Emre Kızılkaya

Üç videoda TEOG MEOG

20 Eylül 2017
Önce şu videoyu bir izleyin:

Mesleğini seven bir öğretmenin yaratıcılığı sayesinde, tatlı bir rekabet içinde öğrenen çocukların zekası, özgüveni, bilgiye nasıl aç oldukları gözlerinden okunuyor.

Bu videoyu dün Hürriyet'in Facebook hesabında yaklaşık 250 bin kişi izledi.

* * *

Şimdi bir de şu videoyu izleyin:

Büyük bölümü evlilik programı sunucularını ezbere bilen ama üç tane dünya klasiğini okumayı bırakın, isimlerini bile sayamayan bir gençlik...

(

Yazının Devamını Oku

Bu yazının başlığını siz atın

13 Eylül 2017
Ben başlık bulamadım, sizden bekliyorum. Oylamayla en iyisini seçeriz. Başlık önerinizi isterseniz ekizilkaya@hurriyet.com.tr adresine e-posta gönderin, isterseniz aşağıya yorum olarak yazın. Başlık bulamadığım bu yazı şöyle...

Yeni bir muhabir işe almak istediğinizde gazetede süreç nasıl işliyor?

Peki yeni bir köşe yazarı gazetede yazmaya başlayacaksa son kararı gazetede kim veriyor?

Daha önce Genel Yayın Yönetmenliğine bir başka gazeteden gelen biri atanmış mıydı hiç?

Haberin başlığını yazı işleri mi belirler?

Spotları muhabir mi yazar yoksa yazı işleri müdürleri mi?

İç sayfalardaki haberleri tüm yazı işleri okur mu?

Bir köşe yazarı biriyle röportaj yapacaksa Genel Yayın Yönetmeninden izin mi alır?

Gazete yönetimi

Yazının Devamını Oku

'Dünya düz' diyeni linç mi etmeli?

6 Eylül 2017
Yoksa...

Adalet ve Kalkınma Partisi Fatih Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Tolgay Demir’in “dünyanın düz olduğunu” savunan bir makaleyi partinin internet sitesine koyması çok tartışıldı.

Ertuğrul Özkök "Zekâ henüz 3 yaşından gün almış" diye yazdı, Ahmet Hakan "Bu kafaya bonzai çekerek ulaşılabilir mi acaba?" diye sordu.

Ama asıl kritik eleştiriler, Tolgay Demir'e kendi partisinden gelenlerdi...

İktidar yanlısı profillerin sosyal medyada yürüttüğü linç kampanyasının ardından, haberlere göre "Genel Merkez devreye girdi" ve Demir "İnandığım için değil; bana ilginç geldi, paylaşmak istedim" diyerek yazıyı siteden sildi.

Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik sözlü/fiziksel saldırıların arttığı, onun ve devrimlerin müfredattaki ağırlığının azaltıldığı, onun hep vurguladığı "müspet ilimin," yani pozitif bilimin temellerine kibrit suyu dökülürken tarikatların ön plana çıkarıldığı bugünün Türkiye'sinde modern, ilerici insanların Tolgay Demir'i eleştirmesi kadar doğal bir şey olamaz.

Fakat köşe yazarlarının ötesinde, örneğin siyasetçilerin bu tür olaylar karşısında tepkisel davranmak yerine, mesela Tolgay Demir'in bu yazıyı yazıp parti sitesinde yayınlaması sürecindeki dinamikleri anlaması, bunların tabandaki gerçek karşılıklarını analiz etmesi gerekmez mi?

Tolgay Demir'i tanımıyorum, ismini de bu vesileyle ilk kez duydum, ama muhalefet milletvekillerinin de iktidar trolleriyle beraber bu yazıyla başlayan linç kampanyasına katılması üzerine, 2019'da kazanmak için yüzde 50+1 oya ihtiyaç duyduklarının pek farkında olmadıklarını düşündüm.

Nedenini anlatayım.

