Eyüp Can

YAŞ’ı bırak KURU’ya bak!

6 Ağustos 2010
ANADOLU ’da bir laf vardır: “Yürüyen atın başı çekilmez.”<br><br>Amerikalılar da “If it ain’t broke don’t fix it” derler... Yani “Bozuk değilse tamir etmeye kalkışma.”
* * *
Türkiye günlerdir Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) kararlarını tartışıyor.
Şimdilik görünen o ki, siyasi otorite askeri teamül ve talepleri dikkate almadı.
Hatta sarstı...
Kara Kuvvetleri Komutanı olması beklenen Org. Hasan Iğsız, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan veto yedi, Balyoz davası sanığı 11 general ve amiral ise bu yıl terfi edemedi.
Kimin haklı olduğunu bir an için bir kenara bırakın...
Çünkü esas sorun yürüyen atın başının siyasi otorite tarafından şu ya da bu yana çekiliyor olması değil...
Asıl sormamız gereken at gerçekten yürüyor mu?
21. yüzyılın başında TSK sağlam, mekanizmaları tıkır tıkır işliyor mu?
* * *
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ iki yıl önce göreve geldiğinde mekanizmayı sağlamlaştırmaya dönük adımlar atacağı sinyali vermişti...
Daha şeffaf ve kurumsal bir iletişim mekanizması kurmak için adım attı.
Ama onun bile gereğini yerine getiremedi...
En can alıcı soruların sorulduğu günlerde kurduğu mekanizmayı kendi elleriyle işlemez hale getirdi.
Ya haftalık basın toplantıları iptal edildi ya da en çok merak edilen konular havada kaldı...
“Kağıt parçasından, boruya” kendisinin bizzat düzenlediği basın toplantılarına hiç girmiyorum!
* * *
Hakkını yemeyelim Başbuğ tam cephe saldırı karşısında tam cephe savunmaya geçti.
Oysa tam cephe saldırı ne kadar problemliyse bu dönemde tam cephe savunma ve içi boş karşı saldırılar da o kadar yanlıştı...
Maalesef Genelkurmay Başkanı kurumunu savunurken, kurumu adına asla savunamayacağı, daha doğrusu savunmaması gereken kişi ve eylemleri de savunmaya kalkıştı.
İkisi arasına net bir ayrım koyamadığı için savundukça battı...
* * *
Hakkâri Çukurca’da TSK’nın döşediği mayına basıp ölen 7 askerin dosyası ailelerini çıldırtacak şekilde sümen altı edilmiş.
Şehit aileleri pazartesi sabahı “Sorumlular korunuyor” diye karargâha gelip protesto gösterisi düzenledi.
Soruyorum, bu durumda halkı askerlikten kim soğutmuş oluyor?
Vatan için çocuklarını feda eden acılı aileler mi yoksa büyük bir pişkinlikle olayı önce PKK’nın üstüne atıp sonra aslı ortaya çıkınca örtbas etmeye çalışan komutanlar mı?
* * *
Günlerdir basında Heronların aslında PKK saldırısını öngördüğü, bildirildiği halde bir şey yapılmadığı iddia ediliyor. Dahası, bazı üst düzey subayların PKK’lıları korumaya dönük konuşmaları kayda takılmış.
Bırakın uzayıp giden YAŞ toplantılarını...
Esas yanan içten içe kuruyan kurumun kendisi...
Bir ordu için bundan daha vahim bir iddia olabilir mi?
Ama ne tatmin edici bir açıklama ne de cesur bir adım...
Varsa yoksa terfiler...
Anladık sivil otorite kendisine karşı planlar yapan askeri otoriteyi kontrol altına almak hatta istediği yönde koşturmak istiyor...
İyi de karargâhına sahip çıkamayan, en mahrem bilgileri ortalık malı haline getirilen, kendi döşediği mayına basan askerinin ölümüne seyirci kalan, sorumlulardan hesap sormak yerine tam cephe savunmaya geçen ve en vahimi 30 yıldır savaştığı terör örgütüyle içlidışlı hareket ettiği iddia edilen bir ordu bırakın koşmayı şuradan şuraya yürüyebilir mi?
Allah aşkına bırakın YAŞ’ı KURU’ya bakın...
Çünkü TSK sadece dışardan değil içerden de kurutuluyor...
Yazının Devamını Oku

