YAKIN tarihimizin ödemeler dengesi rakamlarına baktığımızda, bir-kaç yıl dışında, verilen yıllık cari açık rakamlarından daha fazlasını, bu yıl ilk iki ayda verdiğimizi görüyoruz.
Ne kadar "nasıl olsa finanse ediliyor" diye piyasaları rahatlatmaya çalışsalar da, artık bu rakamların tehlikeli boyutlara ulaştığını, ekonomi yönetimi de kabul etmek zorunda.
Çünkü yine küçümser bir hava verilirse önlem alınmaz, önlem alınmazsa da iş tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Bu nedenle artık daha ciddi bir yaklaşım gerekiyor.
Bu yıl ilk iki aydaki cari açık rakamı 5.9 milyar doları aştı, yani yaklaşık 6 milyar dolar oldu.
Bu ciddi bir rakam. Brüt bazda finansman ihtiyacı incelendiğinde, Ocak-Şubat döneminde finansman ihtiyacının yüzde 2.4’ünün doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından, yüzde 13.6’sının portföy girişlerinden, yüzde 41.6’sının orta ve uzun vadeli borçlanmadan yüzde 40’ının kısa vadeli borçlanmadan, yüzde 2.4’ünün de kaynağı belirlenemeyen girişlerden oluştuğu görülüyor. Net olarak bakıldığında ise banka dışı özel sektörün aldığı uzun vadeli kredilerin etkisiyle, toplam net uzun vadeli borçlanmanın 6.4 milyar dolara çıktığı görülüyor.
Bu rakamlara bakılarak yine, cari açığın tehlike olmadığını iddia edenler tarafından, bu uzun vadeli kredilerin yatırıma dönüştüğü, üretimin özel sektör kaynaklı olduğu, bu nedenle cari açığa eskisi gibi bakılmaması gerektiği şeklinde yorumlar yapılabilir.
Ancak görünen bir şey var ki; bu açık artık tehlikeli boyutlara varıyor.
Bunun da ötesinde, açığın tehlikesini artıran en önemli unsurlardan biri küresel likiditenin artık eskisi kadar bol olmayacağı yolundaki beklenti. Kötüyü görmek istemeyen bankaların raporlarının hepsinde, artık, dışarıda artan faizler nedeniyle artık gelişmekte olan ülkelere eskisi kadar fon akmayacağının altı çiziliyor. Bunun da ötesinde, geçen ayki çalkantıda gördüğümüz gibi; diğer fon alan gelişmekte olan ülkelerden bir çıkarsa, bizden iki çıkıyor. Yani şu anda diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha riskli görünüyoruz. Bu da toplu çıkış hareketi yaşandığında, en fazla zarar görenin Türkiye olacağını gösteriyor.
Bunun da bir çok sebebi var. Örneğin Merkez Bankası Başkanlığı gibi krizler dışarıdaki güveni çok zedeledi. Ama Türkiye’ye karşı asıl tedirginlik yaratan nedenin cari işlemler açığındaki büyüme olduğu da kesin.
ÖZELLEŞTİRMELERİN ÖNEMİ ARTIYOR
Yanısıra, son günlerde gördüğümüz gibi, İran krizi zaman zaman tırmanıyor ve her tırmandığında dünya petrol fiyatları anında etkileniyor.
İran’ın nükleer güce sahip olduğunu açıklaması ile petrol fiyatları varil başına 70 dolara doğru gitmeye başladı. Piyasalarda 100 dolarlardan söz ediliyor.
Yani likiditedeki daralmaya petrol fiyatlarının fahiş biçimde artması eklenirse, Türkiye’nin işinin daha da zorlaşacağını, rahatlıkla söyleyebiliriz.
Özetle; cari açık tehlikeli boyutlara ulaşırken, cari açığın finansmanını sağlayan kaynaklar da yavaş yavaş azalmaya başlıyor.
Bu tablonun bize gösterdiği başka bir gelişme de, özelleştirmeye, yabancı sermayeye, her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duyacağımız bir dönemin gelmesi.
Bizce bu konudaki gelişmeler de pek hayra alamet değil. Yani geçen yıldaki kadar hızlı ve para getiren bir özelleştirme, dolayısıyla yabancı sermaye geliri akışı zor görünüyor.
Özelleştirme İdaresi yetkilileri önümüzdeki dönemin en önemli özelleştirme kaleminin elektrik dağıtımının özelleştirilmesi olacağını söylüyorlardı. Ancak son gelişmeler, daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın demeçlerinden edindiğimiz izlenim; dağıtım özelleştirilmelerinin gecikeceği yolunda.
Öyle tahmin ediyoruz ki; Enerji Bakanlığı dağıtım özelleştirmesini geciktirmek istiyor. Dolayısıyla özel sektör, üretim için lisans almasına rağmen devreye girmiyor. Bu da ileride doğacak enerji açığı için çok daha fazla kamu kaynağı gerekeceğini gösteriyor.
Bir de seçim yaklaşınca, bu şartlar ne kadar ağırlaşacak, hep birlikte göreceğiz...