Yazının Devamını Oku

Vatan Şaşmaz, Murat Başoğlu ve ilginç sayılar

30 Ağustos 2017
Hürriyet'in bu ay en çok okunan 50 haberinden 10'u Vatan Şaşmaz cinayeti, 8'i Murat Başoğlu skandalıyla ilgili..
Vatan Şaşmaz cinayetini ilk olarak Hürriyet.com.tr duyurdu.
Türkiye Murat Başoğlu skandalıyla ilgili çok sayıda özel haberi de ilk kez Hürriyet.com.tr'den öğrendi.
Sonuçta son iki haftada 10 milyonu aşkın Hürriyet okuru bu haberleri okudu.
Üstelik bu haberlerin trafiğinin önemli bir bölümü sadece hürriyet.com.tr anasayfasından değil, sosyal medya ve Google üzerinden geldi.
Yani bu haberlerin çok okunmasında başlıca etken, editörlerin seçiminden çok, kamuoyunun genel ilgisiydi.
Mesela Facebook'ta, sadece 24-26 Ağustos'ta yayınlanan Murat Başoğlu haberleri bile 1.8 milyon kullanıcıya erişti.
Google'a bakılırsa, yalnızca haberlerin ilk gününde dahi Vatan Şaşmaz ve Murat Başoğlu aramalarının sayısı 1 milyonu geçti.
Cengiz Semercioğlu'nun Murat Başoğlu skandalıyla ilgili okurların merak ettiklerini yanıtladığı #SoruHürriyeti'ni Hürriyet TV üzerinde 210 bini aşkın kişi izledi. 
Ömür Gedik'in, arkadaşı Vatan Şaşmaz'a veda ettiği videoyu da Hürriyet TV üzerinde 190 bini aşkın kişi seyretti. 
 
* * *
 
Magazin haberleri dünyanın hemen her ülkesinde -spor ile birlikte- en çok okunan kategoriyi oluşturuyor.
Tüm iğrençliğiyle Başoğlu skandalı, sapkın cinsellikten varlıklı aile dramına dek merak uyandıran çok sayıda unsuru barındırması nedeniyle, en çok ilgi gören magazin haberlerini bile geride bıraktı.
Tüm trajedisiyle Vatan Şaşmaz cinayeti de, İstanbul'un göbeğinde ünlü bir ismin öldürülmesinin ötesinde, bolca merak unsuru içeriyordu...
Türkiye Murat Başoğlu ve Vatan Şaşmaz'ı konuşurken, mesela devlet kurumlarının yapısını değiştiren son KHK ile ilgili haberler -deyim yerindeyse- arada kaynadı gitti.
Gazeteciler Kadri Gürsel ve Murat Sabuncu'nun hapiste 300 günü geride bırakması, Ahmet Şık'ın 240 günü devirmesi de o kadar konuşulmadı.
Uzun vadede hayatımıza, Murat Başoğlu skandalından çok daha etki edeceği halde toplumca çok daha az konuştuğumuz onlarca haber sayılabilir.
 
* * *
 
Magazin haberlerine tepeden baktığımdan böyle söylemiyorum.
Herhalde hemen hepimiz bugünlerde evde-işte yakınlarımızla sohbet ederken hem Başoğlu rezaletinden, hem Vatan Şaşmaz cinayetinden bahsetmişizdir.
Dolayısıyla bu ilgi çok normal.
Ben sadece, daha önce de bahsettiğim "kamu ilgisi" kavramı ile "kamu yararı" kavramanın her zaman örtüşmediğinin bir örneği olarak bu vakalara dikkat çekmek istedim.
Yeni medyanın temel sorunlarından biri de bu:
Yeni dağıtım kanalları (sosyal medya ve arama motorları) büyük oranda kamu ilgisine dayanan algoritmalarla otomatik bir biçimde haberleri ön plana çıkarıyor veya geri plana itiyor.
Öyleyse, kamu ilgisiyle beraber kamu yararını da gözeten editörlerin seçtiği/yaptığı haberleri sunan geleneksel kanalların (kağıt gazeteler, dergiler vb.) gerilemesi, demokrasiye zarar vermeyecek mi?
 
