19 Ağustos 2004
<B>ATİNA</B> Olimpiyat Oyunları’nın 5.günü dolarken, gazeteciler daha şimdiden perişan oldular. Tesisler arasındaki mesafenin uzunluğu, müsabaka saatlerinin birbirine yakınlığı ve kendi ülkeleriyle oluşan saat farklılığı bir çok gazeteciyi uykusuz bırakırken, basın mensupları çareyi tesisler arasında gidip-gelen otobüste uyuyarak buldu.
Atina’nın en çok yorulan grubu olan gazeteciler 28 ayrı branşın bir arada yapılmasının çok zor olduğunu ve müsabakaları izlenilmez hale getirdiğini söylüyor. Bu yüzden olimpiyatlar bir çok gazeteci için ızdırap haline dönüşüyor.
Yüzme elden geçmeli
Neyse biz kendi problemlerimizi bir kenara bırakalım ve ülkemizi burada temsil eden sporcuların durumuna bir göz atalım.
İlk 5 gün sonunda ayakta kalan tek spor dalımız halterdi. Yüzmede her olimpiyatta olduğu gibi burada da köpük yutarken, bu spor dalının ciddi bir yapılanmaya ihtiyacı olduğu bir kez daha belgelendi. Yıllardır aynı isimlerle temsil edilen yüzmenin artık yeni sporcular çıkartmasının zamanının çoktan geçtiğine inanıyorum.
Aynı şekilde burada karavana atıp, rüzgar bahanesine sığınan okçularımızın da yeni bir yapılanma dönemi içine girmeleri şart gibi gözüküyor. Sanırım olimpiyat sonrası genel müdürlük ve federasyonlar gerekli toplantıları yapıp bu aciz durumun ortadan kaldırılması için kolları sıvayacaktırlar.
Atina’da tüm spor dallarına örnek olan ve hepimizin heyecandan heyecana sürükleyen halter belki bireysel spor ama sporcularımızın hemen hepsi bir takım gibi birlikte hareket edip, inanılmaz bir dayanışmayla başarıya yürüyorlar.
Günde 8 saat çalışıyorlar
Halil Mutlu’nun liderliğinde tam bir sporcu dayanışması gösteren halterin bu beraberliğinin en güzel örneği ise ilk bayan şampiyonumuz Nurcan Taylan’ın tüm arkadaşlarının çamaşırını yıkamasıydı.
Dün uzunca bir süre Halter Federasyonu Başkanı Kenan Nuhut ve Milli Takım Antrenörümüz Ergün Batmaz ile sohbet edince halterin başarısının sırrını biraz daha iyi anladım.
Dayanışmalarının yanı sıra sporlarını çok seven ve çalışmaktan bıkmayan haltercilerimiz günde yaklaşık 8 saat idman yaptıklarını antrenörleri Batmaz ifade etti.
Para ikinci planda
Daha da önemlisi hemen hepsi maddi değerlerden çok madalyayı önde tutuyorlar. 4. olan Aylin Daşdelen ve rekoru kaçıran Halil Mutlu’ya ödül verileceği genel müdür tarafından açıklanınca her iki sporcunun ‘Biz hak etmediğimiz ödülü almayız’ demeleri onların ne kadar iyi sporcu olduklarının kanıtı oldu.
Halter sporunun sorunu yok mu? Elbette var. Başkan Nuhut öncelikle sponsorların haltere yönelmesini istiyor. ‘Bize destek olsunlar, biz onları dünyaya en iyi şekilde tanıtırız’ diyen Nuhut sanırım yerden göğe haklı. Atina’da Türkiye’nin tanıtımını en iyi şekilde yapan haltercilerimize gerekli sponsor desteği sağlanırsa madalyaları tekellerine alırlar.
Tek korkuları işsizlik
Naim ve Halil ile başlayan sistemli çalışmanın ödülünü toplayan haltercilerin yoğun çalışma temposu içinde gelecekle ilgili kaygıları da var. Çoğu üniversite öğrencisi olan sporculara iş olanağı sağlanması da bu alanda sağlanacak başarılara büyük katkı yapacaktır.
Başkan Nuhut bu konuda ciddi bir çalışmanın yapıldığının müjdesini verirken, halterde başarıların artarak süreceğini belirtip, bu zaferlere Türk antenörlerle ulaştığımızı söylerken, antrenörlerimize bir çok yabancı ülkeden teklif gelmesinin de bu sporda hangi noktaya gelindiğinin göstergesi olduğunu vurguladı.
