Paylaş
İki harika genç. İki denizci. Açık denizler, dalgalar, yeni kıtalar... Hayaller...
Onları da çekiyordu denizler.
Tıpkı efsanemiz Oda-Sadun Boro gibi. Ve Alim Sür’den Osman Atasoy’a, Özkan Gülkaynak’tan Ekrem İnözü’ne kadar onlarca isim.
Şu aralar ‘Özi’ isimli tekneleriyle dünya seyahatinde olan Özkan ve Özlem Şahin’i de unutmayalım.
Mustafa ve Elif Yurtbulmuş 5 yılda, 5 kıta ve 5 okyanus geçtiler.
Ve onlar da bu muhteşem gezinin kitabını yazdılar: Balıkçıl’ın Dünya Turu.
Mustafa sağ olsun kitabını göndermiş.
Bana da bir sürpriz yapmış.
Aslında Elif ve Mustafa’yı Kanarya Adaları’ndan Atlantik Okyanusu’na biz uğurlamıştık.
Kitabın o bölümünü şöyle yazmış:
“1 haftalık gezi bizi bekliyor. Ekibe La Linea Marina’dan Fatih Çekirge, Gülümsün Özkök ve Şefik Çalık katılıyor. Fas Tanca’ya yaklaşırken 6 kiloluk bir torik oltaya atladı. Gökyüzü pırıl pırıl, 15 knot rüzgârla Kanarya Adaları’na doğru gidiyoruz.”
Bu bölüm oldukça güzel anlatılıyor. Ancak bu köşeye sığacak gibi değil.
Özetlersem; Akdeniz’den okyanusa açılan yaklaşık 1250 millik bir seyir bu. Bu arada övünmek gibi olmasın! Elif ve Mustafa’nın 5 yıllık gezilerinde tuttukları balığın en büyüğünü de bu seyirde yakalıyoruz. 22 kiloluk dev bir mai mai.
İlk gece sakin geçmişti. Ancak ikinci gece fırtınaya düşüyoruz. Doğrusu bunda gece vardiyasını tutan ben ve sevgili dostum Ahmet Çevik’in payı yok değildi. Ama olsun. Ahmet’le harika bir gece seyri yapmıştık.
Ama 4 metre boyunda dalgalar, gecenin karanlığında bizi öylesine savuruyordu ki... Sonunda sabaha karşı kendimizi Fas’ta Agadir isimli bir limana atmıştık. Liman ama nasıl; bir gemiye aborda olmuştuk.
2- FELAKETİN EN BÜYÜĞÜ
Ben bu yazıda Elif ve Mustafa’nın başına gelen bir felaketi konu aldım. Çünkü Mustafa bu feci günleri bir ders gibi anlatıyor. Böyle bir durumda açık denizin ortasında ne yapılabileceğinin en güzel örneklerini veriyor. Bana kalsa film olur.
Bu felaketin dışında Mustafa harika bir üslupla geziyi anlatıyor. Çok önemli bilgiler veriyor. Dedim ya; 5 kıta, 5 okyanusu geçiyorlar.
Meraklısı için, keşif ruhunun ufuklarını zorlamak isteyenler için, hayallerine yelken açmak isteyenler için bu kitabı öneriyorum.
Şimdi o felaket anını Mustafa Kaptan’ın ağzından aktarabilirim:
“Arafura Denizi’nde ayıbacağı seyriyle yol alıyoruz. Sabah Elif’ten nöbeti devralıp kendime bir kahve hazırlarken şiddetli bir çarpışma sesi ile sarsıldık. Hemen dışarı fırladım. Pruva neta. Ve ufukta bizden başka bir tekne yok. Bir cisime çarptığımızı sanıyorum. Tekne rotasından çıkıp sancak bordaya yatmış (tekne sağına doğru yatmış), oto pilotun sinir bozucu uyarı sinyali durmaksızın ötüyor. Rüzgâr ana yelkeni tersletmiş. Sancağımızda şamandıraya benzer siyah bir şey yüzüyor. Elif de gürültüye uyanıp havuzluğa çıkıyor.
‘Neler oldu?’ diye soruyor.
‘Bir şeye çarptık ya da bir ağa takıldık. Tekne yürümüyor. Dümen de boşalmış’ diyorum.
