AKP Hükümeti’nin en önemli özelliğinden biri, işi bilip bilmediğine, o görevi yürütecek bilgi ve deneyimine bakmadan, kamuda yaptığı atamalardı.
O dönemde yakınılan şey kamuda göreve gelmenin artık liyakat değil ‘başının secdeye varıp varmadığı’ ölçüsüne bağlanması idi. Gerçekten de şu anda ekonomi yönetiminde üst düzey görev yapanların eşlerinin çoğunun türbanlı, hatta .bazılarının çarşaflı olması da, bunun en önemli kanıtı gibiydi.
AKP’nin bir yandan ‘merkeze doğru kayar’ görüntüsü verirken, bir yandan bu tür atamalar yapması özellikle Ankara’yı çok tedirgin etti. Kişiler için karar verilirken kriterin ‘Bizden olan’ bizden olmayan’a dönüşmesi tedirginliği artırdı.
Ankara’da yani siyasi otoritenin bu tür kararlarıyla daha çok yüzyüze gelen kesimlerde bu tedirginlik artarken, sermaye kesiminde büyük bir iyimserlik göze çarpıyordu. Çünkü IMF ve AB hedeflerine bağlı kılınması, üzerine uluslararası likidite bolluğu havayı pespembe kıldı. Yani, kár yapan özel sektör fazla sesini çıkarmadan hükümete destek verir bir görüntü verdi.
Peki bu değişti mi derseniz, hayır... Ancak ciddi biçimde rahatsızlıkların baş göstermeye başladığı yolunda da ciddi duyumlar gelmeye başladı. Sermaye, karına ve kendi pozisyonuna bakıyor ya, işte bu konuda tedirginlikler duyulmaya başladı.
Duyduğu tedirginlik ekonominin kötüye gitmesinden değil, ‘pasta’ kavgasından...
Yani bizim baştan beri, Ankara’daki tavırlara bakarak ‘mutlaka yapacaklar’ dediğimiz, ‘sermayenin el değiştirmesi’ ya da ‘kendi zenginini yaratma’ işlemi var ya, işte bu işlem son dönemde hızlandı da bu nedenle tedirginlikler artmaya başladı...
Bir süredir kendi zenginini yaratma konusunda adımlar hızlanmaya başlamıştı ama ortalıkta iş çok olduğu için, herkese pay düşer gibi gözüküyordu, o nedenle fazla ses çıkmıyordu. Ancak son dönemde bu işin çok hızlanmasından ve ‘geleceği ipotek altına alması’ndan yakınılıyor.
Son dönemde hükümetin yabancı sermayeye önem vermesini, özelleştirmeyi hızlandırmasını hepimiz alkışlıyoruz. Ancak biraz kurcaladığınızda soru işaretleri de çoğalmıyor değil.
Örneğin yabancı sermayede de ‘bizden’ ‘bizden değil’ ayrımı yapılıyor mu?
Son dönemde Arap sermayesinin gelişinin hızlanmasında, Doğulu sermaye ile daha rahat ve gevşek, kağıda yazılmayan ilişkilerin de kurulabileceği gerçeği, rol oynuyor mu?
Örneğin bir yerli firma yabancı sermayeli bir şirketle birlikte Ankara’da tepe, siyasi yetkililerle görüşüyor, daha sonra getirdiği yabancılara ‘siz onu boş verin bizim adını vereceğimiz yerli firmalarla bu işi yapın, işiniz kolay yürür’ deniyor mu?
Yine kendiliğinden tek başına gelen yabancı sermayeli şirketlere adres gösterilip, ‘ihaleye şunla gir o ilgileniyor, biz onu severiz’ deniyor mu?
Kabinedeki isimlerin ayrı ayrı sevdiği firmalar- ülkeler var ve onlara göre davranıyorlar mı?
Şirket yetkilileriyle yetinilmeyip, yabancı devlet adamlarına yerli şirket ismi verilerek, ‘sizin şirketler bununla birlikte iş yaparsa iyi olur’ deniyor mu?
Hatta daha da ileri gidilip, yabancı devlet adamlarıyla tutanaksız başbaşa görüşmelerde ‘Şu isim size başvuracak, sizinkilere söyleseniz de, istenen ‘olur’u bir verseler de, bu şirket içerdeki ihaleye girebilse’ dendiği oluyor mu?
‘O kadar da olmaz’ dediğinizi duyar gibiyim... O zaman ülkemiz, bazılarını zengin etme pahasına, yabancı şirket ve devletlere gebe bırakılıyor demektir, değil mi?
Ama eğer bunlar oluyorsa, ne kadar kavgası ‘pastadan pay kapma kavgası’ olarak gözükse de, bunları görüp yaşayan mevcut sermaye, şikayetçi olmakta haklı değil mi?
Mevcut işleri yürümeyince, ‘işaret edilen’ bazı yeni şirketleri ortak edip, işlerini yürütmeye başlayan bazı mevcut sermaye grupları, artık işbirlikçi’ olarak mı görülüyor? AKP geldiğinde ‘hayat tarzımız tehlikede’ diye konuşan ama diğerleri tarafından ‘işbirlikçi’ olarak görülen grupların, diğerleri tarafından dışlanmaya başladığı söylenebilir mi?
Böyle dönemlerin sonunda sert tartışmalara, çalkantılara dönüştüğünü hep gördük, değil mi?