Ustabaşlarını bilmem ama Yenimahalle’nin nostaljisi güzel
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
GENEL seçimler Ak Parti’nin zaferiyle sonuçlandı ve balkon konuşması, parti içi değerlendirmeler derken gözler yeni kurulacak kabineye çevrildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kalfalık dönemi bitti. Ustalık dönemi başlıyor” dediği yeni dönem kabinesinin ustabaşlarının kimler olacağı ise merakla beklenir oldu. Şimdi Başkent kulislerinde bakanlık koltuklarına hangi isimlerin oturacağı konuşuluyor ve farklı tahminler yürütülüyor. Kesin liste ise sadece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kafasında. Bu isimleri ne Parti üst yönetimi biliyor, ne de MKYK üyeleri fikir yürütüyor.
Tutuklu milletvekillerinin durumu, mahkemelerin aldığı kararlar, yemin töreninde yaşanacaklar derken de o kaygı verici gündem olanca şiddetiyle sürüyor. İşte böyle bir atmosfer içinde aldığım bir davet beni çok eskilere götürdü ve sinema nostaljimi harekete geçirerek o kasvetli havadan bir anda kopardı. Sonrasında da sizlerle paylaştığım bu satırları yazmama sebep oldu. Sinema dünyasıyla ilk tanışmam beyaz perdenin önündeki sandalyelere oturarak değil, 1963 yılında film setine gidip, kamera arkasında bulunarak olmuştu. Beş yaşındaydım... Daha önceki yaz ayları gibi Devlet Demiryolları’nın İstanbul Fenerbahçe semtindeki kampına kavuşmanın heyecanıyla mavi sularla kucaklaşmıştım. Tesisisin içinde koşuşturmanın, denize girmenin dışında ise öyle çok alternatifimiz yoktu. Ya kampın önünden geçen caddede yan yana sıralanmış yalıların çevresinde gezinirdik, ya da iskelelere bağlı yatları seyrederdik.
GENÇ KIZLAR KIKIRDIYOR O İSE AFALLIYORDU
Aslında o yalılar biz çocuklar için cazibe merkezi gibiydi. Güzel ve bakımlı bahçeleri bir tarafa her yaz bir Yeşilçam filmine plato olarak ev sahipliği yaparlardı. Tabii bizler de içeride neler yaşandığını merak ederdik. Yalılardan birine İlk giriş vizesini ise beş yaşımdayken, benden çok büyük kuzenlerimin ellerini sıkı sıkıya tutarak almıştım. Yapımcının oğlu ile arkadaş olan kuzenlerim beni de film setine götürmüş, Ediz Hun, Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit ile burun buruna gelmemi sağlamıştı. Aradan birkaç gün geçmişti ki film setine ikinci ziyaretim gerçekleşmişti. Bu kez Bostancı semtindeki Madam Tamara’nın köşküne gitmiş, aynı filmin devam sahnelerinin çekimini izler olmuştum. Ediz Hun’un çiçeği burnunda jön olarak boy gösterdiği bu film de Hülya Koçyiğit ile Türkan Şoray ilk ve son kez bir araya gelmişti. Filmin adı “Genç Kızlar”dı. Rol gereği Ediz Hun öğretmen, Türkan Şoray ile Hülya Koçyiğit ise yaklaşık 60 kızla beraber öğrenciydi. Köşk’deki yüksek tavanlı, kocaman kristal avizelerin bulunduğu salon sınıfa çevrilmiş, yönetmen ve çekim ekibi hazır oldukça artistler rol kesmeye başlamışlardı. O günden bu güne aklımda kalan bir diğer ayrıntı ise 60 kadar kızın kıkırdaması ve Ediz Hun’un şaşkın tavuk misali sağa sola çarpması idi. Rol mü yapıyorlardı, yoksa gerçek halleri miydi hatırlamıyorum ama yönetmenin sıkça kullandığı “Tekrar, baştan” komutu beynime kazınmıştı.
TANIK OLDUĞUMUZ GÜZELLİKLERDEN ESER KALMADI
Açıkçası o güne kadar ailemle birkaç kez sinemaya gitmiş, onlar film seyrederken kapı önünde yaşıtlarımla top oynamak daha cazip gelmişti. Neyse, o yazın sonlarına doğru ebeveynlerim kuzenlerimle beraber Moda’daki yazlık sinemaya götürdüklerinde bu kez gerçek beyaz perdeye kilitlenip kalmıştım. Zira çekimleri yapılırken hazır bulunduğum film sinema perdesinde oynuyordu. Bu şekilde de hem Yeşilçam’ı, hem de yazlık sinemaları sevmeye başladım. Fırsat buldukça ve ailem imkan tanıdıkça da yaz kış sinemaya gittim. Bir sonraki yaz bürokrat babamın nakli sebebiyle Ankara’daydım. Bahçelievler 3. Cadde ile Tandoğan Orduevi’nin bahçesindeki yazlık sinemalar akşam karanlığını aydınlatan birer eğlence kaynağı olmakta gecikmemişti. Çoğunlukla Hollywood’da iş yapmış filmlerin adaptasyonu olan Türk filmlerini izliyor, bazen de Amerikan sinemasının bugün bile seyirci çeken filmlerini tercih ediyordum. Ta ki 1974 yılına kadar.