Bırakın içeriyi asıl fotoğraf dışarıda

4 Ağustos 2010
HERKES karargâhın “içini” konuşuyor...<br><br>Oysa asıl konuşmamız gereken fotoğraf “dışarıda”. * * *
Önceki gün Ankara’da Genelkurmay Karargâhı’nın girişinde bir “ilk” yaşandı...
İçerde Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplantısı...
Geleceğin komutanlarının durumuna ilişkin çetin pazarlıklar yapılıyor...
Bir yanda Balyoz davasında haklarında yakalama emri çıkarılan 11 generalin terfisi...
Diğer yanda Kara Kuvvetleri Komutanı olması beklenen Orgeneral Hasan Iğsız’ın “şüpheli” sıfatıyla ifade verecek olması...
Toplantı üstüne toplantı...
* * *
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ son bir haftada kaç kez bir araya geldi inanın takip edemez oldum.
Ama önceki gün Genelkurmay Karargâhı’nın önünde yani “dışarıda” öylesine önemli bir eylem vardı ki bana “içerde” yaşanan terfi pazarlığından daha çarpıcı geldi...
Dün bazı gazetelerde haberi vardı.../images/100/0x0/55eac3d7f018fbb8f89542b2
İlk kez şehit yakınları Genelkurmay binası önünde protesto gösterisi yaptı...
Evet, evet yanlış okumadınız...
Ellerinde ay-yıldızlı bayraklar acılı aileler Genelkurmay’ı protesto ediyor...
Neden?
Çocukları vatan uğruna şehit olduğu için değil, kendilerine resmen yalan söylendiği ve sorumlularla ilgili hâlâ bir şey yapılmadığı için...
* * *
Hatırlayın...
27 Mayıs 2009’da Hakkâri’nin Çukurca İlçesi’nde infilak eden mayınla yedi asker şehit olmuştu.
Genelkurmay olayın “PKK saldırısı” olduğu açıklarken Başbakan Erdoğan, demokratik açılım çerçevesinde görüşmek için 29 Mayıs gününe randevu verdiği BDP yöneticileriyle bir araya gelmekten vazgeçmişti.
Ancak bir süre sonra bölgedeki komutanların gizli ses kayıtları internete düşmüş ve patlayan mayını TSK’nın döşediği ortaya çıkmıştı.
Nitekim ailelerin başvurusu sonrasında yapılan adli soruşturmada mayının TSK’ya ait MKE yapımı bir patlayıcı olduğu ve TSK birimlerince döşendiği anlaşıldı...
Anlaşıldı da ne oldu?
* * *
Çıktı da ne oldu?
Buyurun dün haberi detaylı işleyen Radikal’den okuyalım...
Patlamada şehit olan askerlerin fotoğrafını taşıyan acılı ailelerin Genelkurmay’dan tek bir isteği var: “Çukurca’da patlayan mayınlarda can veren yavrularımızın şahadetinde kusurları ortaya çıkanlar hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Müşteki vekillerinin dosyaya erişmeleri de engelleniyor. Tuğgeneral Zeki Es (Hakkâri Tugay Komutanı) ile Tümgeneral Gürbüz Kaya (Balyoz sanığı Hakkâri Tümen Komutanı) görevlerinin başında kaldı. İlgili kurumlardan, şüphelilerin ivedilikle görevden alınmalarını talep ediyoruz. Adil bir yargılama sürecinin yaşanacağına olan inancımız gün geçtikçe azalıyor. Adaletin yerini bulmayacağı endişesini taşıyor, hukukun işletilmesini istiyoruz.”
* * *
Günlerdir Ergenekon davası etrafında bir terfi hesaplaşması yaşanıyor...
Bırakın Balyoz’u, Kafes’i, Islak İmza’yı, Ergenekon’u...
Önce Çukurca’da bilerek ya da bilmeyerek ölüme gönderilen 7 askerin hesabını verin...
Önceki gün Genelkurmay Karargâhı’nın önünde bir ilk yaşandı...
İçerde askeri olmaktan çok siyasi ve ideolojik bir hesaplaşma yaşanırken dışarıda ilk defa şehit yakınları ay-yıldızlı bayraklar eşliğinde hesap sormaya soyundu...
Yazının Devamını Oku

