AKP Hükümetinin en önemli özelliklerinden biri, Hükümet içerisinde, parti içerisinde ne olursa olsun, hangi görüş ayrılıklarına düşülürse düşülsün, bunların kamuoyu gündemine gelmemesiydi.
Aslında başından beri derin görüş ayrılıkları vardı ama bu ayrılıklar kesinlikle dışarıya yansımıyordu. Yani klasik deyimle ‘kol kırılıp yen içinde kalıyor’du.
Ancak bir süredir, ‘mızrak çuvala sığmamaya’ başladı. Yani Hükümet ve parti içindeki tartışmalar dışarı yansımaya başladı. Şu kadarını rahatlıkla söyleyebiliriz ki; çok derin görüş ayrılıkları hatta uygulama farklılıkları var ve son dönemde bunlardan bazıları kamuoyu gündemine gelmeye başladı. Ancak ayrılıkların çok daha derin olduğu da kesin...
Artık bakanlar birbirlerine, gazeteciler önünde, televizyon kameraları önünde, üstü kapalı bile denemeyecek biçimde, mesaj gönderip, sitemlerini iletebiliyorlar.
Kişisel sohbetlerde ise karşılıklı suçlamaların haddi hesabı yok...
Geçtiğimiz hafta yaşanan IMF tartışması bunun en iyi örneklerinden biriydi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a gazeteciler, SSK ve Bağ-kur affını sordular ve son niyet mektubuna göre bunun IMF taahhütlerine ters olduğunu hatırlattılar. Unakıtan’ın verdiği yanıt ibretlik bir yanıttı:
‘Onu IMF düşünsün’. Ardından da ‘IMF’e verilen niyet mektubunu imzalayan bakan olarak Ali Babacan’a sorun, bakalım ne diyecek’ deyip, sonra durumu düzeltmeye çalıştı ve bu aftan Babacan ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in bilgisi olduğunu söyledi.
Ama biz biliyoruz ki; Devlet Bakanı Ali Babacan bu tür aflara kesinlikle karşı ve IMF taahhütlerine aykırı bu uygulamalar, gelip sonunda Babacan’ın başını ağrıtıyor...
Aynı tür tartışmalardan biri de bir önceki hafta, yabancıların bankacılık sektöründeki payının ne olması gerektiği konusunda yaşandı. Abdüllatif Şener yabancı payının yüzde 20 ile sınırlandırılmasını isterken, Babacan bu tür sınırların konulamayacağını söyledi.
Bunlar son dönemde kamuoyuna yansıyan tartışmalar. Bunun çok daha ağırlarının perde arkasında yaşandığını, alınması gereken bazı kararların bu görüş ayrılıkları nedeniyle uzadığını hatta alınamadığını da biliyoruz.
İSTANBULLU BAKANLAR
Kabine içinde şaibe iddiaları da bir süredir yoğun olarak konuşuluyor. Bazı bakanların oğullarına, yeğenlerine, hemşehrilerine verdikleri, bakanlıklarını kullanarak, başka alanlardan alınan işler, diğer bakanların ve bürokratların dilinde..
Maliye Bakanı, Ulaştırma Bakanı, Enerji Bakanı, ‘Başbakana yakın bakanlar’ olarak biliniyor ve uygulamacı bakanlar olması, dikkatlerin bu bakanlıkların verdiği işlere, verdikleri kararlara çevrilmesine neden oluyor. Buna karşılık Babacan daha çok Abdullah Gül’e yakınlığı ile tanınıyor ve bu nedenle Başbakan ve yakın bakanlarıyla çatıştığı söylentileri yoğun.
Bu arada kabine içinde özellikle belediyeden gelen bakanlar için ‘İstanbullular’ deyimi kullanılıyor ve bunların iş çevreleriyle girdikleri ilişkiler, çok dikkat çekiyor...
Bu bakanların her tür iş kesimleriyle yakın ilişkiler içine girdikleri, pratik davrandıkları, kendilerini ‘sorun çözen’ olarak gösterdikleri biliniyor. Bu nedenle bazı iş çevrelerinde özellikle İstanbullu bazı bakanlar, ‘iş bitirici’ olarak görülüp, biraz sempatik bakılıyor.
Buna karşılık Babacan’in daha çok ekonomik istikrar yönünde davrandığı, ilkesel kararlardan yana olduğunu da söylemeliyiz. Şener’in ise her iki tarafa da karışmayan bir tutum içinde, daha ‘devlet adamı’ kimliğini öne çıkararak, dengeli gitmeye çalıştığını gözlüyoruz...
Bütün bu tartışmaların odağında ise Başbakan ile Yardımcısının görüş ayrılıklarının artık iyice belirginleşmesinin yattığı, bir bloklaşma yaşandığı görülüyor. Bu ayrılık doğal olarak parti yönetimine de, gruba da, yani milletvekillerine de yansıyor. İki yetkilinin uzun süredir bir arada görünmemeleri dikkat çekerken, son ABD gezisinde olduğu gibi, bu durum uluslar arası ilişkilerde yabancıların işine geliyor. Ulusal çıkarları zedeler bir görünüm veriyor.
Son dönemde, yerli-yabancı muhatapların hemen hepsi ‘Tek parti değil koalisyon hükümeti görünümü var’ noktasında birleşiyor. Çelişkiler, giderek ‘uzlaşmaz’ bir noktayı gösteriyor.