ÖYLE kararlar vardır ki; uygulamaya konduğu zaman önemi tam olarak kavranamaz. Ancak daha sonra, belki yıllar geçtikten sonra, o kararların aslında önemli felsefe değişikliklerini içerdiği, bir devir değiştirdiği ortaya çıkar.
Tabi ki sadece o kararlar değildir devirleri değiştiren, genellikle bir dizi kararlardır ama başlangıç kararları simge haline gelir.
İşte, dün 25. yılını dolduran 24 Ocak kararlarının bize düşündürdükleri bunlar.
Gerçekten de 24 Ocak kararları bir devrin bitimi, yeni bir devrin başlangıcını yapan kararlardı. Ardından tabi ki bir dizi karar geldi. Ancak 24 Ocak kararları Türkiye ekonomisinde yaşanan hatta kronik hale gelen tıkanmayı aşmak için alınan, ekonominin ithal ikamesinden dışa dönük büyümeye yönünü çevirdiği kararlardı.
Tabi ki dışa açılma tek başına 24 Ocak kararları ile olamazdı. Bunun ardından, başta 32 sayılı kararla sermaye hareketlerinin serbest bırakılması olmak üzere, bir dizi karar daha geldi.
Bu kararlar zamanında alındı mı, tüm kararlar alınırken ekonomik gerekçeler mi vardı, yoksa değişik yollarla büyümeyi sağlamak için popülist kaygılarla alınanları var mıydı, bütün bunlar tartışma konusu. Elbette bu süreç içerisinde bir çok hata yapıldı, yanlış kararlar da verildi ama 24 Ocak kararlarıyla çevrilen yön, hep aynı kaldı.
Turgut Özal’ın mimarlığını yaptığı 24 Ocak kararları böylece bir devrin başlangıcı oldu. Bu kararlar ve dışa açılma ile birlikte Türk insanının kendine güveni geldi, uluslar arası rekabetten korkmaz oldu ve hep tekrarladığımız, ‘özel sektörün gücü ve dinamizmi’ 24 Ocak kararlarıyla başlayan bir süreç içerisinde kazanıldı.
Ekonomik altyapıyı değiştirdiğiniz, hele hele bu kadar süratle değiştirdiğinizde, bir süre sonra kültürel yapı başta olmak üzere bir çok yan etkisi olabiliyor. İşte 24 Ocak kararları aynı zamanda kültürel değişimin de başlangıcı oldu. Ki; bu değişim genellikle ‘bozulma’ olarak nitelendirildi. Tabi ki artan rekabet, köyden kente göçler ve güçlenen varoşlar, bunların yarattığı eklektik kültür yapıları, bu imajın oluşmasında en etkili unsurlardı.
YAVAŞLARSA HALK ÖDER
Özal’ın koltuk kaygısına girip yeniden popülizme dönüşüyle birlikte, 24 Ocak kararlarıyla başlayan süreç de, onun yarattığı kültürel kaos da, iyice işin içinden çıkılmaz hal aldı. Yani 24 Ocak kararları bir süre ısrarla uygulandıktan sonra savsaklandı, seçimler ve politikacıların kişisel kaygılarıyla duraklamalara neden oldu. Biliyoruz ki Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra bütün bu olanlara tepeden bakıp, ‘ikinci değişim programı’ hazırlama gereğini duydu. Ancak bunu bitirmeye ve uygulamaya ömrü yetmedi.
Daha sonra sorunlar birikti, çarpıklığın en önemli sonucu olan enflasyonla mücadeleden vazgeçildi ‘günü kurtarma politikaları’ hakim oldu.
Bu süreç de 2000'e kadar sürdü. Koalisyon hükümeti olmasına, koalisyonu oluşturan partilerin değişik görüşlerine rağmen, 2000 yılında uygulamaya giren ekonomik program, bir anlamda ‘ikinci değişim programı’ idi. Çünkü bu programla artık sadece zamlarla gelir yaratıp ekonomiyi bir süre düze çıkarmanın ötesinde, enflasyonu düşürecek sıkı ve sürekli mali politikalar ve bu iyileşmeyi sürekli kılacak ‘yapısal tedbirler’ öngörülüyordu.
Bu ekonomik program aynı zamanda politikacıların günlük politik kararlardan elini çekmesini getirecek, kayırmayı önleyecek, yani ‘siyaset etme biçimi’ni de değiştirecekti. Ancak, bürokratik ve siyasi elitler, mevcut statükoyu koruyup yetkilerini bırakmak istemiyor. Şu anda da bunun sıkıntıları yaşanıyor.
24 Ocak kararlarının 25. yılında gelinen nokta bizce şöyle:
Bu süreç küreselleşmenin ve AB hedefinin ivmesiyle hızlanarak devam edecek. Bu süreçte sağ ya da sol iktidarların gidişe dur deme imkanları yok.Apo’yu affeden MHP’ye, kurbanı ve ezanı tüm kesimlerin kabul edebileceği çağdaş boyutlara getirecek AKP eklenmek zorunda.
İktidarlar bu gidişi durduramaz ancak siyasi kaygılarla yavaşlatabilir. Unutulmaması gereken şey; süreci yavaşlatmanın maliyeti var ve bu maliyet geniş halk kitlelerince ödenir.