21 yıl önce Opel’le birlikte otomotiv sektörüne adım atan Bozkurt, bugünlerde otomobiller kadar Adana’da düzenlenen ve yaklaşık 1.5 milyon kişinin katıldığı ‘Portakal Çiçeği Karnavalı’yla da adından söz ettiriyor. Düşünün Adana’da o kadar popüler durumda ki, özel davetiyle katıldığım karnavalda kendisiyle ancak 10 dakika görüşebildim. O görüşmemizde de, “Son dönemde karnavalla ilgili o kadar koşturdum ki otomotiv sektöründe çalıştığımı unuttum. Bu ay kaç adet hedeflemiştik, planlarımız neydi inan hatırlamıyorum” esprisini yaptı.
Ali Haydar Bozkurt’un fotoğraflarında yakasındaki portakal çiçeği dikkat çekiyor.
Ayşe Arman’dan Ertuğrul Özkök’e bir çok yazar geçen hafta hep Adana karnavalından ve Ali Haydar Bozkurt’tan övgüyle bahsetti. Gerçekten Ertuğrul Özkök’ün de dediği gibi, Adana’daki karnaval 3 metre ötedeki Suriye savaşına inat bölgeye barış havası getirirken, herkesi umutlandırdı. Tüm Adanalıların sahiplendiği karnavala katılmış biri olarak o coşkuyu yerinde gördüm. İnanın abartmıyorum yolda yürüyemedik, bir yerden bir yere araçlarla ulaşamadık. O kadar kalabalık ve o kadar coşkuluydu ki kendimi adeta yurtdışında hissettim.
Bu detayları birçok kişi yazdı, anlattı... Ben en başa dönüp Ali Haydar Bozkurt’un kariyerindeki yükselişi ve karnaval fikrinin perde arkasını anlatmak istiyorum. Bugün 50 yaşında olan Bozkurt’un Malatyalı olan ailesi o doğmadan önce Adana’ya yerleşmiş. Bozkurt, annesi hamileyken Malatya’ya tatile gittiklerinde dünyaya gelmiş. Yani Malatya’da doğmuş ama Adana’da büyümüş. Bozkurt bu durumu, “İnsanın çocukluk ve gençlik anıları nereye aitse, orası memleketi oluyor” sözleriyle anlatıyor.
KARİYERİNDE KIRILMA ANI
1996 yılına kadar Adana’da yaşayan ve eğitimini tamamlayan Bozkurt, iş hayatına yani otomotiv sektörüne Opel ile birlikte adım atmış. Bozkurt’a karnavalın da yolunu açan kariyerindeki kırılma anı ise 1990’lı yılların sonunda Opel’in Filo müdürü olduğu zaman yaşanmış. Bozkurt o döneme ilişkin daha önce şunları anlatmıştı: “Bir akşam Xerox’ta çalışan bir arkadaşımla yemek yiyordum. Kendisi bana şirketlere fotokopi makinelerini bedava verdiklerini, basılan kağıttan komisyon aldıklarını söyleyince şaşırdım. Kendisine, “Bu kadar büyük sermayeniz var mı’ diye sorunca bana, “Verdiğimiz makinelerin parasını basılan kağıttan çıkartıyoruz. Ama en önemlisi biz bu makineleri leasing yoluyla kiralıyoruz. Sonuçta, şirketten kağıt başına aldığımız komisyonun bir kısmını makinenin kirasına veriyoruz. Buna rağmen bize önemli bir gelir kalıyor” cevabını verdi. Bunu duyduktan sonra hemen ertesi gün şirkete gidip konuyu anlattım. Herkes, ’Nasıl olur’ dedi. Uygulamaya aldık ve operasyonel kiralamayı başlattık. Filo satışımız 100’ü bile bulmazken bu sistemle o yıl 6 bin 500 adet filo aracı sattım. Türkiye’de bu sistemi ilk başlatan olduk. Beni Opel’in İş Geliştirme Başkanı yaptılar. Sonra da 2003 yılında Daihatsu’nun Genel Müdürlüğüne transfer oldum.”
