DIŞBANK’ın satışı, birçok açıdan önemli mesajlar içeren, kritik bir satış oldu.
Gazetelerde, televizyonlarda Dışbank’ın satışına ilişkin birçok yorum çıktı. Her şeyden önce Türkiye’deki işletmelerin artık eskisi kadar ucuza gitmek zorunda olmadığını göstermesi açısından, bizce önemli bir satış operasyonu yaşandı. Tabii ki bu noktada iyi pazarlık yapıp, bu rakamlara çıkan yöneticilerin hakkını vermek gerekiyor...
Elbette bunun dışında da birçok anlamı olan bir satıştan sözediyoruz.
Bizce bu operasyonun önemli anlamlarından birini de, ‘AB sermayesinin Türkiye’ye ilgisi’ oluşturuyor. Dışbank’ı alan Fortis Grubu’nun halka açık hisseler için de çağrı yapacağını açıklaması, bizce şirketin Türkiye’ye girerken vereceği imajı açısından yararlı oldu. Fortis’in Hollanda ve Belçika kökenli, yani klasik bir Avrupa sermayesi olması da çok önemli.
Fortis yetkilileri zaten uluslararası basına yaptıkları açıklamalarda, bu operasyon için ‘Türkiye’nin AB üyeliğine inandıklarını ve buna oynadıklarını’ söylemişler. Bizce bu operasyon, bundan sonra Avrupa sermayesinin Türkiye’ye girişini, sadece bankacılık değil, diğer sektörlere de ilgi göstermelerini özendirecek bir satış oldu.
İşin bir başka yönü de; Avrupa sermayesinin Türkiye’ye büyük paralar yatırarak girmesinin Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecine yapacağı katkı olacak. Yani Türkiye’ye gelen Avrupa sermayesi AB üyeliğiyle ilgili somut gelişmelerle birlikte hızlanırken, Türkiye’de Avrupa sermayesinin artması da Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecine de katkı yapacaktır. Kısacası; birbirini besleyen bir süreç yaşanacak.
Örneğin ileride tam üyelikle ilgili yaşanacak sıkıntılar ve tıkanması muhtemel görüşmeler esnasında, Brüksel’i etkilemek için burada önemli yatırımlar yapıp, Türkiye’nin tam üyeliğine oynamış büyük sermayenin, bu tıkanıkların aşılması için devreye girmesi olağan sayılacaktır.
Kayıtdışı ile mücadelenin önemi
HÜKÜMETİN, ekonomi yönetiminin, AB ile müzakereleri yapacak kişi ve heyetlerin zaten özel sektörle yakın ilişki içine girmeleri gerekecek. Bu ilişki içerisinde çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren yabancı sermayeli, özellikle de Avrupalı şirketlerle yakın ilişkide olmak, müzakere sürecinde özel sektörün dinamizmini ve ilişkilerini kullanmak gerekecektir.
Henüz başmüzakereci bile atayamayan hükümet, ileride bu tür organizasyonları harekete geçirebilecek mi, hep birlikte göreceğiz.
Bizce AB sürecinden de bağımsız olarak, hükümetin Dışbank’ın satışını, bu operasyonun anlamlarını kavrayıp, genel strateji çizerken, bu olaydan da yararlanmalı.
Genel bir strateji saptarken de, her şeyden önce yabancı sermayenin gelmesini, engelleyen sıkıntıları iyi saptayıp, bunları aşmakla işe başlamak gerekiyor. Eğer bankacılığa gelen yabancı sermayenin diğer sektörlere de gelmesini, samimi olarak istiyor, işsizlik sorunun ancak böyle aşılabileceğini biliyorsak, artık buna göre davranmak zamanı geldi.
Bilinmeli ki; Şeker Yasası’nda olduğu gibi bazı şirketlere ayrıcalık tanıyan yasal düzenlemelerde ısrar edilirse, kayıtdışı önlenemez dolayısıyla yabancı sermaye haksız rekabetle karşılaşmayacağına ikna edilemezse, hukuk sistemi mevcut haliyle devam ettirilip, adalet sisteminde şaibeli kararlar devam eder, adaletteki gecikme sürerse, yabancı sermaye Türkiye’ye gelip yatırım yapmaya, o kadar gönüllü olmayacaktır.
Artık hükümetin kayıtdışı ekonominin kayda alınması, yolsuzlukların önlenmesinin yabancı sermayenin gelmesi, yani asıl ‘istikrarlı büyüme’ hamlesinin başlaması için şart olduğunu görmesi gerekiyor.
Umarız, Hükümet önümüzdeki dönem bu temel sorunları çözmek için samimi adımlar atar.
Bunun için ‘anlayış değişikliği’nin şart olduğu aşikar...