Ama suda herhangi bir şey görünmüyor. Hemen yelkenleri sardık. Bu havada suya girmeye de imkân yok. Hemen sualtı kamerasını teknenin altına indiriyoruz. Bir iki dakika çekim yapıp çıkardım. İkimiz de merakla görüntüleri izliyoruz. Salmada, karinada hiçbir çapariz yok.
Tam ‘Bir sorun yok’ derken beynimden kurşun yemiş gibi oluyorum.
Dümen palası komple kopmuş! Gözlerime inanamıyorum. Meğer denizde görüp şamandıra sandığımız şey Balıkçıl’ın dümen palasıymış.
3- “PAN PAN PAN PAN PAN PAN BURASI BALIKÇIL TEKNESİ”
Panikle hemen havuzluktan kapağı açıp aşağı sarktım. Dümen palasının mili ve kovanı yerinde duruyor. Şoku atlatır atlatmaz motoru çalıştırıp hafif ileri yol veriyorum. Tekne 360 derece dönüyor. Dümen yok. Olacak gibi değil. Hemen uzun bir halata iki kova bağlayıp denize attım. Ama biraz yol verince tekne yine sağa sola dönmeye devam ediyor. Bu sırada Elif telsizden anons ediyor:
‘Pan pan pan pan pan pan. Burası Balıkçıl teknesi bizi duyan var mı?’
Cevap yok.
Kovalar işe yaramayınca acil durum çantasından deniz demirini çıkartıyorum (Sert koşullarda teknenin sürüklenmesini önleyen ve denize bırakılan paraşüt). Uzun bir halata bağlayıp deniz demirini atılacak hale getiriyorum. Sonra uzun halatın ucuna iki halat bağlayarak iskele ve sancak vinçlere bağlıyorum. Böylece “Y” şeklinde bir sapan oluşuyor. Böylece deniz demirini suya atıyorum. 50 metrelik bir halata bağlı olan deniz demiri suya batıyor. Ardından cenovayı bir metre kadar açınca 20 knot rüzgârda tekne hafif yol alıyor. Bu sırada vinçlere bağlı halatların birini boşlayıp diğerini bırakarak dengeliyorum.
4- BİR GEMİ ANONSUMUZU DUYUYOR VE SORUYOR
Bu sırada Elif’in yaptığı anonsları duyan bir gemi nihayet cevap veriyor. Durumumuzu soruyor.
Elif, “Dümen palamızı kaybettik. Sürükleniyoruz. Acil yardıma ihtiyacımız var” diyor. Geminin kaptanı bize doğru gelen bir gemiyi yönlendireceğini söylüyor.
Elif havuzluğa çıkınca onu sakinleştirmeye çalışıyorum; ‘En azından su almıyoruz. Batma riskimiz yok. Suyumuz ve yeterince yiyeceğimiz var. Endişelenme’ desem de durum hiç öyle değil. Arafura Denizi’nin tam ortasındayız. Açık denizde sürükleniyoruz. Ayrıca hiç de tekin sularda değiliz. Elif’e yaptığım düzeneği anlatıyorum. Elif bir vince, ben bir vince geçiyoruz. 2.5 knot hızla istediğimiz yöne olmasa da Balıkçıl gidiyor. Bu bizim için muhteşem bir gelişme. Tabii vinçte oturup bu şekilde ne kadar çalışabiliriz!
5- BU DEFA DENİZ DEMİRİ…
Bu şekilde bir miktar yol aldıktan sonra bir ara bakıyorum tekne tekrar sancağa doğru dönmeye başlıyor. Ne olduğunu anlamaya çalışırken kıçtan çektiğimiz halatta yük olmadığını fark ettim.
Çok bilindik bir marka olan deniz demirinin yaylı kilidi halat bağlantı yerlerinden kopmuş. Olacak şey değil! Hava kararıyor. Açık denizin ortasında, zifiri karanlıkta saatin sarkacı gibi sallanıp sürüklenen Balıkçıl’da çaresiz durumdayız. Birbirimize sıkıca sarılıyoruz. Elif’in gözünden bir damla yaş süzülüyor. Buradan sonrasını kitaba bırakıyorum.
Denizlerdeki bütün denizcilere selametle diyorum. Rüzgârınız kolayına olsun...”
Paylaş