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2004
Günde 3-4 iş alabildiğini belirten taksici Adonis, kızgınlığını şöyle dile getiriyor: ‘Olimpiyatın bereket getireceğini söylediler ama ne gezer. ABD’liler ve İngilizler bize çok büyük bir kazık attı. Bakın sokaklar ve trafik bomboş, olimpiyat böyle mi olur?’ İZLEDİĞİM son 3 olimpiyat oyununa bakınca Atina’da bir çok branşta tribünlerin boş kaldığını gözledim. Aynı şekilde bundan önceki olimpiyat oyunlarında gelen yabancıların kente getirdikleri bir hareket ve coşku vardı. Oysa bu kez sabahlara kadar eğlenmesiyle ünlü Atina’da aynı hareket ve coşkuyu bir türlü gözlemleyemedim.
Barcelona’da, Atlanta’da ve Sydney’de olimpiyatseverler müsabakalar dışında kalan zamanlarda kenti bir bayram yerine çevirip, meydanlarda ve eğlence yerlerinde coşkulu gösteriler yapıyorlardı. Oysa Atina, beklenenin tam aksine sessiz ve sakin. Bırakın meydanlar ve sokakları, müsabaka alanlarında bile yabancı taraftarları görmek son derece zor. Yunanlılar iddialı oldukları branşlarda tribünleri dolduruyorlar. Onun dışında bir çok yarışma seyircisiz geçiyor. Sadece yüzme yarışlarının akşam seansları ve basketbol karşılaşmalarında tribünler renkleniyor. Yani sizin anlayacağınız, Atina beklediği olimpiyat seyircisini bir türlü yakalayamadı. Bunu biz yabancı gazeteciler değil, kentin nabzını en iyi tutabilen taksiciler de sık sık dile getiriyorlar.
Taksiciler tepkili
Önceki gece bizi basın merkezinden evimize getiren taksici Adonis bu konuya ilginç bir yaklaşım getirdi. Adonis, bir çok Yunanlı gibi ABD’lilere, İngilizlere ve oyunları düzenleyen organizasyon komitesine tepkili. ‘Bizden olimpiyat için vergi toplarken bir sürü vaadde bulunanlar şimdi uzaktan bize bakıyor’ diyen Adonis hemen ekledi, ‘Olimpiyatın bereket getireceğini söylediler ama ne gezer’
Günde ancak 3-4 iş alabildiğini, bunun da yeterli olmadığını söyleyen taksi şöforü, ‘Oyunları aldığımızda ABD’liler ve İngilizler güvenliğin son derece önemli olduğunu söyleyip, bize bunun için gerekli tüm malzemeyi sattılar. İşler bittikten sonra da kendi gazetelerinde ‘Yunanistan’a gitmeyin, orası güvenli değil’ diye yaygarayı kopardılar. Haliyle bu da gelen turist sayısını etkiledi. Bize çok büyük bir kazık attılar. Bakın sokaklar ve trafik bomboş, olimpiyat böyle mi olur?’ diye isyan ediyordu.
Karşılığını alamadılar
Şöyle bir düşünün, Adonis haklıydı. Ortalıkta çok fazla turist ve yabancı yoktu. Benzer bir şikayeti de cafe sahibi Vasilis şöyle dile getiriyordu: ‘Olimpiyat diye yatırım yaptık, dükkanımızı düzenledik. Ne gelen var, ne giden. Ne varsa eski müşterilerimiz ve siz gazetecilerde. Gerisi hikaye. Bir de duyuyorum ki, turistlerin çoğu sizin ülkenizde, yani Türkiye’de kalıp arada buraya geliyormuş. Böyle olimpayat politikası olmaz. Yetkililer şimdi olimpiyat yaptık diye gururlanıyorlar ama sonra bunun faturası bize çıkacak’
Görülüyor ki, Yunanistan olimpiyat oyunlarından beklediğinin karşılığını henüz almış değil. Her ne kadar ‘şu kadar bilet sattık’ diyorlarsa da çoğunluğunu kendi vatandaşlarına vermişler. Şu sıralar çok fazla patırtı çıkmıyorsa, oyunların yüzü suyu hürmetine. Ama eminim ki, organizasyon bittikten sonra Yunanistan’da herkes birbirini yiyecek.
Yazının Devamını Oku 17 Ağustos 2004
<B>BÜTÜN </B>olimpiyat oyunlarının unutulmaz anları ve olayları vardır. Aradan yıllar geçse de o an hatırlanır, o olay tartışılır. Örnek mi istiyorsunuz? Münih 1972’te Rusya’nın ABD’yi Belov’un 1 saniye kala attığı basketle devirip altın madalyaya uzanışı.