* * *
 
Örneğin, Boston Globe 2000'lerin başında Katolik Kilisesi'ndeki cinsel istismar skandallarını araştırmaya başladığında, dizinin ilk haberleri pek ilgi çekmemişti.
Fakat gazete, buna rağmen ısrarlı yayınını sürdürdü. İlk haberler kitlelerin ilgisini çekmese de, bir avuç cinsel istismar mağdurunu, seslerini yükseltmeleri için cesaretlendirmeye yetti.
Gazetecilerin ısrarlı takibi sayesinde tanıklıkların doğru olduğuna kamuoyu zamanla ikna oldukça toplumsal tepki arttı ve ABD'deki Katolik Kilisesi kökünden sarsıldı. Boston Globe haberleriyle Pulitzer, bu yayının hikayesi ile iki Oscar kazandı.
Gazeteciler "kamuoyu pek ilgi göstermiyor" diyerek araştırmayı yarıda kesseler, önemli bir toplumsal değişim tetiklenmeyecekti.
Üç yıl önce iletişim öğrencilerine, özellikle editör adaylarına şu tavsiyede bulunmuştum: "Hangi gazetecilerin işlerini robotlara kaptıracağını bil."
Son dakika haberlerinin ve diğer rutin içeriklerin bulunması, oluşturulması, derlenmesi, sunulması ve farklı platformlar için optimize edilmesi (sosyal medyada en başarılı olan görselin saptanması, Google'da en başarılı olan başlığın atılması, vb.) gibi editöryel süreçler önümüzde dönemde tamamen otomatize edilecek.
Yani kamu ilgisinin yönetildiği süreçlerin operasyonunu medya kuruluşlarında "robotlar" yapacak.
Bu kısa vadeli süreç, büyük ölçüde, verinin olduğu gibi sunulmasıyla ilgili.
Ama bir de, verinin bilgiye dönüştürülmesi, hikaye edilmesi, bir bağlama oturtulması ve bir ajanda dahilinde işlenmesi ihtiyacı var.
İşte, kamu yararıyla ilgili olan bu uzun vadeli süreç için bir robotun aksine beyniyle "hakikat" kavramını anlayabilen ve kalbiyle empati yapabilen "insan" gazeteciler gerekli olmayı sürdürecek.
 
* * *
 
Yine de, Boston Globe'un yıllar önce karşılaşıp yendiği ilgi-yarar ikilemi devam edecek.
Burada mesele, insanların ilgisini kamu yararına dönük içeriklere de çekebilme ve o ilgiyi tutabilme becerisinde kilitleniyor.
Bu yüzden gazeteciler, en ciddi haberlerinde bile bir "ilgi kancası" keşfetmek zorunda kalıyor artık. 
Kanalların (sosyal medya, arama motorları, vb.), mecraların (on-demand -isteğe bağlı- video, vb.) ve içerik sayısının alabildiğine arttığı yeni medya çağında bir şey değişmiyor: Hala bir gün 24 saat.
Ve o bir gün içinde hala belirli bir süreyi içerik tüketimine (kağıt gazeteler, internet siteleri, TV, sinema, vb.) ayırıyoruz.
"Enerji şirketleri için petrol neyse, teknoloji platformları için kişisel veri odur" diye yazdı geçenlerde The Guardian'da Ben Tarnoff...
Şöyle de diyebiliriz: Enerji şirketleri için petrol neyse, günümüzün medya şirketleri için okur/kullanıcı ilgisi odur.
Ne kadar "yararlı" olursa olsun "ilgi" çekemediğiniz bir haber, şahsi kanaatinizden bağımsız olarak, kamuoyu açısından o anda "değerli" değil demektir.
Bu kuşkusuz kısa vadede daha demokratik bir medya ortamı yaratıyor, ama bazen en demokratik ortamlardan (akla Weimar Cumhuriyeti geliyor) demokrasi için en yıkıcı sonuçların çıktığı da vâki tarihte...
Ve bugün bu ortamda okurun sizin içeriğinizi tüketirken harcadığı her bir saniye, eskisinden çok daha değerli.
 
* * *
 
Neden mi?
Çünkü her 60 saniyede şunların olduğu bir dünyadayız artık:
Google'da 3.8 milyon arama yapılıyor...
Facebook'ta 3 milyondan fazla içerik paylaşılıyor...
YouTube'da toplam 700 bin saatlik video izleniyor...
350 bin tweet gönderiliyor...
Instagram'a 65 bin fotoğraf yükleniyor...
Her dakika...
İçerik anlamında böyle bir bolluk, vakit anlamında böyle bir yokluk çağında, okurun ilgisini kamu yararıyla dengeleyebilmek, gazeteciliğin en büyük sınavı olmayı sürdürecek.
  
