Bankalar kara kara 2011’i düşünüyor

GEÇEN hafta konuştuğum bir banka Genel Müdürü, sektörün 2011 yılına çok büyük stres biriktirdiğini, bankacıların gelecek yıldan tedirgin olduklarını söyledi.

Bu yıl sistemin kârının 2009 yılı kadar, belki birkaç milyar TL üstünde olabileceğini yani 22-23 milyar kâr çıkabileceğini belirten Genel Müdür, bunun 4-5 milyar lirasının ise ayrılan kredi karşılıklarının bozulup kâr yazılmasından kaynaklanacağını belirtti. Dolayısıyla bu yıl kârlarda önemli bir artış olmadığının altını çizen aynı bankacı, önümüzdeki yıl ise bu yılki kâr düzeyine ulaşmanın, şimdiden bakıldığında, neredeyse imkansız gibi gözüktüğünü söyledi. Aynı bankacı, şu anda sorun gibi gözükmeyen cari açığın ve sıcak paranın ne zaman patlayacağının belli olmadığının da altını çizdi.
Bir başka banka genel müdürü, işlerin giderek zorlaştığını kaydederken, çok büyük bir rekabet yaşandığını, mevduattaki rekabet nedeniyle faizlerin yükseltildiğini,buna karşılık plasmanda da rekabet olduğunu, kredi oranlarının ise bu rekabet nedeniyle giderek düştüğünü söyledi. Bu bankacı yaşanan rekabetin daha da kızışmasını beklediklerini, kârların bu nedenle giderek azalmasının kaçınılmaz olacağını söyledi.
Durum böyleyken, yani bankacılık sektörü üzerindeki yükler birikirken, otoritenin yani Hükümetin bankacılığa bakışındaki sakatlığın, “Bunlar çok kâr ediyor, her fırsatta yüklenip bir kısmını alalım” anlayışının ise devam ettiği görülüyor. Son olarak KKDF artırımını geriye dönük bankalardan almaya kalkışan, bu nedenle kredi kullananla bankaları karşı karşıya getiren Maliye’nin bu tavrı bile, tek başına otoritenin bankalara bakışını göstermeye yeter.
Bankacılar aynı şekilde, maliyetlerini artıracak şekilde sık sık yapılan düzenlemelerden de, buna karşılık verdikleri hizmetler karşılığı tüketiciden komisyon aldıklarında, yönetimin takındığı tutumdan da çok rahatsızlar.
OTORİTENİN BANKALARA BAKIŞI
Sektörün güvendiği isimlerin başında gelen Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın bile sektörü tam anlamadığını kaydeden bir başka büyük bankanın yöneticisi ise, “bankacılıkta oligopolü önleyeceğiz” söyleminin yanlışlığına değindi. Rekabetin çok yoğun olduğunu, hiçbir zaman oligopol bir eğilim olmadığını kaydeden yetkili, bir de “ölçek ekonomisi” kavramının olduğunun artık anlaşılması gerektiğini, otoritenin mevcut anlayışı ile Türkiye’nin uluslar arası piyasada söz sahibi olabilecek bir banka çıkarmasının hayal olduğunu söyledi.
BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in son Garanti Bankası hisselerinin BBVA’ya satışı sonrası “Muhatap sayısı değişmedi, çok sevindim” dediğini hatırlatan aynı yetkili, bunun çok yanlış bir anlayış olduğuna dikkat çekti. BDDK’nın bankaların sahipleriyle değil yöneticileriyle muhatap olması gerektiğini, bazı çok büyük uluslar arası bankalarda yüzde 5 hisseden fazla pay sahibi bulunmadığını hatırlatarak, geçmişteki banka olaylarında da banka sahiplerinin ortada olmadığını, her şeyin banka yöneticileriyle çözüldüğünü ve tüm ekonominin yararına ne kadar iyi çözüldüğünün son küresel krizle birlikte şimdi görüldüğünü ifade etti. Aynı bankacı, “BDDK daha çağdaş, daha batılı anlamında bir anlayışa sahip olması gerekir” dedi.
Bu arada “Örneğin Doğuş Holding GE’nin payını alıp tümüyle Türk sermayeli olamaz mıydı?” diye sorup, “rahatlıkla olabilirdi” diye yanıtını da veren  aynı bankacının sorduğu şu soru ise bence bankacılığın önündeki söylenmeyen büyük soruna işaret ediyordu:
“En karlı banka olan Garanti Bankası tümüyle Türk sermayeli olabilir, uluslararası rekabete de açılabilirdi ama acaba Türk hissedarlar, otoritenin keyfi tutumundan korktukları için mi, bir yabancı ortağı yeniden ortak olarak alma ihtiyacı duydular?”
Aslında sadece bankalar için değil, tüm özel sektör için; keyfi denetimler, keyfi kararlar, hukukun keyfi kullanımı giderek daha fazla korku unsuru olmuyor mu?
Yazarın Tüm Yazıları