Sporun yaşayan efsaneleri Karalin ve Naim Süleymanoğlu’nun Sydney’de yaşadıkları hayal kırıklıkları. Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz.
Sporda mucize dediğimiz böyle anları bir organizasyon içinde birkaç kere görebiliriz. Ancak biz önceki gün Atina’da 3 büyük olaya tanık olduk. Birbirinden ayrı bu 3 olay da bence, olimpiyat tarihindeki unutulmazlar arasında yerlerini çoktan aldı bile.
Öncelikle bizden başlayalım?
Halil Mutlu’nun 3. olimpiyat altınını kazanması gerçekten tarihi bir olay. Mutlu, belki dünya rekorları kırarak bu zafere ulaşmadı. Fakat büyük bir şampiyon olduğunu, istediği performansını sergileyememesine karşın altına ulaşarak kanıtladı.
Mutlu peşini bırakmaz
Bizler kazanmaya alışmış sporculara ‘winner’ deriz. Halil Mutlu da işte böyle bir winner. İstediği gibi yarışamasa da rakiplerini alt edip, hedefine ulaşmayı biliyor. Zaferinden sonra Halil Mutlu’nun gözlerinin içinde inadı ve hırsı gördüm. Mutlu, bu işin peşini bırakmayacağını, Pekin’de de yarışacağını söylüyor ve 4. olimpiyat altınını almakta kararlı görünüyor.
Cep Herkülümüz, bu hırsı ve inadıyla onu da başarır. Çünkü o kendini, sporu ve ülkesini seviyor.
Atina’nın bir başka winner’ı da Arjantin’in NBA oyuncusu Emanuel Ginobili’ydi. Geçtiğimiz yıl Dünya Şampiyonası finalinde biraz da haksızca kaybettikleri Sırbistan’dan rövanşı almaya kararlı Arjantin takımının kaptanı, burada gerçek bir mucize yarattı.
Enfes bir çekişmeden sonra herkesin tam Sırbistan yine kazandı dediği anda, kaybetmeyi sevmeyen kişiliğini ortaya çıkartan Ginobili, bitime 2 salise kala havada uçarak attığı mucizevi şutla takımına galibiyeti getirirken, inanıyorum ki, tüm Atina ayaktaydı.
Bu müthiş şuttan sonra gelen zaferde Arjantinlilerin oluşturduğu sevinç yumağı, belki de sporun en güzel görüntülerinden biriydi.
Rüyadan kabusa
Günün üçüncü mucizesi ise buraya Rüya Takım olarak gelen ABD Basketbol Takımı’nın yaşadığı büyük kabustu.
Favori olarak çıktıkları maçta, Porto Riko’dan öyle bir ders aldılar ki, sanırım artık onlara kimse ‘Rüya Takım’ demeyecek.
İnançlı ve kazanmayı kafasına koymuş Porto Riko karşısında acemi çaylaklara dönen NBA yıldızlarının havası bir anda sönerken, Porto Riko’lular sporda kararlılığın ve kazanmak için mücadele etmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtladı. Onlar takım olduklarını gösterirken, Atina’ya büyük bir havayla gelen Amerika Milli Takımı ancak rüyalarında takım olduklarını gördüler.
Bu olay da bize gösterdi ki, NBA ile dünya basketbolu arasındaki fark giderek kapanıyor. Amerikalılar da bu farkı yeniden açmak için dünyanın yetenekli genç sporcularını büyük paralar karşılığında NBA’e götürmek için yoğun bir çaba harcıyor.
Mehmet Okur ve Hidayet Türkoğlu’ndan sonra Kerem Gönlüm’e de göz dikmeleri ABD’lilerin Avrupa’da ve burada parlayan bütün yıldızlara el atmaları bunun açık göstergesi. Ancak onlar bu yıldızları ne kadar kendi organizasyonları içine çekseler de bir gün gelip, bu yıldızlar asıl ülkelerinin ulusal takımlarında Amerikalıların başına bela oluyorlar.
İşte Aroyo ve Ayuso bunun en güzel örnekleri.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2004
<B>BAŞARIYA </B>giden yolun ilk adımı beyinde atılır. Olimpiyat gibi önemli ve zorlu bir organizasyonda, şampiyonluk gibi herkesin rüyasını süsleyen bir hedefe ulaşacaksanız, öncelikle kendinizi buna hazırlamanız gerekli. Bunun en açık örneğini Nurcan Taylan’ın dünya ve olimpiyat rekorlarını parça parça ederek ülkemize getirdiği ilk altın madalyada gördük.