 
Yeni medyadan 7 taze haber, 7 mühim konu
 
- ABD'de önemli bir yargı kararı alındı. Matt Hoss adlı YouTuber'ın çok izlenen videosuyla dalga geçen bir başka video platformda yayınlanmış, Hoss bu hiciv videosunda kendi telif haklarının ihlal edildiğini savunarak mahkemeye gitmişti. Mahkeme, hiciv videosunda orijinal videonun alıntılanmasını "hakkaniyet ölçüsünde" buldu ve şikayeti reddetti.

- Online yayın platformlarından Medium, okurların en çok "alkış" gönderdiği içeriklerin yazarlarına buna göre ödeme yapmaya başlayacak
 
- Gemius'un AdMonitor raporuna göre 2017'nin ilk yarısında dünyada online reklamlara tıklama oranının en yüksek olduğu ülke Türkiye (yüzde 1.16). 
 
- MIT Media Lab'in bu ay yayınladığı makalede, birkaç büyük şirketin interneti konsolide etmesinin zararları ve çözüm önerileri ele alınıyor (Facebook ve Google ikilisi, ABD'de online reklam pazarının yüzde 76'sını kontrol ediyor).
 
- Parse.ly Pazarlama Başkan Yardımcısı Clare Carr'a göre teknoloji platformları 5 yıllık planlar yapıyor, bu yüzden her çeyreğe göre plan değiştiren medya şirketlerinin hep bir adım önünde yer alıyorlar. Carr, medya şirketlerinin Facebook ve Google'a karşı tepkisel davranmak yerine pro-aktif olup kendi yollarını çizmeleri gerektiğini söylüyor.
 
- YouTube Suriye'deki savaş suçlarını gösteren binlerce videoyu kurallarına uymadığı gerekçesiyle silince, insan hakları örgütleri önemli delillerden oldu
 
- İnternetin sahibi kim? New Yorker'dan güzel bir yazı... 
Yazının Devamını Oku

Tek kollu haydut cebimize nasıl girdi

23 Ağustos 2017
Hayatımızı giderek daha derinden etkilemesine rağmen çoğu insanın bunun farkında bile olmadığı 100 yıllık bir icadın ceplerinize uzanan hikayesi...
KILIK DEĞİŞTİRDİ, CEBİMİZE GİRDİ
İster Las Vegas'a, ister KKTC'ye gidin, kumarhanelerdeki manzara aşağı yukarı aynıdır: Masa oyunları (Blackjack, rulet vs.) alanın küçük bir kısmını kaplar, yüzde 70-80 civarında bir alan ise slot makinelerine ayrılmıştır. Zira çoğu kumarhanenin gelirinin yüzde 70-80'i bu makinelerden gelir.
İlk örneği 1891'de New York'ta tasarlanan bu makinelere "tek kollu haydut" veya "tek kollu canavar" denmesi boşa değil. Çoğunun tek kolu vardır ve paranızı çalar. En zararlı vakit öldürme ve para kaybetme araçlarından biridir.
Slot makinesi 20. yüzyıl boyunca insan psikolojisinin zaafları dikkate alınarak, alışkanlık yaratmak üzere giderek geliştirilmiştir.
Türkiye 1996'da kumarhaneleri kapatarak bence faydalı bir iş yaptı. Fakat slot makineleri bambaşka kılıklara bürünerek hayatlarımızı etkilemeye ve çocukların-gençlerin alışkanlıklarında belirleyici olmaya devam ediyor: Dijital uygulamalar (app) ve yeni nesil oyunlar...
 