Japon Daihatsu o dönem belki Türkiye’de çok satan bir marka değildi. Ama Türkiye temsilcisi, Toyota’nın dünyadaki en distribütörü olan ALJ Holding’in olması Bozkurt için büyük bir fırsattı. Kısa bir süre sonra Sabancı Holding’in elinde bulunan Toyota distribütörlüğü için ALJ’yi harekete geçiren Bozkurt, 2009 yılı sonunda bir ilki gerçekleştirerek 85 milyon dolar gibi büyük bir paraya distribütörlüğü satın aldırdı. Düşünün o paraya fabrika bile kuran markalar varken, ALJ sadece temsilcilik için bunu ödemişti. İşte bu satın almayla birlikte Ali Haydar Bozkurt’un otomotivdeki yükselişi hızlandı. Önce Toyota Türkiye’nin CEO’su oldu, ardından ALJ’nin Türkiye’deki tüm yatırımlarının başına geçti.
AYŞE ARMAN RÖPORTAJI
Ufuk, kurucu üyelerden devralarak Türkiye ekonomisinin lokomotifi olan otomotiv sektörüne layık bir dernek oluşturmak için harekete geçmiş, benden de başkan vekili olarak kendisine destek olmamı istemişti.
O dönem 20 yıllık ekonomi kökenli bir gazeteci olarak otomotiv alanında çalışan gazetecilerin hakettiği itibarı sağlamak amacıyla bunu tartışmasız kabul ettim. Çünkü bugün otomotiv sektörü eğer ekonominin parlayan yıldızı olmuşsa, biz gazetecilerin katkısının da herkes tarafından bilinmesi gerektiğini düşünüyordum ve halen aynı düşüncedeyim.
Çalıştığımız kurumlar dahil bir çok kesimde sadece dünyayı gezip, tozan, altında test otomobilleriyle boy gösteren ve tabiri caizse ‘Arabacılar’ olarak adlandırılan bizlerin, aslında haberlerimizle sektörün büyümesine ve gelişmesine ne kadar katkı sağladığımızın farkındalığını arttırmamız gerekiyordu.
İşte bu düşünceyle OGD’nin temellerini atarak yeni yönetim kurulunu oluşturduk ve çok hızlı bir şekilde harekete geçtik. İtibar için yapmamız gereken ilk şey ne kadar etkili olabildiğimizi göstermekti. Bunun için de kurumlardan ve markalardan bağımsız hiç bir kâr amacı olmayan, sadece otomotiv gazetecilerinin yer alacağı bir yarışma yapmaya karar verdik. Gelişmiş batı ülkelerinde olduğu gibi biz de otomotiv gazetecileri olarak ‘Yılın Otomobili’ni seçerek tüm sektörün paydaşlarını bir araya getirip, ne kadar etkili olabileceğimizi göstermek istedik.
Bunun için önümüzde global otomotiv sektörü için en prestijli ödül olan ‘Avrupa’da Yılın Otomobili’ (Car Of The Year) örneği vardı. Avrupa’da bağımsız gazetecilerin oylarıyla seçilen COTY, hem sektörün gücünü ortaya koyuyor, hem de Avrupalı meslektaşlarımızın itibarlarını artırıyordu.
Bu doğrultuda ‘Türkiye’de Yılın Otomobili’ (TYO) yarışmasını hemen devreye alarak 2016 yılında ilkini düzenledik. 80’e yakın gazetecinin oylarıyla belirlenen ve tüm sektörden büyük destek alan bu yarışma daha ilk yılında büyük ses getirmişti.
SÜRÇ-Ü LİSAN ETTİYSEK
Düşünsenize Türkiye’de markalar karşı taraftan bir beklenti olmadan bir organizasyona dahil edilmiş ve sonucunda kazansa da kazanmasa da yeni modelleriyle ilgili basında geniş yer bulmuştu. Bizler aday otomobillerden, finale kalan 7 modele, test sürüşlerinden, ödül töreni ve kazanana kadar bir çok haber yayınlayarak, geniş kitlelere ulaşmalarını sağlamıştık. Yani sektöre önemli bir hareket getirmiştik.