Nurcan öylesine kararlı, öylesine inançlıydı ki, daha yarışmaya başlamadan önce, ‘En büyük benim. Altın benim olacak’ diye konuşarak zaferinin ilk sinyallerini veriyordu. Her başarılı kaldırıştan sonra da ‘İşte bu kadar’ diye haykırması, konsantrasyonunun büyüklüğünü gösteriyordu.
Ufacık tefecik bir kızın kendi kilosunun tam 4 katı fazla bir ağırlığı omuzlaması ve birden bire dünyanın vitrinine oturması gerçekten önemli ve tarihi bir olay. 3 dünya 5 olimpiyat rekoru kırarak Türk spor tarihinin ilk altın madalyalı kızı olması da Nurcan’ın bu zaferinin değerini bir kat daha artırıyor.
Nurcan, nasıl hazırlandı?
Bize Atina’da büyük bir gurur yaşatan ve oyunların ilk gününde tüm Türk kafilesine büyük moral getiren bu büyük zafer, elbette birden bire ortaya çıkmadı. Uzun bir emeğin ödülü olan bu tarihi altın madalyanın gerisinde neler var? Nurcan, kendisini bu zafere nasıl şartlandırdı, nasıl hazırlandı? Eminim hepiniz bu soruların cevabını arıyorsunuzdur?
Zaferlerin önce beyinde kazanıldığı gerçeğinin üstünü daha önce vurgulamıştık. Nurcan’ın altın madalyayı kazandıktan sonra kendisini teknik olarak bu noktaya getiren antrenörleri ile birlikte kafilemizin mentörü Turgay Biçer’e de sevinçle sarıldığını görünce kafamızdaki soruların bir çoğu cevap buldu. Turgay Biçer ismi sporla yakından ilgilenenler için pek yabancı değil. Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğu kazınıp Türkiye’de kupalara ambargo koyduğu dönemde takımın mentörü o. 12 Dev Adam’ın Avrupa ikinciliğine ulaştığında bu görevde yine aynı isim var. Ve Nurcan Taylan’ı bu büyük motivasyona ulaştıran yine Turgay Biçer.
Pek ön plana çıkmayı sevmeyen, mütevazı ama işini son derece iyi yapan bu bilim adamına başarının sırrını sorduğumda gülümseyerek ‘Bilimin dediğini yaptık’ cevabını verdi. Biraz detay anlatmasını istediğimde ise, ‘Nurcan’a önce zaferlerin beyinde kazanıldığını ve her şeyin buradan başladığını öğrettik’ cevabı geldi. Belli ki, Turgay hoca fazla sır vermek istemiyordu. Ama ısrarlarımı kıramayınca uzun süren hazırlık dönemini şöyle anlattı:
Turgay Biçer faktörü
‘Öncelikle nasıl konsantrasyon sağlayacağını gösterdik. Beyninin bir noktaya odaklaması, gerektiğinde boşaltabilmesini öğrettik. Bu süreçte sürekli değişik ve insanın beynini rahatlatan müzikler dinlettik. Konsantrasyon sağlarken kuş sesleri, dalga sesleri arasında bunu gerçekleştirmesini istedik. Uzunca süreler meditasyon yaptık. Tüm bu yöntemler bilimin sporun hizmetine sunduğu yollar. Biz bunları kullandık. Tabii, burada Nurcan’ın bunu arzulaması ve bu yöntemleri isteyerek kullanması da çok önemliydi. İnanın o hepimizden fazla gayret gösterdi ve bileğinin hakkıyla kazandı.’
Turgay Biçer’i dinledikten sonra sporda bilimin ve ekip çalışmasının ne denli önemli olduğunu bir kez daha anladım. Antrenörleri, mentörü* ve diğer görevliler ile uyumlu bir çalışma ortamı sağlayıp, bilimsel metodlarla başarı ile kucaklaşan Nurcan, sanırım bazılarına da örnek ve ders olmuştur.
Örnek şampiyon Halil
Bu arada Halil Mutlu büyük bir şampiyonluk örneği vererek 3. olimpiyat madalyası alarak gerçek bir sporcunun ne olduğunu herkese gösterdi. Gençlere örnek olan Halil’in hırsı ve motivasyonu bir başka örnek sporculuk modeliydi.
