Ankara’nın 1923 yılından bu yana süren sosyal hayatının dönemler halinde bakışına bir haftalık aradan sonra devam edelim.
Siyasi iradeye göre şekillenen Başkent sosyal yaşamında 1970’lere kadar gelmiş ve “69 Özgürlük İklimi”nin yarattığı rüzgarı arkasına alan değişimleri aktarmıştım. Taverna geleneğinde de yazıyı kesmiştim. Daha önceki yazılarımı okuyamayanlar Hürriyet internet sayfasına girip, arama kısmına ismimi yazarak ulaşabilir. Özellikle orta yaşlı ve iyi gelirli kesimin Ferdi Özbeğen, Ümit Besen, Coşkun Sabah gibi sahne maliyeti düşük sanatçıları çıkaran tavernalara gitmeye başladığını, müzik aleti “Org”un baş tacı edildiğini hatırlatarak kaldığımız yerden devam edelim.
YEŞİLÇAM YILDIZLARI GAZİNO SAHNESİNDE
Tavernalar sayesinde fantezi müzik öylesine yaygınlaşmıştı ki, o sürece kadar orkestraların birer parçası olan sanatçılar bireysel olarak programlar yapmaya başlamıştı. Oktay Tem, Atilla Yelken gibi Ankara kökenli müzisyenler popüler olan Ferdi Özbeğen, Ümit Besen, Coşkun Sabah, Nejat Alp gibi isimlerle rekabete girmişti. Bu esnada Yeşilçam’ın seks filmleri furyasına teslim olmak istemeyen artistleri ise bir bir gazino sahnelerinde boy göstermeye başlamıştı. Tavernalarla rekabette sinema dünyasının yıldızlarını kullanan, diğer yandan da radyonun ünlü isimlerine sarılan gazinoların bir önemli silahı da o güne kadar pavyonları mesken edinmiş türkücüler ve arabeskçilerdi. Verilebilecek en iyi örnekse o güne kadar Ankara pavyonlarında çalışan, “Ayağımda Kundura” şarkısı Polis Radyosu’nda çalınınca şöhret basamaklarını tırmanıp, gazino sahnelerine transfer olan İbrahim Tatlıses idi. Şu ufak notu da düşeyim; Radyo ve TV alanında tekel olan TRT’nin her müzik dalında uyguladığı sansürü delen Polis Radyosu ve 1980’lerin ortasında devreye giren özel TV’ler arabesk müziğin yaygınlaşmasını sağlamaya yetmişti. Bu gelişme ise gazinoların arabesk ağırlıklı fantezi müzik sanatçısı çalıştıran tavernalara teslim olmasını beraberinde getirmişti. Taverna ve fantezi müzik hakimiyetinin yaşandığı bu sürece pop müzik sanatçıları da kayıtsız kalmayıp, tarz değişikliğine gitmişti. Kayahan, Nilüfer, Sezen Aksu, Zerrin Özer başta olmak üzere pop müzik sanatçılarının Bizon, Alba, Midnight gibi restoran-taverna karışımı mekanlarda aylarca sahnede kalmasını sağlamıştı. Müjde Ar, Uğur Yücel, Şener Şen gibi Yeşil Çam ünlüleri ise Ankapool gibi işletmelerde kabare şovlarını sunmuştu ki, ilk kez Ankara’da başlayan bu uygulama kısa zaman da tüm Türkiye’ye yayılmıştı.
BİLKENT’LE GELEN DEĞİŞİM RÜZGÂRI
Aynı dönemde, 1983 yılında daha ucuz yemek ve eğlence imkanı sunan Yüksel ile Sakarya caddeleri kafe ve barlarıyla “Piyasada ben de varım” dedi. Bu caddeleri kısmen de olsa Bahçelievler 7. Cadde, Tunalı Hilmi caddesi takip etti. Ayrıca şehir batı ve güneye doğru gelişti. Çayyolu, Oran gibi semtler sosyal yaşam için de cazibe merkezleri haline geldi. 1990’lara gelindiği zaman ise Bilkent Üniversitesi’yle beraber sosyal hayat radikal değişime uğradı. Türkiye’nin en zengin ailelerinin okuduğu vakıf üniversitesi Bilkent, yeme, içme ve eğlence işletmelerinin gençlere yönelmesini sağladı. Başkent ve Ufuk üniversiteleri gibi birçok kurumda bu dönüşümün yaygınlaşmasını sağladı. Değişik yaş yelpazesini barındıran birçok restoran, kafe, gece kulübü gençlere yöneldikçe de orta ve üst yaş sınıfı ihmal edildi. Öyle ki hatırlı, bol para bırakan müşteriler ebeveynler değil, çocukları olunca mönüden müziğe kadar her sunum gençlere göre şekillendi.