Erdoğan ve Bahçeli’nin PKK kumarı

3 Ağustos 2010
‘İLK taşı aranızda günahsız olan atsın’ derler...<br><br>Gelin şu 12 Eylül referandum taşlamasına bir bakalım... Kim günahsız?
Kim günahkâr?
Kimin taşı daha keskin?
Kararı siz verin...
* * *
Referandum öncesi ilk keskin taşı önceki gün Başbakan Tayyip Erdoğan attı...
“CHP, MHP, BDP, YARSAV, terör örgütü hepsi bir araya toplanmışlar, kime karşı, milletin anayasasına ‘evet’ diyenlere karşı...”
CHP ve MHP muhalefet partileri olarak referandumda ‘hayır’ diyecekler.
Bunda şaşılacak bir durum yok...
BDP ‘evet’ ya da ‘hayır’ demek yerine referandumu ‘boykot’ edeceğini açıkladı.
Bu da bir tercih...
YARSAV’ın ‘hayır’ kampanyası açtığı da bir sır değil...
Peki ya bu ‘terör örgütü’ nereden çıktı?
* * *
Eğer Başbakan’ın terör örgütünden muradı PKK ise...
Bir, referandum gibi bir konuda PKK’nın ne dediğinin ne önemi var?
İki, PKK’ya yakın haber kaynakları net bir biçimde ‘hayır’ dememişler, ‘hayır’ diyen de var ‘boykotu’ seçenek olarak gösteren de...
Üç, ‘boykot’ ya da ‘hayır’ dese ne fark eder, PKK’yı muhalefet partileri gibi bir muhatap mı kabul ediyoruz?
Dört, sırf referandumda ‘hayır’ diyen siyasi partilere ve sivil toplum kuruluşlarına çakmak için terör örgütüne atıf yaparak yani PKK ile ‘hayırcıları’ eşitleyerek hangi demokratik anlayışa hizmet ediyoruz?
* * *
Soruları uzatmak mümkün ama anlamsız...
Çünkü günahsız olup olmadığına bakmadan biri ilk taşı atınca maalesef arkası da geliyor...
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dün Salihli’de yaptığı konuşmada Başbakan Erdoğan’ın mitinglerde referandumda ‘hayır’ diyenleri saydığını hatırlatıp, “Neden evetçileri saymıyorsun?” dedi...
Ve hemen kendince ‘evetçilerin’ listesini yaptı...
“Referandumun evetçileri; AKP, İmralı, Barzani, Hoca Efendi ile ABD...”
* * *
Şimdi aynı soruları Erdoğan gibi Bahçeli’ye de soracağım ama bir kere ilk taş atıldı...
Ne çare?
Allah aşkına İmralı’nın yani Abdullah Öcalan’ın referandumda ne dediğinin onu dinleyenler dışında ne önemi var?
Fethullah Gülen bir kanaat önderi olarak görüşünü ‘evet’ yönünde açıkladı.
İsteyen dikkate alır istemeyen almaz...
Pek bu Barzani ve ABD nereden çıktı?
Resmi bir açıklama yaptılar da bizim mi haberimiz yok?
Bahçeli, AK Parti, ABD, Barzani, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan’ı eşitleyerek neye hizmet etmiş oluyor?
* * *
Referandum, ‘evet’ de desek ‘hayır’ da desek ‘boykotta’ etsek demokratik bir hak...
Oysa Erdoğan ve Bahçeli resmen bu hakkı elimizden alıyorlar...
Biri ‘hayır’ diyenleri ‘terör örgütü’ ile bir arada olmakla suçluyor, diğeri ‘evet’ diyenleri İmralı ile birlikte hareket etmekle...
Kaçış yok...
İster ‘evet’ deyin ister ‘hayır’...
Erdoğan ve Bahçeli’nin gözünde daha şimdiden PKK ile birlikte hareket etmiş olacaksınız...
Madem kimse günahsız olup olmadığına bakmadan en keskin taşları savurmaya başladı...
Bir taşta benden...
Sonuç ister ‘evet’ isterse ‘hayır’ çıksın...
Bu tabloda tek kazanan ‘terör örgütü’ olacak...
Baksanıza Erdoğan da Bahçeli de PKK’ya oynuyor!
Yazının Devamını Oku