* Mentör: Bir anlamda spor psikoloğu. Sporcunun, konsantre olmasını, hedefe doğru biçimde yönlenemesini zihinsel olarak rahatlamaya ve yarışmaya hazırlanmasına yardımcı olan görevli.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2004
Olimpiyat ruhunun ve olimpik düşüncenin en güzel biçimde ifade edildiği bu gösterinin amacına uygun olmayan tek yönü tribünlerin sergilediği aşırı Yunan şovenizmi idi. Bu fanatik tutum enfes gecenin tadını da kaçırdı. ATİNA Olimpiyat Oyunları’nın çarpıcı ve etkileyici bir sloganı var. Yunanlılar oyunların bu topraklarda doğup, bu topraklarda yeşerdiğini vurgulamak için ‘evine hoş geldin’ sloganını seçmişler.
Atina’da 1896’da düzenlenen ilk modern oyunlardan sonra bu görkemli organizasyonun doğum yerine gelişi elbette son derece önemli. Yunanlılar da hemen her fırsatta bunu tüm dünyaya bir kez daha hatırlatmak gayreti içindeler.
Bu amaç için de en uygun fırsat hiç kuşkusuz tüm dünyanın gözünü çevirdiği oyunların açılış töreni idi. Yunanlılar, bu fırsatı gerçekten çok iyi kullandılar. Son derece iyi düzenlenmiş bir organizasyonla bütünleştirdikleri görkemli bir gösteri ile tüm dünyaya merhaba derken, olimpiyatların bu toprakların bir ürünü olduğunu da sıkça vurguladılar.
Enfes bir müzik, şiirsel bir anlatım ile sunulan gösteri gerçekten çok etkileyici idi. Geçmişten günümüze düzenlenen oyunlar tek tek hatırlatılırken, dünya savaşları nedeniyle yaşanılan kesintileri atletin yere düşmesi ile anlatmak tam bir sporcu tarifi idi. Teknolojinin tüm olanaklarından yararlanılarak düzenlenen bu açılış törenini daha önce izlediğim oyunlar ile kıyasladığımda hiç düşünmeden ‘en iyisi Atina’ diyebilirim.
Olimpiyat ruhunun ve olimpik düşüncenin en güzel biçimde ifade edildiği bu gösterinin amacına uygun olmayan tek yönü tribünlerin sergilediği aşırı Yunan şövenizmi idi. Yunan takımının geçişi sırasında doruğa çıkan Yunanistan olgusu bir çok yabancı gazetecinin de eleştirisine neden olurken, ortak fikir, bu fanatik tutumun enfes gecenin tadını biraz kaçırdığı yönündeydi.
Güzelliklerin çok, coşkunun dorukta olduğu bu gecede basın tribünündeki sohbetlerin ana konusu ise peş peşe patlayan doping skandallarıydı. Olimpiyat ruhu ile pek bağdaşmayan doping kavramının gündemin ana maddesini oluşturması elbette ilginç yorumları da beraberinde getiriyor.
Özellikle sezon içinde pek fazla yarış koşmayıp, sadece önemli şampiyonlarda ortaya çıkan ve birden bire patlayarak dünyanın gündemine oturan sporcuların bu noktaya güç artırıcı ilaçlarla geldikleri görüşü de burada hayli yaygın.
Süreyya Ayhan ve Kostas Kederis ile gündeme gelen garip olaylar dizisinin yeni yorumu ise hayli ilginç. Bilindiği gibi güç artırıcı ilaç kullanımı Amerika’da çok yaygın. İlaç firmaları da bu konuda sürekli kendilerini geliştiriyorlar. Haliyle bu firmaların bir anlamda kobay sporculara ihtiyaçları var.
Amerika’da çok sıkı bir şekilde denetlenen Amerikalı sporcular bu açıdan firmalar için pek cazip değil. Ancak sportif olanakları çok geniş bu ülkeye idman için gelen diğer ülkelerin sporcuları bu firmalar için biçilmiş kaftan. Özellikle Ayhan ve Kederis gibi önemli dereceler de elde etmişlerse, bu firmalar için daha cazipler. Çeşitli aracılar ve menacerler vasıtası ile ulaşılan bu sporcular bir anlamda dev bir sanayi yarışının kobayları olmaktan kurtulamıyorlar.
Ayhan ve Kederis’in uzunca bir süre ABD’de çalıştıkları ve sezon içinde pek fazla yarış koşmadıkları gerçeği göz önüne alınıp, yaptıkları önemli patlamaları düşünürsek, bu iddiaların pek de haksız sayılmayacağını söyleyebiliriz.