Bu yazımın hemen ardından Habertürk yazarı Fatih Altaylı da Türkiye’de üretim yapan Alman bir markanın çalıştığı Türk yan sanayi şirketine fabrikasını başka ülkeye taşımasını, aksi takdirde alımı durduracağını söylediği iddialarını gündeme getirmişti. Bu ciddi gelişmeler üzerine Taşıt Araçları Tedarik Sanayicileri Derneği (TAYSAD) Başkanı Alper Kanca’ya durumu sormuş ve şu cevabı almıştım: “Alman OEM’lerin Türkiye’den parça alımını durması, spekülatif bir söylem gibi duruyor doğrusu. Bugün için bu durum olmasa da, firmalarımızın uzun vadede proje kayıpları yaşaması tehdidi de söz konusu.” Yani o dönem Kanca, alımın henüz kesilmediği ama eli kulağında olduğu sinyalini vermişti.
Türkiye ile Almanya arasında yaklaşık iki yıldır devam eden iniş çıkış ve gerilimin ardından tam ‘yumuşama dönemine girildi’ diye düşünülürken kısa bir süre önce bazı Alman şirketler tansiyonu yeniden artırdı. Geçen hafta dünyanın lider fren üreticisi Knorr-Bremse’nin bir yetkilisi politik durumu bahane ederek Türkiye’den alım yapmayacaklarını resmi yazıyla bildirince, bu belge anında sosyal medyaya düştü. Tam da Hürriyet’in Bursa’da düzenlediği ‘Ekonomi Zirvesi’nde gördüğüm bu belgeyle ilgili TAYSAD Başkanı Alper Kanca’yla konuşurken, haberturk.com’dan Eren Güler ihbar hatlarına ulaşan bu konuyu araştırıp, gelişmeleri tüm ayrıntısıyla yayına verdi.
Knorr-Bremse, söz konusu resmi yazışmayı doğrularken, kurumsal olarak böyle bir kararları olmadığını ve yaşanan ‘kafa karıştırıcı’ sözcük seçimi nedeniyle söz konusu çalışanın büyük bir pişmanlık duyduğunu ve özür dilediğini açıkladı. Eğer bu sadece kendini bilmez bir çalışandan kaynaklandıysa, bu kişinin hemen kovulması gerekmez mi. Yani özür filan bana çok inandırıcı gelmedi. Alman şirketin panik olmasının sebebi açık. Alımı azaltmasına rağmen Türkiye’ye hem hâlâ ciddi mal satıyor hem de geçtiğimiz günlerde ‘Milli Elektrikli Tren Projesi’nin fren sistemleri ihalesini kazanmış. Yani bu konunun devam etmesi önemli bir kapıyı kapatacaktı.Knorr-Bremse’nin özürü öncesinde Alper Kanca, alımı durduran başka Alman şirketler de olduğunu belirterek, “Ne yazık ki tek bir firmadan bahsetmiyoruz. Bu şekilde açıkça serbest piyasa kurallarını çiğneyen bir düzine büyük Alman firması mevcut” yorumunu yapmıştı.
Türkiye’deki tedarik şirketleri üzerinden yaptığım araştırmada, Knorr-Bremse’nin dışında ThyssenKrupp, Mahle, Schaeffler, KPM ve Hella’nın da benzer tutum içinde olduğunu öğrendim. BMW’nin de ana sanayi olarak alımı azalttığı hatta kestiği iddia ediliyor.
KÖTÜ NİYET SÖZ KONUSU
Şimdi Almanların bu etik olmayan yaklaşımları özellikle Alman medyasında yer alan Türkiye ile ilgili olumsuz haberler sebebiyle güç kazanıyor. Hatta bu iş etiğini zedeleyen tutum neticesinde, bazı Alman şirketlerinin yöneticileri ve çalışanları, bireysel olarak “kraldan çok kralcı” davranıp, firma kurallarına da aykırı davranarak, Türk şirketlerine “politik sebeplerden dolayı Türk tedarikçilerinden mal alamayacaklarını” ifade etme noktasına kadar geldiler. Bu yanlış tavrı gösteren firma yöneticilerine şunu hatırlatmak istiyorum: “Biz Türkiye’ye satarız ama Türkiye’den ürün almayız” diyemezsiniz. Böyle bir yaklaşım korumacılık tartışmalarının arttığı bu günlerde başka soru işaretlerine yol açar ve herkes, her iki ülke sanayicileri, iş insanları, şirketler bu durumdan zarar görürler.
