Paylaş
Kültür Bakanlığı 1964’te Gencay Kasapçı’ya iki adet heykel ısmarlamıştı. Bunlardan Özgürlük Anıtı isimli olan 1994’te Mersin Göçmen Kavşağı’nın ortasına, Portakal Ağacı Anıtı olan ise 1995’te Mersin’in girişindeki bir meydana yerleştirildi.
Portakal Ağacı Anıtı önce vandalizm kurbanı oldu, özel bir alüminyum ve boya kullanılarak yapılan turuncu küreleri aşındı. Sonra da belediye heykelin etrafına palmiyeler dikti, Portakal Ağacı Anıtı palmiye ormanının içinde resmen kayboldu. Saçmalığa bakın!
Durun daha yeni başlıyor...
Göçmen Kavşağı’ndaki Özgürlük Anıtı’nın bir parçası olan kuşlar ise her yıl azalıyor, sanki kanatlanıp uçuyordu. Daha da fenası Gencay Kasapçı’nın işlek bir meydana yerleştirildiği için özel olarak tasarlattığı ışık sistemi de bozulmuştu. Heykelin olmadık yerlerine yerleştirilen harcıâlem ampuller sürücülerin gözüne giriyor, ciddi tehlike arz ediyordu. Kasapçı bunu belediyeye bildirmesine rağmen aldırış eden olmadı.
Bir saniye, sabredin, hikâye giderek güzelleşiyor!
Bu arada palmiye ormanı içinde kaybolan Portakal Ağacı’nın başına gelenler bir Aziz Nesin öyküsüne konu olacak zenginliğe ulaşmıştı.
Eserin yıprandığına kanaat getiren belediye, sanatçıya danışmaya gerek görmeden onarma işlerine girişti.
Turuncu küreler rengi otomobil boyası kullanılarak daha “canlı” hale getirildi. Yeniden “inşa edilen” bazı kürelerde Kasapçı’nın orijinalinde kullandığı alüminyumdan daha ağır malzeme tercih edildiği için heykel bu yeni portakalları taşıyamadı. Sonuçta ortaya bir ucube anıt, bir belediye enstalasyonu çıktı.
Gencay Hanım’ın “Telif Hakları Komisyonu’na başvuracağım, benim eserime bunu nasıl yaparlar” sözlerini bir biçimde işiten CHP’li belediye Kasapçı’yı görüşmeye çağırdı. “Heykelin durumu çok kötü, Portakal Ağacı’nı onarın, siz bize bununla ilgili fiyat getirin, bu arada biz de onu bir kepçeyle meydandan kaldıralım” dediler.
Kepçe mi? 1 metreküplük kaidesinin yarısı toprağın altında olan bir sanat eserine kepçeyle girişmek?!
“Olur mu” dedi Gencay Hanım, “Siz dokunmayın benim bir ustam var, onu getiririm, öyle taşırız” dedi. Fiyatı çıkardı, ustayı ayarladı ve belediyenin genel sekreterini aradı. Bir aradı, iki aradı, beş aradı, telefonuna çıkan olmadı.
Şimdi Gencay Hanım’ı elim bir kepçe telaşı almasın da, tansiyonu oynamasın da ne olsun?
Bir heykele elektrik direği muamelesi, 50 yıllık bir ressama böyle ayıp yapılır mı?
Cem Yılmaz’ın ürünleri
Cem Yılmaz kebap ısmarladığında yanında, lütfen, süzme yoğurt da getirilmesini ister! Sadece iki otomobilin sığabildiği garajında yer alan büyük koleksiyonuna milyon liralık yeni bir parça eklediğinde, ödemeyi tabii ki kredi kartıyla yapar!
Hem bir tarikat üyesi, hem de periyodik olarak umre yolcusu olduğundan, elbette, fikir üretmeye de vakti yoktur. O yüzden 7-8 milyon Euro tutarındaki reklam gelirini başta Savaş Ay olmak üzere çeşitli kimselerin fikirlerini apartmaları için tuttuğu adamlara yedirir!
Bir sanatçıyla ilgili böyle manyak bir dünya yaratırsanız, sonra ona o dünyadan bakmaya da alışırsınız.
En son Alif Art müzayedesinde Fikret Mualla’nın bir tablosunu satın aldıktan sonra dışarı sigara içmeye çıkmış. “Ya bir magazinci geldi ve Cem Bey çok güzel ürünler aldınız ve büyük mecralar (meblağ demek istiyor) ödediniz dedi. Ürünler mi?? İnanamadım” diyor.
Ona sanatın mukaddes olmadığını, bir Fikret Mualla’nın ancak süzme yoğurt veya kulağına taktığı elmas küpenin karatı kadar haber değeri olduğunu anlatmaya çalıştım.
Cem Yılmaz onu tanıdığımdan beri, yani 10 yıldır resim toplar, bunu gizli gizli de yapmaz. Koleksiyonunda Mehmet Güleryüz, İsmet Doğan, Fikret Mualla, Nuri İyem, Mustafa Horasan ve Bedri Baykam’dan birçok “ürün” bulunmaktadır. Ama işte sıra öbür ürünlerinden onun sanat tutkusuna bir türlü gelmez.
Bir daha müzayedeye telefonla iştirak edecek, karar verdi.
Paylaş