Kısacası ilaç firmaları ve IOC arasında kıyasıya bir mücadele var. IOC, her geçen gün artırdığı doping kontrolleri ile bu işin kökünü kurutmaya kararlı. Ancak ilaç firmaları da her geçen gün kontrollerde pek yakalanmayan yeni ürünler ortaya çıkarıyorlar ve bunu ünlü kobaylarında deniyorlar. Bakalım bu hırsız-polis oyunu daha ne kadar sürecek.
Bu arada oyunların ilk gününde bayanlar voleybolda bizim kızlarımızın yendiği Almanya’nın dünya devi Küba’yı devirmesi, gerçekten hoş ve alkışlanacak bir başarı. Bu fantastik olayı görünce, ‘Atina bol sürpriz getirecek’ demekten kendimi alamadım.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2004
<B>2004</B> Olimpiyat Oyunları’nın açılış günü bir Türk olarak Atina’da belki de gururların en büyüğünü yaşadım. Türk sporu ve basketbolumuzu, Olimpiyat Oyunları’nın doğduğu bu ülkede en iyi şekilde temsil eden İbrahim Kutluay’ın açılış gününde oyunların sembolü olan Olimpiyat Ateşi’ni taşıması, gerçekten çok önemli bir olay. Yunanistan’da çok sevilen ve her gittiği yerde büyük ilgi gören İbrahim Kutluay’ın bu meşaleyi Atina’nın en yüksek noktası olan Aya Yorgi Manastırı’ndan devralıp, tepeden aşağı indirmesi de Yunan Olimpiyat Komitesi’nin bu sporcumuza verdiği değeri bir kez daha gözler önüne serdi.
Benzer hikaye
Şöyle bir düşünüyorum da, İbrahim gibi önemli sporcular ülkemizin tanıtımına büyük katkıda bulunuyorlar. Meşale koşusundan bir gece önce birlikte gittiğimiz bir restaurantta ona gösterilen ilgiyi görmek, insanların ona saygıyla sarılışını izlemek gerçekten gurur verici. Sporculuğu kadar mütevazı kişiliği ve iletişim uzmanlığı İbrahim’e bu ülkede ‘Büyükelçi’ lakabını getirmiş. O gerçek bir büyükelçi gibi davranıyor ve yıllarca birbirlerine düşman olarak bakmış iki ülkenin insanının yakınlaşmasında önemli bir rol oynuyor. Sporun amacı da zaten bu değil mi? Böylesine önemli bir görevi yapan ve ülkemizin tanıtımına büyük katkıda bulunan bu sporcuları ne kadar alkışlasak azdır. Dün İbrahim, Atina’nın tepesinde Olimpiyat Meşalesi ile koşarken hissettiklerimi, gurur ve övünç olarak özetleyebilirim. Dünyanın dev isimleri arasında bu onuru yaşamak her sporcuyla nasip olmaz. Bravo İbrahim. Türkiye seninle gurur duyuyor.
İbrahim ile Atina’da sıcak bir sohbet gecesini paylaşırken, masaya gelen ilginç bir haber, iki ülkenin birbirine ne kadar benzediğini bir kez daha ortaya koydu. Gelen habere göre Yunanlıların dünya ve olimpiyat şampiyonu 200 metredeki altın madalya ümitleri Kenteris ile Thanou tıpkı Süreyya Ayhan gibi Uluslararası Anti Doping Merkezi’nin kkleri haberi tüm dünyaya duyuruldu.
Bunu yapmayan yok gibi
Bakın şu Allah’ın işine. Oyunların başlamasına 1 gün kala, iki önemli sporcu hem de birlikte motosiklete binip kaza yapıyorlar. Bu olacak iş mi? Buna kargalar bile güler. Sonuçta baktığımızda isimleri farklı, ama senaryosu aynı bir skandal ile karşı karşıyayız. Şurası bir gerçek ki, güç artırıcı ilaç kullanımı, sporun taa göbeğine kadar girmiş. Açıkçası bunu yapmayan da yok gibi. Kim ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bizler bu hikayeleri herhalde daha çok yaşayıp dinleyeceğiz.