Zamanın ruhunu yakalayan oteller

1 Ağustos 2010
ÜNLÜ İslam bilgini İbni Haldun, “Devletler de insanlar gibidir; doğar, büyür, gelişir ve ölürler” der...

Demekle kalmaz 7 asır öncesinden devletlere ömür de biçer...
Ortalama 120-130 yıl.
Düşünmeye değer...
* * *
Bugün yaşasa eminim İbni Haldun “Sadece devletler değil, şirketler de insanlar gibidir” derdi...
Peki şirketlere ne kadar ömür biçerdi?
Ortalama 30-40 yıl.

Yazının Devamını Oku

‘Kader seni güldürmüyorsa espriyi anlamadın demektir’

31 Temmuz 2010
NEREDEYSE 1000 sayfalık tuğla gibi bir kitap.Adı Shantaram (Barış Adamı).

Israrlı tavsiye üzerine aldım... 

Otobiyografik roman okumayı pek sevmediğim için başlangıçta epey direndim.

Ama itiraf ediyorum Bombay’da geçen bu sürükleyici romanı karım ve yakın dostlarımın ısrarından çok hayat mottom olarak kabul ettiğim kapağındaki şu cümleden dolayı soluksuz okumaya başladım...

‘Kader seni güldürmüyorsa espriyi anlamadın demektir.’

Yazının Devamını Oku

Üzülsem mi sevinsem mi bilemedim!