Şirketlerdeki bazı profesyonel çalışanların haberlerden etkilenip insiyatiflerini kötü niyetle kullanmaları söz konusu. Bence bu tip durumlarla karşılaşan Türk firmalarının da aynı şekilde davranması gerekiyor. Ticari amaçla bir teklife karşılık böyle bir yanıt alındığında hemen üst yönetime şikayet etmek, ‘bu sizin resmi politikanız mı’ diye sormak gerekiyor.
Unutulmaması gereken son nokta, biz Almanya’dan yaklaşık 6 milyar dolarlık otomotiv ürünü alırken, 4 milyar dolarlık ihracat yapıyoruz. Yani aslında Almanya’nın ciddi anlamda (2 milyar dolar) lehine olan bir alışverişten bahsediyoruz. Yani tek kaybeden sadece biz olmayız...
Sebebi çok açık;
- 12 yıldır Türkiye ekonomisinin lokomotifi olan otomotiv sanayinin toplam 1 milyon 695 bin adetlik üretiminin yaklaşık 755 bin adedi Bursa’da gerçekleşiyor. Bu tam yüzde 44 demek.
- Toplam 1 milyon 332 bin adetlik otomotiv ihracatının 561 bin adedini yani yüzde 42’sini Bursa tek başına gerçekleştiriyor.
- 28.5 milyar dolarlık toplam otomotiv ihracatının ise 8.9 milyar doları yine Bursa’dan geliyor.
Sonuçta bu rakamlarla ‘Türkiye’nin Detroit’i’ Bursa’dan başkası olacak değil ya.
LİDER VE ÖNCÜ SEKTÖR
Bu doğrultuda geçtiğimiz çarşamba günü Hürriyet’in Nef’le birlikte Bursa’da düzenlediği ‘Ekonomi Zirvesi’nde de ana gündem otomotiv sektörü ve Endüstri 4.0’dı. Ben açıkçası Endüstri 4.0’a gelinen noktada neler yaşandı kısaca onu hatırlatmak, otomotiv sektörünün bu yeni devrimdeki rolünden biraz bahsetmek istiyorum.
100 yılı aşkın bir süredir otomotiv, dünyada üretim arenasında hep lider ve öncü konumda oldu. Yani sanayideki tüm değişimlerde otomotivin payı büyük.
Bunun etkilerini öncelikli olarak yönetimlerde görüyoruz. Neredeyse hemen hemen her markanın, her grubun üst düzey yönetiminde değişiklikler yaşanırken, sektörün en büyük çatı örgütlerinde bile yeni yönetimler belirlendi. İlk değişim 2 hafta önce Otomotiv Distribütörleri Derneği’nden (ODD) geldi. Çok uzun süredir sessiz kalan Bayraktar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bayraktar, 8 yıl sonra ODD’deki koltuğunu Doğuş Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Ali Bilaloğlu’na devretti. Yine aynı şekilde Otomotiv Sanayi Derneği’nde (OSD) Kudret Önen de yine 8 yıl sonra başkanlığı Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün’e bıraktı.
Burdan şuna gelmek istiyorum, otomotivde tüm ezberler bozulurken, markalar gibi derneklerin de yeni yönetimleriyle vizyon değiştirmesi gerekiyor.
Bugün Otomotiv Sanayi Derneği (OSD) otomotiv sektörünün en büyük çatı örgütlerinin başında yer alıyor, hatta en büyüğü. Üretici firmaların temsilciliğini yapan bu derneğin dümeni yaklaşık 40 yıldır Koç Grubu’na bağlı otomotiv şirketlerinin yöneticilerinin elinde. Düşünün geçtiğimiz hafta 7’inci başkanını seçen derneğin 5 başkanı Koç Holding’den geldi. 40 yılın sadece 6 yılında ki o da ilk kurulduğu zaman, Koç dışında birileri başkan olmuş. Ama 34 yıldır bu en büyük derneği Koç Holding yönetiyor.