Vatandaşlarımızın slot makinesinde inovasyona katkısı: Bu yıl Antalya'da bir kahvehanede, şarjmatik görüntüsü verilmiş bir dijital slot makinesi yakalanmıştı.
OYUNLARDAN KUMARA VE APP'LERE
Aslında oyunlar eskiden da alışkanlık ve hatta bağımlılık yapardı: 1980'lerde Commodore 64'te Boulder Dash'i, Amiga 500'de Minos'u, Amiga 1200'de Simon The Sorcerer'ı saatlerce oynadığımı hatırlıyorum. Sonra Speedball, Superfrog, Civilization, Sim City...
Yine de, birbirinden bambaşka türlerde olan bu oyunların yarattığı alışkanlık, slot makinelerinin yaratmaya çalıştığı bağımlılıktan farklıdır.
Bu tür oyunlar sürükleyicidir, eğlencelidir, ilginçtir; yani sahip oldukları içerik sayesinde kullanıcı çekerler.
Slot makinelerini örnek alan bazı yeni app ve oyunlar ise bir strateji olarak insan psikolojisinin zaaflarından faydalanmayı hedefleyerek tasarlanıyor.
Kimileri slot makinesini doğrudan alakasız bir oyuna monte ediyor. Yüzlerce güncel örnek var ama birini verelim: Mini Clip firmasının yaptığı futbol konulu mobil oyun Soccer Stars'ı açar açmaz bir slot makinesi çıkıyor (altta).
Çevirdiğinizde kazandığınız oyun parasıyla daha çok maç yapabiliyor veya takımınızı güçlendirebiliyorsunuz. Elbette, bir süre sonra sürekli "indirimlerle" size gerçek para karşılığında daha çok oyun parası vermeyi vaadediyor. 
Giderek daha fazla bilgisayar oyununun (mobil oyunlardan değil, daha büyük yapımlardan bahsediyorum) ilk versiyonlarının son derece eksik olup birçok özelliği (yeni karakterler, yeni bölümler, hatta çok oyunculu oynama imkanı) ayrıca ücretli "DLC" olarak satmaya başlamalarının arkasında da bir tür slot makinesi mantığı var.
Ama asıl mesele, oyun bile olmadığı halde, kendi mekaniklerinin içine slot makinelerinin kurnaz prensiplerini yerleştiren app'lerde gizli...
İki yıl önce The Verge'de yayınlanan yazıda, "bağımlılık mühendisleri" ele alınıyordu.
Yazı şöyle başlıyordu: "Bağımlılık yaratıcı oyunu, slot makineleri mükemmelleştirdi. Şimdi teknoloji dünyası onların numaralarını kapmak istiyor."
Yazıyı okuyunca şu iddiayı ortaya atmak içimden gelmişti: Japonların bugünkü robot teknolojisinin kökeninde nasıl bu ülkenin mekanik kukla geleneği varsa, ABD'nin bugünkü Silikon Vadisi'nin başarısında da slot makineleri vardır. 
PSİKOLOJİK DENEYLER
19. yüzyılda ABD'de icat edilen slot makinesi, yine bu ülkede 1960'larda (tıpkı pinball yani tilt makineleri gibi) elektromekanik hale getirilince devrim başlamıştı.
Bu sayede slot makineleri şu özellikleri kazandı: Artık tek seferde çok sayıda jeton atılabiliyordu, makineler farklı seviyelerde ödül verebiliyordu, daha küçük ama daha sık ödül verilmesi mümkün olmuştu, ayrıca sadece aynı sırada değil çapraz kombinasyonlar yakalandığında da ödül verilebilir hale gelmişti.
Yeni tasarım sayesinde slot makinelerinde oyun süreleri uzadı, kumarhanelerde masa oyunlarının yerini slotlar almaya başladı çünkü onlar kumarhaneye hem daha çok para kazandırıyor hem de daha çok müşteri çekiyordu.
Ne tesadüftür ki yine 1960'larda, B.F. Skinner'ın yaptığı araştırmalarda davranışlarımızı şekillendiren temel psikolojik ilkeler keşfedilmiş ve hemen slot makinelerinin tasarımında kullanılmaya başlamıştır.
Aslında ünlü psikoloğun bizzat geliştirdiği, kendi adıyla anılan "Skinner kutusu" (altta) da bir tür slot makinesiydi.
Skinner ünlü deneyinde güvercinleri (bu deney farelerle de tekrarlandı) bir kutuya kapatmıştı. Güvercinler bir kola bastıklarında bir parça yemek kutuyla düşüyordu.
Skinner kolu değiştirdi, artık her basışta değil, bazen yemek düşüyor bazen düşmüyordu. Güvercinlerin, bu şekilde, bir kola gitgide daha fazla bastıkları görüldü.
Deney şunu ortaya çıkarmıştı: Çok az ödül verildiğinde hayvanlar kızıp kola basmaktan vazgeçiyordu. Fazla ödül verildiğindeyse kola daha seyrek basıyorlardı.
Böylece Skinner, kola en fazla defa basılmasını sağlamak için yemeğin tam olarak ne kadar sıklıkla düşmesi gerektiğini keşfetti. 
KASA HEP DAHA FAZLA KAZANIR
İngilizce akademik veritabanlarında "slot machine" ifadesini aradığımda bu konuda 600 bini aşkın makale yazıldığını gördüm.
