Dil döner de sözü söyleyemez mi? Yok ise söyleyecek sözü, istediği kadar dönsün dili! Ya da duyduğunu söyler de ne anlama geldiğini bilmez. Ya da ne dili döner, ne söyler.
Bir karışık iştir şu dilin ettikleri, ya da dilin dile ettikleri! Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Türkçe’nin en kapsamlı “Etimoloji Sözlüğü” için devlet bütçesinden bir milyon lira ayrıldığını muştuluyor. 2011’de bir kurul oluşturulacak ve Cumhuriyet’in 90. yılında “ilk cilt raflardaki yerini” alacakmış. Ne mutlu, o Cumhuriyet’in 90. yılına ki, Türk Dili, sözcüklerinin kökenlerine erişmiş olacak! * * * Var mıdır acaba bizim gibi “büyük” olduğuna inanan bir başka “ulus”, düşünce ve de teknoloji kendi sınırlarını günden güne zorlayıp genişlettikçe, dili tutulmuş gibi eloğlunun sözüne takılıp kalsın! Derler ya, sözcükler gereksinimlerin ses kalıplarıdır. Düşüncede “şeytan” olmasa nereden çıkıp gelirdi dilimize o “şeytan”. Ne zaman, kim demiştir bilinmez, şu “otomobil” sözcüğü söz gelimi. Çeşitli teknolojik aşamalardan sonra Avrupalı birileri kendi kendine giden bir taşıt yapmış, o özellikte nesneler de adına kavuşmuş: “Automobile”. Şimdi şu garipliğe bakın: O sözcüğü “uyduran” her kimse, Yunanca’dan “kendiliğinden” anlamında “auto”yu almış, sonuna da Latince’deki “hareketli” anlamındaki “mobile”ı ekleyivermiş; olmuş “automobile”. Yazıldığı gibi okumak pek garip olacağından, biz de Fransız’ın söylediğine kulak vermişiz de Türkçe’miz bir “otomobil” kazanmış! Yani diyememişiz, “dörtteker” ya da “kendigider”. Bu da ne, demeyin! Diyorsunuz ya, “biçerdöver”; bir vakitler de dilinize yakışan ne güzel bir sözcük vardı: “Kaptıkaçtı”. “Gecekondu”yu da uyduran siz değil misiniz! Dahası, şu “bilgisayar” nereden çıktı! O teknolojiyi bulan Amerikalı’nın söylediği gibi “computer” diyen kaç kişi var! Yine de zordur direnmek elin dediğine, yok ise elinde onun bulup devşirdiği, tür içinden tür çıkarıp geliştirdiği. Varsayalım Afrika’nın ortasında bir yer, “limon” yetişmez orada; garip zenci güneşi görür de limonu bilmez. Öylesi garip zenciye “limon” deyin, ağzı sulanmaz; ne tadını ne adını bilmediğinden. Gün gelir tanışır limonla garip zenci, artık ona ne ad uydurduysa, adını duyunca tadını anımsayıverir dili onun da! Neyse ki, biz biliriz “limon”u. Adını da tadını da. Ağzımız sulanıverir hani! Varsa Türkçe’mizde, dilimizde “limon” sözcüğü nasıl sulanmasın ağzımız! Diyecektim de yine pek garip, o “limon” sözcüğü de Yunanca’dan gelip dilimize oturmamış mı! Dilimiz, eloğlundan gelen sözcüklere mi sulanıyor, ne!