5 BAŞKANIN 4’Ü FORD’TAN
Sonuçta Türkiye’de Tofaş, Ford Otosan, Türk Traktör ve Otokar’la toplam üretimin neredeyse yarısını temsil ettiği için başkanların Koç Grubu’ndan çıkması çok normal. Ama şöyle bir geçmişe baktığımda, Koç Grubu bünyesinde Tofaş gibi bir dev de varken, OSD Başkanları hep Ford Otosan’dan seçilmiş. Geçen hafta başkan olan Haydar Yenigün’le birlikte 5 başkandan 4’ü Ford’tan.
Kuşkusuz Tofaş’tan veya diğer büyük markalardan başkan çıkmayınca, OSD ticari araç üretiminin ön plana çıktığı bir dernek olarak değerlendiriliyor. Bu durum belki Türkiye’nin ticari araçta Avrupa üretim merkezi olmasını sağladı ama artık sektör yeni bir çağa adım atıyor.
Sonuçta Cumhurbaşkanı
Bu değişim geçtiğimiz yıl Borusan Otomotiv CEO’su Eşref Biryıldız’ın görev süresinin dolmasıyla başladı. Birçok grupta olduğu gibi Borusan’da da görev süresi 60 yaş ile sınırlı. Ama bu kuralı başarılı yöneticilerde 2 yıl uzatıp, 60+2 olarak uyguluyorlardı. Biryıldız için bu süre 63 yaşa uzatıldı çünkü yerine biri bulunamamıştı.
Yapılan araştırmalar sonrası Biryıldız’ın yerine gelecek kişi dünya ambalaj devi Mondi’den bulundu. Mondi’nin Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinin başındaki isim olan Hakan Tiftik, Borusan Otomotiv’in yeni CEO’su olarak seçildi ve 1 Temmuz’da görevine başladı. Tiftik yeni görevine ilişkin yaptığı açıklamada, “Borusan’dan teklif gelince önce şaşırdım çünkü otomotiv sektörünü kısmen biliyordum. Uzun yıllar naylon, kord bezi ve ardından ambalaj üretimi yapan firmalarda görev almıştım. Ama otomotiv merak uyandıran ve hızlı gelişen bir sektördü. Yani yapılabilecek çok şey olduğunu görüp teklifi kabul ettim ve izin bile yapmadan göreve başladım” yorumunu yapmıştı.
İşte yaklaşık bir 6 ay Borusan’ı ve sektörü tanıyan Tiftik ilk hamlesini yıl sonunda gerçekleştirdi. Aslında bu hamle genel müdürlüklerin yer değiştirmesi yani bir kan değişimiydi. 23 yıldır Borusan Otomotiv’de görev yapan son 7 yıldır da BMW ve MINI markalarının Genel Müdürü olan Ayhan Ölçer ile 3.5 yıldır Borusan Oto’nun Genel Müdürü olan Uğur Sakarya’nın görev yerleri değişmişti. Uğur Sakarya, son 2 yıldır pazar kaybeden BMW ve MINI’nin Genel Müdürü olurken, Ayhan Ölçer de büyüyen Borusan Oto’ya Genel Müdür olarak atanmıştı. Bu değişim sonrası Ayhan Ölçer’i yeni görevinde kutlayıp, kendisi için hayırlı olmasını temenni etmiştim. Ölçer de, “İnşallah. Gayet mutluyum” mesajı göndermişti.
Ama bu yeni görevinde henüz 3 ayı dolmadan Ayhan Ölçer’in istifa ettiği ve 1 Nisan itibariyle Borusan’dan ayrılacağı haberi geldi. Gerçekten şaşırdım. Sonra öğreniyorum ki Borusan Otomotiv’deki herkes de benim gibi şaşırmış. Ayhan Ölçer ve Hakan Tiftik başta olmak üzere herkese sordum, hepsi hiçbir sorun olmadığını söylediler. Eski CEO Eşref Biryıldız, çok üzgün olduğunu belirterek, “Sorma çok üzgünüm. Çok iyi anlaşırdım Ayhan ile...” demekle yetinirken, yeni CEO Hakan Tiftik de, “Bizim aramızda en ufak bir sıkıntı olmadı” yorumunu yaptı.