KENDİNİ SUNAN KADINLARI GERİ ÇEVİREN KAHRAMANLAR
1969 yılında devreye girmesine karşın yaklaşık beş yıl kendisine bağımlı kılmayı beceremeyen TRT’nin tek televizyon kanalı artık daha ağır basmaya başlamıştı. Hele 1970’li yılların ortasından sonra piyasaya egemen olan seks filmleri furyası sinema salonlarından beni iyiden iyiye soğutmuştu. Bir taraftan ser’deki gençlikten dolayı olsa gerek seks filmlerini merak ediyor, diğer yandan da o filmlerin oynadığı sinemalarda görünmeyi kişiliğime yakıştıramıyordum. Kısacası, televizyonun sihirli dünyası, seks filmlerinin bayağılı derken sinemadan koptum. Yazlık sinemalar ise beynimin bir köşesin de öylece kaldı. Dahası ergenlik ve gençlik dönemimin kahramanları ile güzel kadınları dağarcımda hoş bir seda olarak kaldı.
Bilmiyorum sizler de aynı kanıda mısınız, Cüneyt Arkın’ın canlandırdığı Kara Murat ile Kartal Tibet’in ünlendirdiği Tarkan karakteri tüm gençlik gibi beni de çok etkilemişti. Her ikisinin de hayata ve cinselliğe bakışı hemen hemen aynıydı. Tipik bir görev adamı olduklarından dolayı olsa gerek bir kadını arzuladıklarını belli edecek tek bir sözcük kullanmazlardı. Hatta birlikte oldukları kadınlar tarafından buna zorlandıklarını bile söyleyebilirim. Mağrur, mesafeli ve sanki bu türden işler için hiç vakti yok gibiydiler. Kendisini bir armağan gibi sunan kadınların hepsi de, serüven sonunda mutlaka ölürlerdi. İşte bu yüzden tüm ergenliğimiz boyunca sinema perdesinde gördüğümüz güzel kadınları hayal edip, gerçek yaşamdaki kızların gelip bize yalvarmasını bekledik durduk. Ama ne gelen oldu, ne de selam veren. Hatta karşılıklı olarak hoşlandığımız kızlara bile açılamadık, ilk hareketi onlardan bekledik.
BİR BİR KAYBOLUP GİTTİLER, TA Kİ...
Allahtan aynı süreçte yaşamayı seven, içki ve kadınlara düşkün “Cool” kişilikler Robert De Niro, Poul Newman gibi anti-kahraman olabilme lüksüne sahip kahramanlar ile Emmanuelle fimleri karşımıza çıktı da ilişkilerdeki dengeyi kurabildik. Deminde bahsettiğim gibi TV, seks filmleri furyası, ekonomik koşullar derken bir baktık ki, yazlık sinemalarla beraber Çamlıca Gazozu ve içine atılan beyaz leblebi, parlak kağıda sarılı çikolata buz, parayla dağıtılan minderler tarih olup bitti. Hatta patlak hoparlörlerin yarattığı cızırtı sesiyle rekabet eden ay çekirdeği sevdasının yan unsuru “çıt çıt” sesleri de kayboldu gitti. Yanlış hatırlamıyorsam 2005 yılında Sheraton Otel’in bahçesindeki yazlık sinema ile iki üç yıl önce Bilkent Center’in bahçesinde açılan yazlık sinema tekrar o günlere dönmemi sağladı. Sık olmasa da sinema perdesiyle o iki merkez sayesinde yeniden buluştum. Ancak ekonomik koşullar yüzünden kapanınca onları da kısa sürede kaybetmenin hüznüne kapıldım. Geçenlerde Yenimahalle Belediyesi’nin devreye soktuğu ve gelenekselleştirdiği bir sosyal aktivitenin davetiyesi gelince tüm bunlar gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Davetiyede, Fethi Yaşar önderliğindeki Yenimahalle Belediyesi sınırları içindeki birçok bölgeye yazlık sinemalar kurmuş ve tüm yaz boyu hemşerilerini davet ediyordu. Üstelik patlamış mısır da dahil organizasyonun tümünü parasız gerçekleştiriyordu. Hafızam yanıltmıyorsa geçen yıl Çankaya Belediyesi de Kızılay’da bir yazlık sinema açmıştı.
YENİMAHALLE’DE ESKİ SEVDAMIZA KAVUŞTUK
Yoğun iş temposundan dolayı gitmeyi çok istediğim Yenimahalle Belediyesi Geleneksel Açık Hava Sinema Günleri’nin ilki Çayyolu Atapark’ta gerçekleşti. O gece Ulak isimli film izleyicilerle buluştu ama öğrendim ki bundan sonra birbirinden güzel 24 yerli ve yabancı film 10 farklı yerde kurulan dev perdeler sayesinde vatandaşla buluşacakmış. Sinema günlerinin üçüncü gününde bir davet daha geldi ama ona da gidemedim. Belediye Başkanı Fethi Yaşar Yenimahallelilerle birlikte Ragıp Tüzün Parkı’nda Ademin Trenleri isimli filmi izlemek üzere bekliyordu. Üstelik Omurilik Felçlileri Derneği üyelerince hazırlanan ve ücretsiz dağıtılan patlamış mısırlar da hazırdı. Allah’tan sinema günleri Temmuz ayının sonuna kadar devam edecek. İçlerinden birine mutlaka gideceğim. Filmlerin listesini de öğrendim. Babam ve Oğlum, Pardon, Ejder Kapanı, Devrim Arabaları isimli filmler listemin ilk sırasında. Sizlere de tavsiye ederim, bir yol parası masrafla bambaşka bir dünyanın içinde kendinizi bulma fırsatını kaçırmayın.