göreceksiniz...
Tıpkı bir kedinin mırlaması gibi uzun uzun...
İnleyin...
O titreşim vücudunuza yayılırken iyileştiğinizi hissedeceksiniz.
Evet... aynen böyle... doğru yoldasınız lütfen inlerken beni dinlemeye devam edin.
Komik gelebilir ama neyi kimden öğreneceğinizi bilemezsiniz ama görmek sizin elinizdedir.
Neyse bir kediden öğrenmiştim bunu ve bakın tesadüfe siz de benden öğreniyorsunuz bu vesileyle.
Sonra bir motosikletin çarptığı bir köpek gün boyu can çekişirken ona öğretmiştim...
“ İnle ” demiştim... “ geçer acıların hafifler...”
Ona acıyarak yanından geçenlerin bakışları altında saatlerce inlemiş ve sonra o akşamüstü ölmüştü can çekişerek...
“ Böyle bir acıya iyi geliyorsa benim de acıma iyi gelir ”diye inledim ben de...
Geçmedi..
Acı geçmez. Sadece geçtiğine inandırırsınız beyninizi, kalbiniz o yükü taşısın diye.
Hele terk edilmek ...
Her canlıya acı verir terk edilmek ...
Bir ormanda yürürken siz, O, çok sevdiğiniz elleriyle, o sırtınızı okşayan, başınızı tutup göğsüne bastırdığı o elleriyle bir küçücük plastik topu uzaklara fırlatıp sizin onu geri getirmenizi bekler gibi yaparken ve siz o topu getirmeye giderken, O’nun o arabaya binip, ardına bakmadan gideceğini hissettiniz mi hiç ?
Ben hissettim inanmazsınız belki.
Hissettim ama o topu öğrettiği gibi getirmeye koştum hüsrana uğramasın diye..
Onu döndüğümde bulamayacağımı bildiğim halde...
Oysa terk edeceğine hiç sevmemeliydi değil mi?
Bakın yine aynı şey oldu..
Sağ bacağım kopmuş gibi…
Sağ arka bacağım kopmuş gibi...
Topallıyorum yine ...
Gülmeyin rica ederim...
SAKINCALI PARAGRAF
GEÇEN hafta açıklanan çılgın projenin ardından Melih Gökçek de Ankara için kendi çılgın projesini düşünmeye başlamıştır eminim. Oysa çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yılan hikayesine dönen metro inşaatının tamamlanması bile Ankaralılar için yeterince çılgın ve inanılmazdır eminim.
Paylaş