Amerikalı girişimci Elon Musk Anıtkabir'i ziyaret ettikten sonra, Atatürk'e atfedilen "Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin" sözünü Twitter'da 14 yıl milyon takipçisi ile paylaşmıştı.
Bunun üzerine Musk'a cevaben şu tweet'i attım: "Atatürk'ün bu sözü söylediğini nakleden bir kaynak yok. Buna karşın 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' diye bir sözü mevcut. Bilime değer verenler için bu söz de yeterlidir. Atatürk'ün bilgeliğini ölüm yıldönümü arifesinde milyonlarca insanın dikkatine sunduğunuz için teşekkürler."
<blockquote class="twitter-tweet" data-lang="en"><p lang="en" dir="ltr">There is no source quoting him saying that. But it is certified that he once said "Science is the genuine guide in life." I think it is enough for all those who value science. Thanks for bringing Ataturk's wisdom to the attention of millions on the eve of his death anniversary.</p>— Emre KIZILKAYA (@ekizilkaya) <a href="https://twitter.com/ekizilkaya/status/928701187498696704?ref_src=twsrc%5Etfw">November 9, 2017</a></blockquote>
<script async src="https://platform.twitter.com/widgets.js"; charset="utf-8"></script>
Buna benzer bir ifadeyi ilgili haberimizle birlikte Türkçe olarak da paylaştım:
<blockquote class="twitter-tweet" data-lang="en"><p lang="tr" dir="ltr">Elon Musk'ın alıntıladığı sözü Atatürk muhtemelen hiç söylemedi, tek kaynak yok, kulağa da uydurma gibi geliyor. Ama onun "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir" demesi zaten yeter. Saygıyla anıyoruz. <a href="https://t.co/0gReWZEzjg">https://t.co/0gReWZEzjg</a></p>— Emre KIZILKAYA (@ekizilkaya) <a href="https://twitter.com/ekizilkaya/status/928700428346449920?ref_src=twsrc%5Etfw">November 9, 2017</a></blockquote>
<script async src="https://platform.twitter.com/widgets.js"; charset="utf-8"></script>
Bunun üzerine pek de beklemediğim bir şekilde, çok sayıda Twitter kullanıcısı bana tepki gösterdi;
Bugün de kağıt gazetecilerin birçoğu, örneğin "video da çekmek" veya "tweet de atmak" gibi birkaç basit "ekstra" numara ile dijital dönüşüme uyum sağlayabileceklerini düşünüyorlar.
Kuşkusuz gazetecilik de, sürücülük gibi, mecradan bağımsız olarak hep geçerli kalacak temel ilke ve yeteneklere dayanıyor. Bu temeller, hangi çağda yaşarsa yaşasın gazetecilerin asgari müştereği...
Ancak aynı zamanda eski tip gazeteciler, bugün tıpkı faytoncuların otomobil devrimi karşısındaki bulundukları o kritik konumdalar.
Google'dan birkaç basit dijital teknik öğrenip; kullanıcılar, tasarım, dağıtım ve gelir gibi meseleleri "teknik tarafa" bırakarak evrimleşebileceklerini sanıyorlar.
Gerçekten böyle mi? Bu gazeteci türünün soyunun tükenmesini ne engelleyebilir?
Bu noktada 2015'te yaptığım bir benzetmeyi tekrar hatırlatmak istedim.
Yaklaşık
Eskiden toplumla ilgili en çok bilgi sahibi olan kuruluşlar, en fazla kişisel veriyi toplayanlardı: Yani devlet ve onların resmi istatistik kurumları.
Bugün ise insanlar çok daha büyük miktarda kişisel veriyi bedavaya iki kuruluşa teslim ediyor: Google ve Facebook.
Türkiye'de online nüfusun yüzde 94'ü Facebook kullanıyor. Milyonlarca insan her gün defalarca Facebook'a bağlanıyor ve hatta birçoğu konum bilgilerini de paylaşıyor. Kısacası Facebook, kimin, nerede, ne yaptığını; neyi sevip neyi beğenmediğini hemen herkesten çok daha iyi biliyor.
Google verilerini inceleyerek Türkiye'nin resmi verilerden çok daha gerçekçi bir fotoğrafını çekmeye ve dip dalgalarını ortaya çıkarmaya çalıştığımız geçen ayki haberde de şunu belirtmiştim (o haber şurada):
Sosyal medyada çoğu insan kendi imaj yönetimini yapıyor, örneğin mutsuzsa bile mutlu pozlar verebiliyor. Sahte takipçilerle şişirilen, para karşılığı etkileşim yaratılan hesaplar ve sayfalar da var.
Bu yüzden sadece sosyal medya hesaplarındaki içeriği analiz ederek topluma dair gerçekçi sonuçlara varmak mümkün değil.
Buna karşın Facebook Reklam Yöneticisi, reklam hedeflemesi için gerçeğe çok daha yakın veriler sunduğunu savunuyor.
Takipçi sayısı vb. şişirilmiş verilerin ötesinde
Bu e-postada, içinde bir listenin yer aldığı bir Google çalışma sayfasının bağlantısı vardı.
İsteyen girip listeyi görebiliyor, indirebiliyor, ama değiştiremiyordu.
Listenin adı "Sh*tty Media Men" (Medyanın B*ktan Erkekleri) idi.
ABD medyasında çalışan 70 kadar erkeğin isminin yanına hangi kurumda, ne görev yaptığı yazılmıştı.
Bir sonraki sütunda ise o kişiyle ilgili cinsel taciz ve hatta tecavüz suçlamaları yer alıyordu.
