FARKINDA mısınız, Türkiye’de son dönemde gerçekten garip şeyler oluyor...
Van Üniversitesi Rektörü’nün tutuklanması, bunun ardından gelen tepkilere ilişkin tartışmalar soğumadan, dava açılmadan aylardır hapishanede tutulan Üniversitenin genel sekreter yardımcısı Enver Arpalı, koğuşunda intihar etti. Aynı koğuşta bulunan Rektor, kalp spazmı geçirdi ve hala hastanede müşahade altında.
Bizce bu olayın en garip yönlerinden biri, aylardır soruşturma tamamlanamamışken intiharın ertesi günü Cumhuriyet Başsavcısının soruşturmayı tamamlayıp, davayı açması. Şimdi herkes ‘bir hayat bu kadar mı ucuz?’ demekten kendini alamıyor. Ve kasıt arayanlar haklı çıkıyor.
Bunun ardından Şemdinli’de çıkan olaylar. Yıllardır devlet güçlerinin büyük yanlışlar yaptığı, güvenlik güçleri içinde menfaat temini için özel eylem yapan gruplar olduğu biliniyor. Şemdinli’deki son patlama üzerine anında gelişen tavır, belediye başkanlarının konuşmasıyla hayatın normale dönmesi, tam bitti derken önceki gün 3 ölümün yaşandığı Yüksekova, dün Hakkari olayları... Artık ‘klasik bir devlet terörü’ olarak bakmanın imkanı kalmıyor. Ankara’da güvenlik çevrelerindeki söylentiler aldı başını gidiyor, o kadar çok senaryo var ki... Bu senaryoların küçük bir bölümü gerçekse, bunlar bile insanın tüylerini ürpertmeye yeter...
Bunun ardından Danimarka’da Başbakan Erdoğan’ın Roj TV muhabiri var diye toplantıya katılmaması, Danimarka Başbakanı’nın ‘Özgürlüklere alışın, burası AB’ tavrı. Ardından, Başbakan’ın ‘türban için mahkeme yetkili değil, ulemalar karar verir’ anlamına gelen sözleri...
AKP içindeki tepkilerin büyümesi, bir AKP milletvekilinin ‘hükümet yabancı işadamlarına ayırdığı zamanın bir kısmını istihbarat raporlarını okumaya verse olaylar olmazdı’ demeci...
Tam işler yoluna giriyor derken hatta ‘piyasaların abartılı iyimserliği boşa çıkmadı’ derken, içerde gerçekten bu garip şeyler oluyor.
Bizce işin tehlikeli yanı, hemen hemen tümü siyasi, bu gelişmelerin ekonomiyi vurabilecek boyutlara ulaşıyor olması. Bu olayların devam etmesi halinde olabilecekleri bir düşünsenize...
Her şeyden önce Kuzey Irak ve Kıbrıs konusunda hükümetin keskin bir yol ayrımına gelmesi söz konusu. Bu durum bir yandan AB ile ilişkileri kopma noktasına getirebilecek kadar tehlikeli boyutlara varabilir. Bunun ekonomiye yansıması doğal olarak kaçınılmaz olur.
SEÇİM, AB...
Bu tartışmalar ’seçimlerin ne zaman yapılacağı’nın da belirleyicisi olacak. Yani 2006’da, ilk bahar mı, sonbaharda mı seçim olacağını, bu gelişmelere bakarak söyleme imkanı bulunacak.
Erken seçimin ekonomiyi nasıl tahrip edeceğini ise zaten deneyimlerimizden biliyoruz.
Bütün bunlar ABD Merkez Bankası yeni yönetiminin tavrının beklendiği, faizlerin daha fazla artırma ihtimalinin bulunduğu, konuttaki balonunun patlayacağının giderek daha fazla konuşulduğu, yani uluslararası likiditenin kesilme tehlikesi bulunduğu bir döneme denk geliyor. Ayrıca cari açığın boyutları da artık herkesin dikkatini çekmeye başlamışken...
Yani Karadenizli’nin AIDS konusunda söylediği ‘Biz mısır ekmeği yiyoruz bize bir şey olmaz’ yorumunu hatırlama zamanımız geliyor olabilir. Ekonomide işlerin bu kadar iyi gittiğine bakıp, ‘bize bir şey olmaz, bunlar piyasayı etkilemez’ demekten vazgeçmeliyiz. Yılbaşına kadar piyasanın hiçbir şeyi takmayacağını, yılsonu bilançolarına yazacakları kar rakamını şimdiden belirlediklerini, bu rakamı bozmayacaklarını ise zaten biliyoruz.
Bütün bunlar olurken, AKP hükümetinin yönetim becerisi de tabi ki tartışma konusu oluyor. Size bu konuda ne düşünüldüğünü göstermek için bir örnek verelim. Başbakan Aralık ayı başında 10-11 günlük bir ziyaret için Avustralya ve Yeni Zelanda’ya gidecek. Bunun için işadamları da aranıp gelip gelemeyeceklerini soruyorlar. Bir işadamına ‘Siz de gidiyor musunuz’ diye sorduğumda aldığım yanıt şu oldu:
Gezi 2 gün uzamış 11 güne çıkmış. 11 gün ben işimin başında olmazsam şirketimin işleri aksar. Ben buna cesaret edemem. Ülkeyi yöneten Başbakanın nasıl oluyor bu kadar uzun süre gidiyor, hele bu kadar gelişme varken... Anlamadım...