30 Temmuz 2010
BUGÜNLERİ de gördük...CHP, Başbakan Tayyip Erdoğan ve eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt hakkında ‘e-muhtıra’ nedeniyle suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor... CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 27 Nisan bildirisi için “Bu e-muhtıra AKP’nin tekrar iktidara gelmesi için konmuştur” dedi.
Kemal Bey 27 Nisan “e-muhtırasını” nasıl hatırlıyor anlayabilmiş değilim ama ben çok iyi hatırlıyorum çünkü o gün Manisa’da askerdim...
* * *
Kışlada asker ve subaylarla birlikte izledim olan biteni...
Çoğunluk endişeliydi...
Fakat “Oh be nihayet” diye rahatlayan komutanları da gördüm, “Şimdi görürsünüz ananızın...” diye başlayan küfür ve hakaretleri de...
Askerler arasında AK Parti’nin Çankaya’ya eşi türbanlı birini çıkarma ihtimalinden rahatsız olanlar da vardı, askerin kışladan çıkarım sinyali vermesinden tedirgin olanlar da...
AK Parti iktidarının ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra yayımladığı karşı bildiriyi de, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın muhtırayı haklı gören açıklamalarını da kışladan izledim...
* * *
Televizyon’dan alkışlar arasında Deniz Bey’i dinlerken resmen utandığımı hatırlıyorum...
Türkiye adına, demokrasi adına, insan olarak sevdiğim-siyasetçi olarak eleştirdiğim Deniz Baykal adına...
Açıklaması aynen şöyleydi...
“Türkiye’de belki ilk kez uzun bir süreden beri devletin anayasal kurumları, ülkemizin geleceğiyle ilgili kaygılarını, şikâyetlerini açıkça ifade etme ihyacı içine girmişlerdir. Devletin anayasal kurumları yüksek sesle kaygılarını paylaşma zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar.”
Askerin siyasete müdahalesine dair ne tek kelime eleştiri ne en küçük bir rezerv...
Bütün kabahat AK Parti’de...
* * *
27 Nisan’a giden süreçte elbette iktidarın hataları oldu...
Ama kimse kusura bakmasın o günlerde CHP, MHP kadar olsun Meclis iradesine ve demokrasiye sahip çıkma ihtiyacı hissetmedi...
Kemal Bey “O gün genel başkan ben değildim” diyebilir...
Ama o günlerde CHP’den e-muhtıraya dair en küçük bir tepki gelmedi...
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun 35. madde konusunda AK Parti’yi ters köşeye yatıran önerisi ne kadar anlamlıysa, e-muhtıra üzerinden başbakan Erdoğan’ı suçlaması, konuyu bu şekilde yargıya taşıması o kadar saçma.
* * *
Peki Kılıçdaroğlu saçmalığı bu kadar aşikâr olan bir iddiayı bu şekilde gündeme neden taşıyor?
Kemal Bey “CHP eşittir ordu eşittir darbe” algısından haklı olarak rahatsız...
Bu yüzden yeni dönemde CHP ile asker arasına mesafe koymaya çalışıyor...
Bir yandan referanduma hayır diyor diğer yandan 35. madde üzerinden 12 Eylül ve askerle hesaplaşmaya giriyor...
Çelişkili gibi görünse de siyaseten anlaşılabilir...
Sonuçta AK Parti de 12 Eylül karşısında çelişkili davranışlar sergiledi...
Fakat hiçbir çelişki “Büyükanıt ve Erdoğan işbirliği yaptı, e-muhtıra AK Parti’nin oylarını arttırmak için verildi”’ fantezisi ile yarışamaz...
Doğrusu bugünleri de gördük diye sevinsem mi üzülsem mi bilemedim...
Yazının Devamını Oku

Sızdırma haber üzerinden hesaplaşma

28 Temmuz 2010
PAZAR günü Amerika’yı sarsan Afganistan Savaş Günlüğü haberi Amerikan, İngiliz ve Alman üç yayın organında şöyle başlıyordu... “New York Times, Guardian ve Der Spiegel yöneticileri olarak Wikileaks’den elde ettiğimiz bilgilerde yer alan bazı isimleri ve belgeleri Afganistan’da operasyonlar devam ettiği için kişiler adına potansiyel bir zarara yol açmamak kaygısıyla yayınlamamaya karar verdik...”

* * *

Hatta New York Times daha da ileri gidip “dokümanların sağlamlığını çek etmek için yaptığımız titiz çalışmalar ve görüşmeler sonrasında, Beyaz Saray’ın bazı ‘zararlı materyalleri’ yayımlamama talebini Wikileaks ekibine ilettik” dedi.
Nitekim sızdırma haber yayımlamakla ünlü wikileaks.org sitesi bu talebi makul karşıladı ve 92 bin belgenin insanların hayatlarını tehlikeye atma potansiyeli olan yüzde 20’lik kısmını sitesine koymadı.

* * *

Gazetecilik mesleği adına önemli soru şu...

New Yok Times, Guardian ve Der Spiegel kendilerine servis edilen bu çok gizli dokümanları, tam dört haftalık bir çalışmayla elden geçirdikleri ve bazı ayıklamalar yaptıkları için Afganistan Savaş Günlüğü haberleri etkisini yitirdi mi?

Cevap koskoca bir “HAYIR”.