Bugünkü slot makineleri, Skinner'ın kutusu gibi, insanları laboratuar hayvanları gibi belirli davranışlara yönlendiren bir biçimde çalışıyor.
Ödüllendirme algoritmasından, ödül kazanınca makineden çıkan ses ve müziklere dek her şey buna dahil.
Yani artık sadece "Kasanın hep kazandığı" bir dünyada değiliz. Aynı zamanda, "Kasanın giderek daha fazla kazandığı ama kaybedenlerin daha da iştahla oynadıkları" bir dünyadayız. 
(Elbette sınırlar da var: Bir yandan devletler kumarhanelerin algoritmalarını adil olması için sürekli denetliyor, bu yüzden oyunların ortalama yüzde 45'inde oyuncular kazanıyor. 
BÜYÜK VERİ KUMARHANEDE BAŞLADI
Şimdi bir de, tüm slot oyuncularının bütün oyun bilgilerinin (hangi makinede, ne kadar sıklıkla, kaç jeton attılar, ne kadar ödül aldılar) veri olarak saklanıp süreci daha da "mükemmelleştirmek" için kullanıldığını düşünün.
Büyük Veri çağından önce, 1985'te Las Vegas'taki Hanna's kumarhanesi tam olarak bunu yapmış. Kumarhanenin tasarımı olan "Total Rewards" adlı delikli kartlarda bu veriler tutuluyor ve müşterilerin profilini çıkarmak amacıyla değerlendiriliyordu.
1990'da dijitalleştirilen bu sistem bugün bütün kumarhane sektörünün temelini oluşturuyor. Caesar's kumarhanelerinin elindeki oyuncu verilerine 1 milyar dolar değer biçiliyor.
Hanna's eski CEO'su Gary Loveman, "Tüketici ürünü tasarlayan bütün şirketler bize imreniyor" diyor, ellerindeki veri havuzuyla övünerek...
Ama bu şirketler imrenmekle kalmıyorlar --ki bu noktada bahsettiğim gelişmeye geliyoruz: Slot makinesi kurnazlıklarının kumarhane dışındaki ürünlere de yayılması.
Davranışları yönlendirmeyi amaçlayan oyunlaştırma uygulamaları kullanan her şirket bu işin içinde.
Sadakat programları uygulayan süpermarketler, bankalar (kartta puan biriktirme, ek indirim, bonus vs.) ve diğerleri uzun süredir bu sürece bir noktasından değiyordu ama asıl çığır, bilhassa son 5 yıldır dijital ürünlerde açılıyor.
Facebook veya YouTube "bağımlılığından" bahsetmiyorum. Elbette bu şirketler de kullanıcının kendi platformlarında geçirdiği süreyi artırmak için farklı yollar deniyor. Ama özünde bunlar birer platform ve biz başkalarının (arkadaşlarımız, takip ettiğimiz kanallar vb.) yaptıklarına erişebilmek için bu platformları kullanıyoruz.
Asıl kast ettiğim, örneğin Uber gibi uygulamaların slot makinesi mantığıyla çalışmaya başlaması...
Uber, sisteme giren sürücülerin para kazanma iştahını, slot makineleri gibi kullanıyor. Bunu söyleyen, forumlarda tartışan Uber sürücüsü, söz konusu app'in arayüzünden tutun da şirketten size gelen bildirimlere dek tüm sistemin slot makinesi gibi bağımlılık yaratmak üzere tasarlandığını savunuyor.
New York Times'da da "Uber'in sürücüleri tuşlara basmaya teşvik eden psikolojik numaralar kullanmasını" inceleyen bir haber yayınlanmıştı
'LUDOKAPİTALİZM' VE MEDYA
Cep telefonunuza gelen bildirimlere, applerinizin arayüzlerine bir de bu gözle bakarsanız bu etkileri fark edeceksiniz. Tinder'daki sağa veya sola sürükleme hareketinde bile slot psikolojisinin izlerini bulabilirsiniz.
Kimilerinin "ludokapitalizm" (oyunsal kapitalizm) dediği yeni düzende şirketler alışkanlık yaratan ürünler tasarlamak için her aracı kullanıyor.
Google kurucusu Larry Page, diş fırçası gibi günde en az iki kez kullanmaktan kendinizi alamadığınız, hayatınızın parçası olan ürünler tasarlamanın ideal olduğunu söylüyor
Peki ya medya bu sürecin neresinde?
Bu konularda iki kitap öneririm: Ürünlerin nasıl alışkanlık yaptığını inceleyen Nir Eyal'den "Hooked" ve bazı şeylerin nasıl daha çok yayıldığını, viral olduğunu ve insanlar tarafından neden tutulduğunu ele alan Jonah Berger'den "Contagious." 
Nir Eyal şöyle diyor: "Her içerik ilginç kılınmak zorundadır. Bir yazar olarak hikayenizin içine değişken ödüller sokarsınız. Angaje olduğumuz her şey, her içerik parçası, ilginç olmak üzere mühendisliğe tâbi tutulmuştur. Filmler, kitaplar veya yazdığın makale, hiçbiri gerçek hayat değildir. Bir cümleden diğerine gizemli bir şekilde, bilinmezin içinden bizi çekmek üzere üretilmişlerdir. Birer slot makinesidirler." 
 
