Tıpkı bugünkü gibi “karşı şiddet” yaratmaya çalıştı.
11 Mart günü Bakırköy’de bomba patlattı: 1 ölü, 8 yaralı.
18 Mart’ta Mavi Çarşı’yı molotof atarak yaktı: 13 ölü.
Her iki eylemin yanıtı Tokat’taki askeri operasyonla verildi.
Çünkü DHKP-C ve TİKKO o bölgede PKK ile eylem birliğindeydi;
1) PKK sıcak savaşı dağda vermekten bunalmıştı; çatışmayı -tıpkı bugünkü gibi- kentlere yayma niyetindeydi.
2) Büyük kentlere göçen işsiz gençler önce örgütlerin kucağına düşüyor sonra yeniden kırsala yollanıyordu.
1) “Abdullah Öcalan ile görüştük pazarlığa hazır. Ayrıca müzakere için DTP’ye yetki verecek.”
2) “DTP ile anlaştık, Sinn Fein gibi davranacak. PKK’yı silah bırakmaya zorlayacak.”
3) “Talabani ve Barzani PKK’yı kesin kovacak. Çünkü ABD çekiliyor, tek güvenceleri Türkiye.”
* * *
Siyasi otorite bu varsayımlar ışığında karar verdi. Ama açılımın daha ilk haftasında hepsi çöktü:
1) Abdullah Öcalan’ın hedefi İmralı’dan kurtulmaktı. O yüzden PKK’nın silahlarından vazgeçmedi.
2) DTP, PKK’nın siyasi ipoteğinden kurtulamadı. Hükümete muhatap olmadı, İmralı’yı adres gösterdi.
3) Iraklı Kürt liderlerin tek derdi PKK’dan kurtulmaktı. Eve dönenlerin eline silah tutuşturmadıkları kaldı.
Özbek bölgesi Mezarı Şerif’e 150 km uzaklıktaki Akça’da Milli Eğitim Bakanlığı’nın lisesi var. Geçen yıl sekiz genç kız bakanlık sınavına girip kazanıyor, Akça’daki okulda gönüllü olarak öğretmenliğe başlıyor.
Bize 8 Çalıkuşu örneğini aktaran Türk diplomatı muhtemelen ABD’li mevkidaşlarına da yönelttiği anlamlı soruyu seslendiriyor:
* Savaşacak çok ülke var ama Afganistan’da 6 kız okulu işletecek başka kimse var mı? O okullar terörle, cehaletle mücadelede iki tümen askerden çok daha etkili.
ABD’li müttefiklerimiz bu açılımdan ne kadar etkilendi şimdilik kestirmek zor.
Ve fakat Türkiye birkaç ay önce attığı adımla diplomatik zeminde ciddi kazanım sağladı. ABD’li diplomatın Türkiye’nin hakkını teslim etmesi bu yüzden:
* Biz istemeden asker sayınızı artırarak söyleyecek fazla söz bırakmadınız.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da benzer özgüvenle “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geniş ufukla asker sayısını artırmasından” söz etmesi de aynı sebepten.
* * *
Türkiye’den Afganistan’a muharip asker talebi sanki bu tarihi gezinin ilk ve tek gündem maddesi gibi takdim edildi.
(Başka deyişle ABD Büyükelçisi’nin Türkiye kıdemine yakışmayan ve diplomatik nezaketi zorlayan girişimi neticesinde havanda su dövdük.)
¡ ¡ ¡
Oysa çok basit akıl yürütme ile kestirme yoldan sonuca ulaşabilirdik:
Diyelim ki Türkiye, Afganistan’a muharip asker yolladı. O zaman;
1) Ahmet Davutoğlu, o ülkenin beş kentini rahatça gezebilir mi?
2) Türkiye, Afganistan’da 50 okul açabilir miydi?
3) 200 milyon dolar ekonomik yardımımız yerine ulaşır mıydı?
PKK gazetelerde Adalet Bakanlığı’na teşekkür ilanı verecek değildi. Açılımın ilk gününden itibaren DTP Hükümete muhatap olmaktan kaçındı. İmralı’yı tek ve yetkili adres gösterdi. PKK da aynı mesajı sokaklarda veriyor. Kürt halkının Meclis’te değil Kandil ve/veya İmralı’da temsil edildiğini ileri sürüyor. O yüzden hücre meselesi bitse, yemek sorunu çıkacak, kuş sütlü sofra kurulsa bu kez “Voleybol oynadığı topun havası az” denilecek, bahane mi yok?
* * *
Ben bu satırları yazarken TV ekranında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir konuşuyordu. Baydemir’in önerisini biliyorsunuz:
‘İmralı hücresi madem o kadar güzel diyorsunuz, Başbakan ve diğer siyasi parti liderleri Öcalan gibi 11 yıl değil ama gidip 11 gün yatsınlar bakalım’ demeye getiriyor. Yani tek bir cümlede Öcalan’ı iktidar ve muhalefet liderleri ile eşitliyor.
Buyurun buradan yakın. Demokrasi ise demokrasi. Hem de en katıksız hali. Çoğunluk kararı sandıktan çıktı. Milli irade eliyle şeriat yazıldı. Amma ve lakin vicdana sığar mı, hayır.
Nüfusun yüzde 4’ü mağdur edildi mi, evet. İsviçre artık laik mi, kesinlikle hayır. Devleti de, bireyi de din ayrımı yapıyor mu, evet.
* * *
Demek ki demokrasilerde hukukun işlemesi için kurumlar lazım. Örneğin kuvvetler ayrılığı olmalı. Meclis yasayı yapmalı, yürütme uygulamadan sorumlu olmalı, bağımsız yargı denetimi üstlenmeli. Çok kitabi kaçtıysa üzgünüm ve hemen İsviçre’den örnek verebilirim. Mesela İsviçre’de herhangi bir mahkeme minare yasağını, insan haklarına, din ve ibadet özgürlüğüne karşı bulsa... Demokrasiye ihanet mi sayılır? Yoksa Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kapatmayan bizdeki Anayasa Mahkemesi gibi demokrasi abidesi mi ilan edilir?
Bu soru kolaydı...
Bugün işin o bölümüne girmeyeceğim. Onun yerine yeni cami yapım aşamasını düzenleyen maddeyi eleştireceğim. Hürriyet TBMM Büro Şefi Nuray Babacan’ın haberleştirdiği yasa tasarısına göre;
* Yeni cami inşaatı için Diyanet tarafından arazi tahsis edilecek.
* Camilere Hazine arazisi verildiği için, mülkiyeti Diyanet’e ait olacak.
* Camilerin altına otopark, dükkân yapılıp gelir elde edilemeyecek.
* * *
Belli ki mevcut uygulama hataları en aza indirilmeye çalışılıyor. Şöyle ki;
* Çok yakın ve cemaatsiz camilerin yarattığı israfın önüne geçilebilir.
*
Gençliğim patinaja izin vermedi. Bakalım yaşlılık vitesi yolu tutacak mı?
* * *
Aradan geçen 30 yılda bakın neler neler öğrendim:
1) Tam 28 defa isyan eden Kürtlerin son kalkışması da bastırılmalıydı.
2) Bazı azınlıklar sefirlemizi durduk yerde öldürüyordu.
3) Bütün Araplar Türkleri arkadan vururdu, onların ilacı dostumuz İsrail’di.
* * *
Öğrendim