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2004
<B>ATİNA,</B> 2004 Olimpiyat Oyunları’nı kazandığı günden bugüne dek süre gelen büyük bir tartışma vardı. Hemen herkes, olimpik tesislerin zamanında yetişmeyeceğini ve Yunanlıların bu büyük organizasyonun altından kalkamayacağını öne sürüyordu. Oyunların başlamasına 24 saat kala, gördük ki, Atina her şeyiyle bu büyük organizasyona ev sahipliği yapmaya hazır. Bütün tesisler pırıl pırıl, dünyanın en elit sporcularına hizmet vermek için bekliyor. Olimpiyat Oyunları her geldiği kent gibi Atina’yı da baştan aşağıya yenilemiş. Tarihi dokuyla süslü bu kent artık modern bir havaya da kavuşmuş. Pırıl pırıl yollar, saat gibi işleyen metrolar, kısacası her şey olimpiyat ile birlikte yenilenmiş.
Atina’daki en büyük değişim ise kentin o bir türlü yürümeyen trafiğinde olmuş. Yollar son derece açık. Sanki birkaç ay öncesinin trafik sıkıntısı yaşayan kenti burası değil. Olimpik yol ve metro her şeyi düzene sokmuş. Bunun bir başka nedeni de olimpiyatın kente getireceği kalabalıktan kaçan çok sayıda Atinalı’nın tatile çıkması. Trafiğin açık olması, şoförleri memnun ediyor ama taksici Dimitri, bir şikayetini dile getirmeden geçemiyor. ‘Yol açık ama müşteri yok ki. Müşteri olmayınca ben açık yolu ne yapayım?’ diyor ve ekliyor; ‘Olimpiyat belki kenti güzelleştirdi ama bizim işleri alıp götürdü. Üstelik bir de yabancılar için metro ve otobüsleri bedava yapmışlar. Adam niye taksiye binsin ki? Ben en iyisi gidip İstanbul’da taksicilik yapayım.’
Olimpiyat karın doyurmuyor
Dimitri yerden göğe kadar haklı. Onun dediği gibi olimpiyat karın doyurmuyor, ama Yunanistan’ın bu oyunlardan beklentisi büyük. Yaptığı yatırımın karşılığını çıkartmak için özellikle otellerin fiyatlarını epey artırmışlar. Yani Atina’da neye dokunsanız, el yakıyor. Bu da galiba kentin asıl sahiplerinin oyunlar süresince dışarıya kaçmasının ana nedeni. Hemen hepsi ‘olimpiyat biter, hayat normale döner’ düşüncesindeler.
Gelelim bizim burada neler yapacağımıza... Hangi yabancı gazeteci arkadaşımızı görsek, bize öncelikle Süreyya Ayhan’ı soruyor ve garanti gibi gördüğümüz altın madalyamızın bir anda avucumuzun içinden nasıl kayıp gittiğinin nedenini öğrenmek istiyor. Dilimizin döndüğünce nedenleri anlatmaya çalışıyoruz. Büyük bir şaşkınlıkla yüzümüze bakıyorlar ve ‘Bu nasıl olur?’ diye sormadan edemiyorlar. Ayhan, tartışmalarına en ilginç yorumu Yunanlı gazeteci dostum Yannis Koukulas getirdi: ‘Tüm şampiyonlar gibi geçilmekten korktu ve kendisini güçlü hissetmek için başka yollara saptı. Ben buna şampiyonluk sendromu diyorum. Çünkü şampiyonlar asla kaybetmek istemezler. Öyle sanıyorum ki, Paris’te yaşadıkları onu böyle davranmaya itti. Halbuki hiç buna ihtiyacı yoktu.’
Dilerim gururla döneriz
Dostum gerçekten çok haklıydı. Şöyle bir düşünün, sporun kayıp şampiyonları değil, piste çıkıp yarışan süper atletlere ihtiyacı var. Ne yazık ki, Ayhan da bana göre kayıp şampiyonlar arasındaki yerini aldı. Bu tartışmayı fazla uzatmanın gereği yok. Önümüzde bugün başlayacak dünyanın elit sporcularının sunacağı müthiş bir şölen var. Biz de tarihimizin en fazla madalyasını kazanma umuduyla buralara geldik. Dilerim, bir yeni skandala imza atmadan bu önemli organizasyonu tamamlar, gururuyla ülkemize döneriz.
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2004
Avrupalı koçlar, bitime 10 saniye kala Kobe, o driplingi yaparken faulü yaptırır ve işi bitirirdi. Ancak, NBA koçları için basketbol seyirciye keyif veren bir oyun ve taktik faullerle kesilmesi, şova vurulacak en büyük darbe. NBA final serisinin ikinci randevusu... Bitime 10 saniye var. 3 sayı önde olan Detroit, hücumu kullanamayınca top Lakers’a geçti. İşte bu anda Detroit koçu Larry Brown, molayı aldı. Eğer Brown Avrupalı bir koç olsa oyuncularına, 3-4 saniye sonra topu kullanacak rakip oyuncuya şut pozisyonu almadan faul yapılması emrini vereceği kesindi. Ancak, Brown Avrupalı değil, deneyimli bir NBA koçu. NBA koçları böyle bir durumda taktik faul yaparak maç kazanma yoluna pek gitmiyorlar.