Yeni medyadan 7 taze haber, 7 mühim konu
1) eMarketer'ın tahminine göre Amazon, 2019 itibariyle, Google ve Facebook'un ardından en büyük üçüncü reklam ağı olacak. Bu durumun medya için de önemli sonuçları olması muhtemel. Şirket geçen yıl reklam işinden 1.4 milyar dolar gelir elde etmişti.
2) Araştırma ve danışmanlık firması Gartner, 2 binden fazla teknolojiyi inceleyerek, farklı sektörlerde hangi yeni teknolojiden ne kadar büyük beklenti olduğunu ortaya koydu (altta). Sırasıyla; inovasyon-abartılı beklenti-hayal kırıklığı-aydınlanma ve üretkenlik aşamalarından geçen tüm teknolojiler içinde üretkenlik safhasına en yakın olanı sanal gerçeklik. Bununla birlikte her yeri kapsayan yapay zeka uygulamaları ile Blockchain'den kuantum bilgisayarlara dek geniş bir yelpazedeki yeni dijital platformlar öne çıkıyor.
 
3) Apple, "Game of Thrones" ayarında 10 televizyon şovu yapmak üzere Hollywood'a bir milyar dolarlık bir çekle gidiyor
4) Bu arada Netflix'in yıllık içerik bütçesinin 6 milyar dolar olduğu açıklandı (HBO ise 2 milyar dolar).
5) Facebook aldatıcı başlıklardan sonra, fotoğrafların üstüne eklenen video oynatma buttonuna da savaş açtı. Artık video gerçekten FB üzerinde oynamıyor, video ikonu görüldüğü halde tıklamak gerekiyorsa (altta) bu postlar akışlara eskisi kadar sık düşmüyor.  
6) King Digital, mobil oyunlarda yeni bir reklam formatı denemeye başladı. Wall Street Journal'a konuşan analistlere göre uzmanlar 2019'a kadar bu formattan 1 milyar dolarlık bir gelir akışı bekliyor.
7) Microsoft, sohbet konuşmalarını anlama sisteminin hata oranının yüzde 5,1’e kadar düştüğünü açıkladı.
Yazının Devamını Oku

Habercinin parayla işi olur mu? Gazeteler fabrika mıdır?

16 Ağustos 2017
"Bilgi işçisi olarak gazeteci" konusuna odaklanan bu yazıda birkaç soruya daha yanıt arayalım... Mesela: Rakipleri neden hürriyet.com.tr'yi sürekli taklit ediyor? Ve Cübbeli Ahmet Hoca'dan bir şeyler öğrenebilir miyiz?

19. yüzyılın sonunda yaptıkları iki buluşla bir avuç insan, modern gazeteciliğin temelini atmıştı:

Gazetelerin seri basımına imkan sağlayan linotipi geliştiren Alman asıllı mucit Ottmar Mergenthaler (üstte)...