"Kadınları tuhaf bir şekilde öğle yemeğine davet ediyor" ve "sapık gibi özel mesajlar atıyor" benzeri ifadelerin yanı sıra daha ağır suçlamalar da vardı.
"Bir kadına cinsel saldırıda bulundu, bayılana kadar boğazını sıktı," "kadının rızasını almadan prezervatifsiz seks yaptı," "anal sekse zorladı" ve "tecavüz ettiği kadınla mahkeme dışı anlaşmaya gitti" gibi notlardı bunlar.
ABD'de ve Avrupa'da seçim sonuçlarına bile etki ettiği iddia edilen yalan haberler son dönemde 3 farklı şekilde Türkçe içerik ve platformlarda giderek yayılıyor.
1) TİCARİ-PROFESYONEL YALAN HABER
Tartışmalı ve kutuplaştırıcı konuların sosyal medyada hızla yayıldığı malum. Bu durumu suistimal eden kişi ve kişiler para kazanmak uğruna infial yaratacak yalan haberler yapıyorlar.
Son olarak 11 Ekim'de "Cenaze aracında tecavüz" başlıklı yalan haberde bunu gördük. Ekşi Sözlük'ten Facebook'a dek bu haber o gün hızla yayıldı. Kaynağı ise halkmedia.com adlı habercilik süsü verilmiş yalan sitesiydi.
Bu tür haberler infial yaratırken yalan olduğu hemen anlaşılmasın diye genelde "özenle" işlenmiş oluyorlar. Bu haberde de öyle oldu. Örneğin haberde kullanılan fotoğraf internet arşivlerinde araştırılamasın diye özenle kısmi bir buzlamaya tâbi tutulmuştu.
2) SİYASİ-PROFESYONEL YALAN HABER
ABD'de de giderek yaygınlaşan bu yöntemde medyanın bir bölümü, "
Dört yıl önce San Francisco'da eski bir arkadaşımla Pier 39'daki bir restoranda oturuyorduk.
O dönemde çalıştığı Palantir adlı firmanın kısa süre sonra dünya gündemine girecek kadar büyüyeceğini bilmiyordum, o yüzden işine dair çok da fazla bir şey sormamıştım.
Aslında Palantir pek yeni bir firma değil, 2004'te kuruldu. Kurucusu da meşhur... Elon Musk ile birlikte PayPal'in de kurucularından olan Peter Thiel, malum, geçen yıl ABD'de türlü nedenlerle (Gawker, Trump, vs.) manşetleri süslemişti.
Veri madenciliğini kullanarak insana dayalı istihbaratı mükemmelleştirdiğini öne süren Palantir'in biraz karanlık bir şirket olduğu sonradan yazıldı çizildi.
Şirketin dünya çapında müşterileri arasında emniyet teşkilatları ve istihbarat örgütlerinin olduğu da sonradan ortaya çıktı.
O günlerde tüm bunları bilmediğimden Pier 39'daki restoranda arkadaşıma soramamıştım.
Sorsaydım da muhtemelen işvereniyle imzaladığı
Kamuoyu 100 yılı aşkın bir süredir ilk kez bu kadar hızlı ve sert bir şekilde dev şirketlerin aleyhine döndü...
Kısa süre öncesine kadar "milyonların sevgilisi" olan Google, Facebook, Amazon, Apple ve Microsoft artık "Korkunç Beşli" diye tanınıyor.
Özellikle "yeni petrol" benzetmesi yapılan kişisel verilerin ve ayrıca büyüyen reklam pastasının neredeyse tamamını ele geçiren Google ve Facebook hedefte. Amazon da sanal perakendecilikten gerçek dünyaya yayıldıkça şimşekleri üstüne çekmeye başladı.
En son ABD'de 1890'ların sonunda Standard Oil petrol üretiminin yüzde 88'ini ele geçirince ilk anti-tröst yasaları çıkarılmış ve bu enerji devi devlet tarafından küçük şirketlere bölünerek tekel kırılmıştı.
Yan masada çayını höpürdete höpürdete içen eski pehlivan, kız kardeşini boğarak öldürdüğü o korkunç ânları, göze kıymık gibi batan ince bir gülümseyişle anlatırken “Vallahi kaza oldu” diyor.
O kalkıp gidince masadaki bir başka adam, eski pehlivanın akli dengesinin yerinde olmadığını, tedavi gördüğünü ve bu yüzden tutuklanmadığını söylüyor, kız kardeşinden hiç bahsetmeyerek...
Bir incir ağacı ile eğrelti otları arasına atılmış bu masalarda tutuksuz yargılanan dolandırıcıların, insan kaçakçılarının, uyuşturucu bağımlılıların yahut sevdikleri yıllardır cezaevinde olan genç-yaşlı masumların hikâyelerini dinleyebilirsiniz.
Son yıllarda burası, giderek artan bir başka meslek grubunun üyeleri ve onların yakınlarıyla doluyor: Tutuklu gazetecilerin sevdikleri ve –en azından şimdilik- tutuksuz yargılananlar.
Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nin karşısında, meydanın bir köşesine ilişmiş küçük kafeterya…
Burada yiyip içecekleriniz ihtimal ki Vedat Milor’dan tek yıldız bile alamaz ve elbette Mehmet Yaşin’in damağını çatlatmaz.
Bu yüzden İstanbul ile ilgili turist rehberlerine asla giremeyecek bu yeri yine de görmeli; bugünün Türkiyesini anlamak için, Çağlayan Meydanı’nın gece ayazında adliyedeki duruşma arasının geçmesini beklerken masalarında konuşulanlara kulak misafiri olmalısınız.