SON günlerde yine, artık alıştığımız gibi, borsanın rekor üstüne rekorlarla yükseldiğine, kurların müdahalelere rağmen, rekor üstüne rekor düşüşler kaydettiğine şahit olduk.
Her şeyden önce şunu söylemek gerekiyor ki; olumlu ya da olumsuz yönde, yaşadığımız bugünleri, ileride inceden inceye yeniden ele alıp, gelişmeleri soğuduktan sonra yeniden irdelemek gerekeceğine inanıyorum. Daha önceki çalkantılı dönemler öncesi hissettiklerimin bir bölümünü özellikle son 1 ayda hissetmeye başladığımı söylemeden geçemeyeceğim. Bu dönemin ardından ille de çalkantılı bir dönemin geleceğini söylemek istemiyorum ama bu dönem aşılırsa da, bir-iki yıl sonra bu dönemin nasıl aşıldığının da mutlaka irdelenmesi gerekecek.
Son günlerde yaşadığımız rekorların nedenleri arasında başı çeken, bizce, global likidite düzeyindeki yüksekliğin devam etmesi ve gelişmekte olan ülkelere olan fon akımının artmayı sürdürmesi. Bankacılar, yılın ilk yarısında, sağlam, riski olmayan gelişmiş ülkelere yatırım yapan yatırım fonlarının, çok fazla kar edemediklerinin iyice ortaya çıktığını söylediler. Bu fonların yöneticilerinin gelişmekte olan ülkelere yatırım yapan fonların yöneticilerine göre şimdi daha başarısız göründüğünü hatırlatan bankacılar, bu nedenle ikinci yarıda gelişmekte olan ülkelere yatırım yapıp, yıllık kar oranlarını artırma çabasının başladığını kaydettiler. Dolayısıyla daha önce Türkiye’ye ve başka gelişmekte olan ülkelere yatırım yapmamış ya da portföylerinin küçük bölümlerini ayırmış olan fon yöneticilerinin, şimdi büyük bir hırsla Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelere yatırım yapmaya başladıklarını söylediler.
Bu akımın her gelişmekte olan ülkeye aynı oranda olmadığını kaydeden bankacılar, Türkiye’nin bu ‘ikinci yarıyıl akımı’ndan en fazla pay alan ülkelerden olduğunun da altını çizdiler. Türkiye’de reel faizlerin hala oldukça yüksek olduğunu, döviz rezervlerinin güçlülüğünün güven verdiğini kaydeden bankacılar, yabancı fonların ikinci yarıda da Türkiye’yi iyi kar edilecek ülkelerden biri olarak görmeye devam ettiklerini kaydettiler.
Son günlerde çok yüklü yabancı girişleri olduğunu, rekorlarda bu girişin en önemli rolü oynadığını kaydeden bankacılar, bu akımın bir süre daha devam edebileceği görüşündeler.
Peki, yabancılar başta cari açık olmak üzere, ekonomik göstergelerdeki tehlikeleri hiç mi görmüyorlar? 3 Ekim’e ilişkin artan soru işaretlerini takip etmiyorlar mı?
HERKES İYİ KÁR EDİNCE...
Bankalar ve aracı kurumların yabancı fonlarla ilgili yetkilileriyle görüştüğümüzde, cari açığın şu anda rahatlıkla finanse edildiği için tehlike olarak görülmediğini, 3 Ekim’e ilişkin olarak ise her ne kadar son günlerde aykırı demeçler verilmeye başlansa da, Komisyonun baskısıyla Türkiye’nin 3 Ekim’de müzakerelere başlayacağının görüldüğünü söylediler.
Bankacıların dediğine göre 3 Ekim’de müzakerelerin başlaması zaten satın alınmış durumda. Ancak aksine bir durum olursa, bu piyasayı etkileyecek bir gelişme olur. Müzakereler başlarsa artık piyasaya artı bir etkisi olmaz...
Burada söylemeden geçemeyeceğimiz bir gerçek de; yabancı fon yetkilileri, ne kadar yıllık paçal karlarını artırmak istiyorlarsa, bunlara Türkiye’de aracılık eden banka ve aracı kurumların da karlarını o kadar artırmak istedikleri gerçeği. Yani yerli banka ve aracı kurumlar, kendilerine gelen yabancı fon yöneticilerine, bazılarını gösterseler de, çok fazla risklerin üzerinde durmuyorlar, hala Türkiye’de iyi karlar elde edileceği konusunda iyi bir pazarlama yapıyorlar. Tabii ki bu nedenle yabancı girişlerinden iyi kar elde ediyorlar.
Bu arada aynı banka ve aracı kurumların, yabancıların çıkışında da benzer işlemler olacağı için, buradan kar elde edeceklerini de kayda geçirmek gerekiyor...
Özetle eğrisi doğrusuna denk geliyor; Türkiye’ye küresel ortam nedeniyle iyi kaynak giriyor, hükümet de büyümeden fedakarlık etmeden, tehlikelere rağmen dengeleri götürebiliyor.
Ancak 3 Ekim’de çıkacak bir kaza veya IMF’den gelebilecek bir restle, şimdi kar için giren yabancı fonların, bu kez ne kadar hızlı olur bilmiyoruz ama, çıkacağını unutmamak gerekiyor.