İstifa kararını sorduğum Ayhan Ölçer ise, şu kısa açıklamayı yaptı: “Bir takım planlarım var. Ama öncelikli olarak dinleneceğim. 30 yıldır çalışıyorum. Dinlendikten sonra çalışırken değerlendiremediğim olanaklara bakmayı düşünüyorum. Kimseye kırgın değilim. Borusan Otomotiv benim yuvam. Hayatımda değişiklik yapma zamanı diye düşündüm. Dinlendikten sonra bakacağım ama şu an kesin diyeceğim bir şey yok ama bazı fırsatlar var. Şimdi onları salim kafayla değerlendireceğim.”
Yani bakıldığında ortada yaşanılan bir sıkıntı veya kriz yok. Peki o zaman Ayhan Ölçer ortada bir transfer yoksa ve kendisini garanti altına alacak daha iyi bir iş bulmadıysa neden ayrıldı.
Aslında biraz düşününce sebebi anlaşılıyor. 1 yıl önce
Tam da otomobil fuarlarının geleceğinin tartışıldığı bir dönemde Cenevre adeta dünyaya, “Her fuardan vazgeçilir bizden asla” diye bağırdı. 110 dünya ve Avrupa prömiyerinin gerçekleştiği fuara neredeyse tüm uluslararası markalar tam kadro katılmıştı. Bir tek geçtiğimiz yıl Fransız PSA Grubu’nun (Peugeot Citroen) bünyesine giren Alman Opel yoktu. Patron değişince PSA Grubu, Cenevre’de kendi ana markası Peugeot’yu yıldız yapmış, Citroen’i de yanında ikinci çocuk olarak götürmüştü. Üvey oğlan Opel ise evinde kalmıştı.
1994 yılından bu yana Cenevre’de hep aynı yerde görmeye alıştığımız Opel’in olmaması herkesin kafasında soru işaretleri yarattı. Insignia Countrl Tourer ve yeni Combo gibi sergileyeceği yeni modeller varken neden 24 yıllık alanlarını Aston Martin’e kaptırmışlardı? Fransızlar gerekçe olarak Alman markayı zarardan kurtarma stratejisini gösterse de, “Bir fuar mı Opel’i kurtaracak?” diye düşünmeden edemedim.
Sonuçta karar PSA’nın, yapacak bir şey yok. Fuarda Opel olmasa da CEO’su Michael Lohscheller aynı bizler gibi ziyaretçi olarak oradaydı. Hürriyet Oto yazarlarından Okan Altan fırsatı kaçırmayıp kendisiyle geniş bir röportaj gerçekleştirdi.
Bugün hurriyetoto.com’dan söyleşinin tamamını okuyabilirsiniz ama dikkatimi çeken bazı noktaları bu köşeden de paylaşmak istedim. Lohscheller, Altan’ın “Fransız PSA yönetiminde Opel, Alman Opel olarak kalacak mı?” sorusuna, “GM yönetiminde bazı Opel’ler Güney Kore veya ABD’de tasarlanıyor ve geliştiriliyordu. Şimdi her şey Almanya’da Rüsselsheim’a toplandı. Bu da Opel’in Almanlığını daha da güçlendirecek!” cevabını vermiş.