Nitekim, top yandan oyuna sokulduktan kısa bir süre sonra Lakers’ın yıldızı Kobe Bryant’a geldi. Bryant dripling yapıyor, rakibi de onu uzaktan kontrol ediyordu. Bu anda yapılacak bir faul, 2 atış getirecek, Kobe 2 atışı birden değerlendirse bile Detroit, 1 sayılık avantajla maçı galip kapayacak ve yarışta 2-0 öne geçerek, şampiyonluk yolunda önemli bir avantaj elde edecekti.
Kafalarında cinlik yok
Ancak, kafalarında böylesine bir cinlik bulunmayan NBA teknik yönetmenlerinin büyük bölümünde olduğu gibi Brown, o ana kadar 3 sayılık atışlarda pek başarılı olmayan Kobe’ye şut şansını tanıdı. Kobe de klasına yakışır muhteşem bir şutla bitime 2.1 saniye kala, skora dengeyi getirip maçı uzatmaya taşıdı ve moral motivasyonunu ele geçiren Lakers bu bölümde Kobe-Shaq ikilisiyle Detroit’i dağıtıp, seriyi 1-1’e getirdi.
Bu felsefe doğru
Bu noktada düşünüyorum. Tüm Avrupalı koçlar, Kobe dripling yaparken faulü yaptırır ve işi bitirirdi. Ancak başka bir felsefede olan ve kararlarını cinliklerle değil, istatistiklere bakarak veren ve oyunun son bölümlerinde taktik faul yapmaya pek yönelmeyen NBA düşüncesi, belki de avucunun içine kadar gelen bir şampiyonluğun kaçıp gitmesine neden oldu. Nitekim, Brown da maç sonrasında ‘Biz bu durumlarda faul yapmıyoruz’ diyerek tercihinin ne olduğunu açıkça ortaya koydu.
Burada kimin yaptığının doğru olduğu uzun süre tartışılacağa benziyor. Biz Avrupalılar, Amerikalıların bu mantıklarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Ama onlar için basketbol seyirciye keyif veren bir oyun ve bu oyunun taktik faullerle kesilmesi, şova vurulacak en büyük darbe. Galiba, onların yaptığı kazanmak için herşey mübah diyen Avrupalı felsefesinden daha doğru.
Maça gelince... Geceye damgasını vuran elbette son saniyedeki muhteşem üçlüğüyle takımına hayat getiren Kobe Bryant idi. Shaq ile birlikte uzatma bölümünde devleşip gerçek bir yıldız olduğunu kanıtlayan Kobe kadar bir başka önemli isim de, efsanevi Bill Walton’ın oğlu Luke Walton’du. Özellikle ikinci periyotta Lakers’a takım olduğunu hatırlatan genç Walton, yaptığı asistlerle Lakers’ı 10 sayılık üstünlüğe taşırken, Phil Jackson’ın onu 3 ve 4. periyotlarda uzun süre kenarda tutması, Detroit’in farkı kapatıp maçı kazanma noktasına getirmesine neden oldu.
Lakers kaosa girebilirdi
Billups ve Hamilton’ın skorer oyunları, Ben Wallace’ın çember altı etkisi, iyi savunma yapan Detroit’i galibiyete çok yaklaştırdı. Bu arada finaldeki temsilcimiz Mehmet Okur’un 18 dakika görev yaptığı maçta, özellikle savunmada mücadeleci ve etkili oluşundan keyif aldığımızı da hemen belirtelim.
Sürprize açık
Ancak bizim basketbol felsefemizde pek yer almayan faul inceliği Kobe Bryant’ın yıldız oyuncu kimliğini öne çıkartması ve Shaquille O’Neal’in çember altı gücü Lakers’ı yaşama döndürdü. Lakers bu mucizeler olmasa, evindeki ikinci maçı da kaybedip büyük bir kaosun içine girecekti. Şimdi Detroit’in sahasında oynanacak üst üste 3 maç var. Bu maçlar da her türlü sürprize açık. Belli ki, bu seri sonuna kadar bize büyük heyecanlar yaşatacak.
Yazının Devamını Oku