70 YIL ARAYLA GELEN İKİ RUS MÜDAHALESİ
1990’ların bir diğer etkisi de pavyon, gece kulübü gibi işletmelerde ortaya çıktı. Komünizmin son bulması, Sovyet Blok’unun dağılması sonucu pavyonlar Rus, Macar, Romen gibi milletlerin kızlarıyla dolmaya başladı. Şov grupları, konsomatrisler derken de pavyonlar gözde merkezler haline geldi. İlginçtir ki 1920’lerde Bolşevik İhtilalı’ndan kaçıp gelen Beyaz Rusların kültürel birikimiyle şekillenen Ankara sosyal hayatı, 1990’larda Komünizmden kurtulup gelen Beyaz Rus kızların boy göstermesiyle bir kez daha değişime uğradı. Her ne kadar ilk dalga olumlu yönde kültür devrimini, diğeri ahlaki boyutta görsel devrimi beraberinde getirse de Ankara sosyal hayatında 70 yıl arayla iki Rus müdahalesi yaşandı. Hepinizin halen tanık olduğu 1990 ile 2011 yıllarını fazla anlatmama gerek yok sanırım. Tabii AVM’lerin devreye girişini de... Şu sıralar bir kaç cadde ile AVM’lerin sosyal yaşam üzerine süren savaşına tanık oluyoruz. Filistin Caddesi, Arjantin Caddesi, Park Caddesi, Bestekar Sokak gibi yeme içme ve eğlence üzerine iddialı olan yerleşimlerle, Minesera, Panora, Gordion gibi AVM’ler cazibe merkezi olma yarışını sürdürüyor. Kendisine ancak ara sokaklarda yer bulabilen bir kaç meyhane ve gece kulübü ise eskinin ihtişamından çok uzakta ayakta kalma savaşı veriyor.
ÜNLÜ İSİMLER O KADAR FAZLAYDI AMA...
Bu hafta dördüncü bölümünü yayınladığım Ankara sosyal yaşamına yönelik köşe yazılarıma okuyucular büyük ilgi gösterdi. Öylesine çok ve içeriği güzel ileti geldi ki bunlardan iki tanesini sizlerle paylaşmak istedim. Okan Pelit isimli okuyucum şunları yazıyordu: “Eski bir Ankaralı olarak bugünkü yazınızı keyifle okudum. Ankara’nın renkli gecelerine imza atan birkaç orkestra ve solist adını da ben vermek isterim. Erol Pekcan (Caz), İlhan Feyman, Orhan Sezener, Okan Akansel... Solistlere gelince; Alpay, Selçuk Ural, Erkin Koray, Selim Sam... Ayrıca o dönemlerde Başkentte bol miktarda aile gazinoları da bulunmaktaydı. Beyazsaray, Lunapark, Güneypark, Yazar gibi. Çarşamba günleri bayanlara, Pazar günleri de herkese açık matine programları olurdu. Sayın İpekeşen, bilindiği gibi birçok ses, saz ve tiyatro sanatçısı daha sonraları İstanbul’a transfer olmuştur. Sevgiyle kalın.” Evet, yazılarımda ismi geçmeyen daha birçok sanatçı ve mekan ismi var. Ben siyasi iktidarlarla şekillenen süreçleri yazarken herkesin bildiği birkaç ismi örnek olarak vermiştim. Zira tüm isimleri sıralasam bu konuya yönelik köşe yazılarım haftalarca sürerdi. Ancak Okan Bey’e hatırlatma notundan dolayı teşekkür ederim.
BU ŞEHRİ ACISIYLA, TATLISIYLA YAŞADIM
Duran Kahraman isimli bir diğer okurum ise duygu ve düşüncelerini şöyle kaleme alıyordu: “1958 yılında, gençliğin başlangıcında Ankara’ya geldim. Bu şehri acısı ve tatlısıyla yaşadım. Erol Toy’un Vehbi Koç’un hayatını anlatan kitabından Ankara’nın dünkü halini anlamaya çalıştım. Bugünkü yazınıza (03.07.2011) hayran oldum. Ama doyamadım. Bu vesileyle büyük Atatürk’ü bir daha rahmetle andım. Ankara’yı her yönüyle tanıtan ve kitap haline getirilecek bir birikiminiz olduğu belli. N’olur, Valilik. Belediye, Meclis, Kültür ve Turizm Bakanlığı veya Ankaralı bir zengin (Örneğin Koç ailesi) size destek verse de bu konuya yoğunlaşıp, kitap yazabilseniz. Bilmiyorum, siz ne düşünüyorsunuz? Tadı damağımda kalan bu yazınız için teşekkür ediyorum.”
KİTAP YAZMAK İÇİN ZAMAN GEREKLİ
Duran Bey’e güzel düşünceleri ve satırları için çok teşekkür ediyorum. Böylesine bir kitabı yazmak için finansman anlamında bir sıkıntım yok ama tam anlamıyla zaman fakiriyim. Hürriyet Gazetesi’ndeki işlevimin yanı sıra aynı zamanda içinde Capital, Ekonomist, Tempo, Atlas gibi 36 yayının bulunduğu Dogan Burda Dergi Grubu’nun Ankara Bölge Temsilciliği görevini üstleniyorum. Günlük koşuşturmadan bırakın kitap yazmayı, köşe yazılarımı yazmaya bile zor vakit buluyorum. İnşallah elim rahatlarsa bu dileğinizi yerine getiririm.