Herkesin merak ettiği, “Opel’in şu andaki teşkilatı ne olacak? Tüm ülkelerdeki Opel yönetimi, bayiler, servislerin durumu nasıl değişecek?” sorusuna ise Lohscheller şu cevabı vermiş: “Opel’in bazı ülkelerdeki operasyonları fazlasıyla başarılı. Onların PSA sistemi içine entegrasyonunda en doğru sinerjinin başarılabilmesi yönünde çalışmalara başladık. Bazı yerlerde rakipler olarak karşılıklı duruyoruz. Oysa, bu sistemin bir sinerji yaratması gerek. Birlikteliğin avantajlarının kullanılması gerek. Geleceğin ideal organizasyonunu şimdiden tasarlamaya başladık. Tüm Opel teşkilatı için karar bu yıl içinde açıklanacak. Başarılı satış noktaları korunacak, hatta Opel’in PSA’dan üstün olduğu pazarlarda Opel’in birikimi PSA’ya aktarılacak. Fakat, şu unutulmamalı, Opel artık PSA’nın bir markası ve yeniden yapılanmada öncelik PSA’nın kararlarında.”
Aslında Lohscheller en önemli açıklamayı sonunda yapmış; “Patron Fransızlar, onlar ne isterlerse o olur.”
Doğru söze ne hacet.
Bunun üzerine Trump hemen Twitter hesabından, “AB zaten yüksek vergilerini daha da arttırmak istiyorsa ve ABD şirketlerinin orada iş yapmasının önüne engel koyuyorsa biz de basit bir şekilde ABD’ye serbestçe gelen otomobillere vergi uygulayacağız. Onlar otomobillerimizin orada satmasını imkansız hale getiriyorlar. Büyük ticari dengesizlik” tehdidini paylaştı.
Uzmanlar yazdı, anlattı; çelik ithalatına yüzde 25 ek vergi konması en çok ABD’ye zarar verecek. Çelik ithalatının azalması, ABD’de çelik fiyatlarının çok ciddi şekilde artmasını sağlayacak. Bu da en çok otomotiv üreticilerini etkileyecek. ABD’de şimdiden çelik fiyatları 850 doları geçmiş durumda. İthal çelik fiyatları ise 600 dolar civarında. Yani 250 dolarlık fark bile ABD’yi otomotiv rekabetinde çok gerilere atabilir, Amerikan markalara büyük zarar verebilir. Zaten Trump’ın çelik kararına ilk başta ABD’nin 3 otomotiv devi (General Motors, Ford ve Chrysler) karşı çıktı.
Trump geçtiğimiz yıl Amerika’nın 3 büyük otomotiv şirketinin CEO’ları ile bir araya gelip, üretimlerini Meksika’dan çekmelerini ve ABD’de daha fazla fabrika yatırımı yapmalarını istemişti. Toplantıya General Motors (GM) CEO’su Marry Barrda, Fiat Chrysler CEO’su Sergio Marchionne ve Ford’un o dönem ki CEO’su Mark Fields katılmıştı.
Trump’ın bununla yetinmeyip Avrupa’dan gelecek otomobillere yönelik ek vergi tehdidini yapması da işin tuzu biberi oldu. Bugün Avrupalı markalardan Mercedes, BMW, Volvo ve Volkswagen’in ABD’de fabrikaları bulunuyor. Bu fabrikalarda 110 bine yakın işçi çalışıyor ve ağırlıklı olarak SUV modelleri üretiliyor. Şimdi bu tehdit sonrası Avrupalı markalara hükümetlerinden ‘ABD’de üretimi azaltın veya çıkın’ baskısı gelirse ne olacak.
Bu fabrikalarda çalışanlar aileleriyle 500 bine, yan sanayiyle birlikte 3-4 milyona ulaşıyor. Bu kişileri riske atmaya değer mi. Sonuçta bu araçların üretiminde kullanılan ithal parçalara da ek vergi gelecek. Gerçekten Trump, otomotiv sektöründe kaosu büyütecek gibi duruyor. Ama asıl darbeyi kendisinin yiyeceği konusunda danışmanları uyarmıyor mu, uyarıyorsa neyi amaçlıyor. Sadece kriz Avrupa ile yaşansa iyi, Trump’un Meksiya’ya ve Kanada’ya yönelik otomotiv tehditleri ile NAFTA’yı iptal edeceği de ortada. Biri Trump’ı durdurmalı...
SEKRETERSİZ 10 BİN HAYALİ
NİSAN 2017’de Volvo Türkiye’nin ilk Türk genel müdürü olan