Hatta tam tersi mesleki titizlik ve gazetecilik hassasiyeti Afganistan Savaş Günlükleri’nin Amerikan kamuoyunda çok daha şeffaf bir biçimde tartışılmasına yol açtı...

* * *

New York Times editörleri internet sitesinde bir tartışma platformu başlattı...

Öyle sorular geliyor ki...

Gazetecilik mesleği, güvenlik ve demokrasi ilişkisi açısından tam bir örnek vaka...

İşte o sorulardan birkaçı...

“Zararlı materyal ne demek?

Yoksa Amerikan hükümeti ile anlaşıp bazı bilgileri halktan gizliyor musunuz?

Ayıkladığınız isimleri hangi kritere göre seçtiniz?

Beyaz Saray direkt ya da dolaylı bu belgeleri yayımlamamanız için baskı yaptı mı?

Siz gazeteci misiniz yoksa Beyaz Saray’ın taleplerini Wikileaks’e ileten elçi mi?

Hukuki açıdan bu tür gizli belgeler yayımlamanın suç olduğunu bilmiyor musunuz?

Bazı isimleri ayıkladık diyorsunuz ama bu haliyle bile Pentagon Amerikan vatandaşlarının hayatını tehlikeye attığınızı söylüyor, böylesine hayati bir riski nasıl alırsınız?”

* * *

Sorular uzayıp gidiyor...

Haberi yayıma hazırlayan editörler ise bu sorulara hiç kıvırmadan, gayet net cevaplar veriyor...

Amerikan hükümeti suçlama ve yalanlamaya gitmek yerine şimdi senatoda savaş günlüklerinin hesabını vermek zorunda...

Unutmayın Afganistan’da savaş tüm sıcaklığıyla hâlâ devam ediyor.

İşin ilginci belgelerin yayımlanmasından sonra Afganistan’da savaşın hiç de Amerikan hükümetinin yansıttığı gibi devam etmediği ortaya çıktı...

Savaşı destekleyenler bile ciddi bir sorgulama içinde...

* * *

Bir de Türkiye’ye bakalım...

İki yıldır neredeyse her gün bir başka sızdırma haberle karşı karşıyayız...

Ama ne sızdıran adam gibi sızdırıyor, ne yayımlayan gerekli hassasiyeti gösteriyor, ne de hesap vermesi gereken kurumlar hesaba çekilebiliyor...

Wikileaks yayımladığı sızdırma haberlerle belki de Afganistan’da savaşın sonunu getirecek...

Oysa Türkiye’de savaşın kendisi sızdırmalar üzerinden yürütülüyor...

Bu yüzden Amerika’da yapılan işin adı sızdırmaya dayalı olsa bile hâlâ gazetecilik...

Türkiye’de ise hesaplaşma...
Yazının Devamını Oku

Sızdırma habercilik klavuzu

27 Temmuz 2010
YİNE yaptı yapacağını...<br><br>Çarşamba günü onu ‘havaalanlarında yaşayan gizemli gazeteci’ olarak tanımlamıştım.

Bu gidişle postmodern gazeteciliğin öncüsü Julian Assage’yi havaalanlarında da yaşatmayacaklar.
Ortalık toz duman...
* * *
Türkiye uzun bir süredir Taraf’ın yayınladığı ‘Balyoz belgeleriyle’ sarsılıyor...
Şimdi benzer bir durum okyanusun öte yakasında yaşanıyor...
Üç yıldır ‘çok gizli’ sızdırma haberler yayımlayan wikileaks.org sitesinin önceki gün New York Times, Guardian ve Der Spiegel’e aynı anda servis ettiği ‘Afganistan Savaş Günlüğü’ Amerika, Afganistan ve Pakistan’da bomba etkisi yarattı...
Üç ülkenin hükümeti de wikileaks.org’un kurucusu Julian Assage’ye ateş püskürüyor.

Yazının Devamını Oku