Ve sayfaların bir bölümüne koydukları reklamlardan gelen gelirle gazete genelindeki haberlerin üretim, basım ve dağıtım masraflarını çıkarıp üstüne giderek artan bir kar elde etmeyi başaran ABD'li yayıncılar Adolph Ochs, Joseph Pulitzer ile William Randolph Hearst...

Linotip, gazeteciliğin kitlesel üretim ve dağıtım sorununu; modern reklamcılık ise finansman sorununu çözmüştü.

Osmanlı döneminde Türkiye'de gazeteciliğin sağlıklı bir biçimde gelişememesinde okur-yazarlığın düşük olması ve baskıcı siyasi uygulamalar kadar, finansman sorunu da başat bir rol oynamıştı: Gazeteler kendilerini finanse edebilmek için ya Bab-ı Ali'nin veya çeşitli politik ajandaları uygulamak üzere onları geçici sürelerle destekleyen zengin hâmilerin eline bakıyordu.

Yeni teknolojiler bugün

Yazının Devamını Oku

Röportajın tam metnini yayımlamamak sansür müdür

9 Ağustos 2017
ABD medyası bu günlerde bu soruyu tartışıyor.

Konu özetle şöyle:

ABD'nin en saygın ve en çok satan gazetelerinden Wall Street Journal'ın (WSJ) Genel Yayın Yönetmeni Gerard Baker, 25 Temmuz'da Beyaz Saray'da Başkan Donald Trump ile 45 dakika süren yüz yüze bir röportaj yaptı.

Trump'ın birçok konuda eleştirilerin hedefi olduğu, medya ile ilişkilerinin kriz yaşadığı bir dönemde WSJ'nin bu röportajı haberleştirme şekli eleştirildi.

ÇünkÜ WSJ'nin metni, örneğin "orta sınıfın vergilerini düşüreceği" gibi ifadelerle başladığından, Trump'ı kamuoyuna oldukça "şirin" sunuyordu.

Dahası, Trump'ın gündemini onun ağzından aktarıyor, Başkan'ın kamuoyunda tartışılmasını tercih etmediği konularda eleştirel, zorlayıcı sorular sorulmuyordu.

Röportajın tam metninin yayınlanmaması ABD medya çevrelerinde WSJ'nin eleştirilmesine neden oldu.

Sonuçta, New York Times ve Washington Post'un Trump Yönetimi'ni didik didik eden özel haberleriyle öne çıktığı bir dönemde WSJ bir süredir "yandaşlaşmakla" suçlanıyordu.

WSJ Genel Yayın Yönetmeni Gerard Baker'ın, gazetesinin geniş bir Beyaz Saray muhabir kadrosu varken Trump ile röportajı

Yazının Devamını Oku

Fatih Terim'in gizli videosu

2 Ağustos 2017
Sansür sansür, nereye kadar?

 

Başlığı okuyunca Fatih Terim'in Türkiye Futbol Direktörlüğü'nden kovulmasına neden olan Alaçatı'daki kebapçı basma olayının "gizlenen" görüntülerini yayınlayacağımı düşünüp tıklamış olabilirsiniz.

Elimde böyle bir görüntü yok ama size en az o görüntüler kadar ilginç bir beyin jimnastiği yapmayı öneriyorum.

Varsayalım ki elimde böyle bir görüntü var ve bu görüntü Fatih Terim'in kebapçıyı bıçkın bir Adana delikanlısı gibi basışı ile kebapçıdan apar topar çıkıp hızla ortadan kaybolması arasındaki dakikalar görülüyor.

Yani gerçekten de elimizde olan, her yerde yayınlanan o güvenlik kamerası görüntülerinin arasındaki sürede, kebapçının içerisinde neler yaşandığını gözler önüne seren bir video olsun bu...

Yine varsayalım ki Fatih Terim, kebapçının mutfağında çekilen ve günlerdir "saklanan" bu görüntülerde "meşhur Selahattin" tarafından epey hırpalanıyor, sonunda kendisini dışarı atabiliyor.

Böyle bir görüntü, kuşkusuz çok izlenir, tartışılır, paylaşılırdı.

Eminim Türk medyasında pek az isim yayınlamadan önce bu görüntünün

Yazının Devamını Oku