Paylaş
“Fenerbahçe taraftarı, Kadıköy’e şampiyon olarak gelecek Galatasaray’ı alkışlasın” meselesi, taşınabilecek en uç noktalara kadar taşınmıştı. Oyunun dışı fena halde karışmış, her kafadan bir ses çıkmış, kazananı tebrik etmek, alkışlamak dünyanın en zor, en uzak, en mühim hadisesine dönüşmüştü.
Alkış krizinde en çok öne sürülen argümanlardan biri“Geleneğimizde yok” olmuştu. Reddedilmesi gereken bir araba dolusu töre/gelenek varken, reddede reddede kazananı alkışlamayı reddediyorduk.
Kaldı ki vardı geleneğimizde. Memleketin tarihi, yaratılan düşmanlar ile düşmanlığı reddedenlerin yan yana durma çabasının özetiydi neredeyse. Ayrıca da, gelenek icat etmek konusundaki tarihi potansiyelimizi düşününce, kazanan bir takımı alkışlama geleneği yaratmak, memleketin en büyük hadisesi olmasa gerekti.
O da değil, gelenek dediğin, çok niyetli olunduğunda “I. Geleneksel …..” diye başlayıverirdi bizim memlekette.
Üstelik mesele gelenekse, Fenerbahçe’nin başında, kazananı da kaybedeni de tebrik etmeyi çok iyi bilen bir teknik direktör vardı. Aykut Hoca’nın geleneğinde 1996 yılındaki meşhur Trabzonspor galibiyetinin ardından kurduğu o müthiş cümle duruyordu: “Koca bir sezon uğraşıyorsunuz, emekler tek maçla heba oluyor. Galibiyetimize seviniyorum ama Trabzonsporlu arkadaşlarım için üzülüyorum!”
Ama olmadı, sahanın dışı, sahanın içine izin vermedi. Kaybeden kazananı tebrik etmedi, kimse kimseyi alkışlamadı. Ellerine yapışırdı çünkü. Büyüklerdi ama büyüklük onlarda kalmadı.
O dönem twitterda “Ezik miyiz biz Galatasaray’ı alkışlayacağız” diye tartışmalar yürümüştü. Hiç anlamamıştım. Sonra oğlum ve arkadaşlarından duydum. Onların en ağır lafıymış “Ezik”. Biri canlarını çok sıktı mı “Ezik” diyorlarmış, “Ezik işte ne olacak!”
Bir iki sordum hangi anlamda kullanıyorlar, ne demek istiyorlar diye, aldığım cevaplardan korktum. Ezik, oyunlarda kazanamayan demekmiş. Okulda futbol oynarken tekme atamayan, cevabı bildiği halde derslerde parmak kaldırmayan, kavgada dayak yiyen demekmiş. Hep özür dileyen ve teşekkür eden demekmiş. Ezikmiş işte bildiğim!
Benim çocukluğumda, birine yöneltebileceğin en fena suçlama mızıkçılıktı. Ödümüz kopardı biri bize “mızıkçı” diyecek diye. Mızıkçılıkta sadece oyunbozanlık yoktu çünkü. Aynı zamanda oyun oynamayı hiç bilmemek vardı, verdiği sözü tutmamak vardı, işler istediği gibi gitmeyince tozu dumana katmak, kaleleri bozmak, kaybetmeyi hazmedememek, babaya şikâyet etmek vardı. İspiyonculukla yarışırdı yani, çok korkardık mızıkçı olmaktan.
Sokakla uzaktan yakından alakası olmayan oğlumun kuşağında ise hiç mızıkçılık korkusu yok. Ezik olmasınlar yeter. İlla kazansınlar; yırtsınlar, parçalasınlar, nasıl olursa olsun birinci olsunlar, cevvallikte, cabbarlıkta sınır tanımasınlar, asla kaybetmesinler, ötesi beş para etmiyor. Ötesi eziklik.
Benim çocukluğumda, bunların “Ezik” dediğine “Efendi çocuk” derlerdi mahallenin abileri. En çok onları kollarlardı; daha sessiz, daha çekingen olanları. Habire sorun çıkaranı, hep “Ben” diyeni, ota köke mızmızlananı, oyunbozanı hiç affetmezlerdi. İsterse halası Almanya’dan gıcır gıcır top göndermiş olsun mızıkçıyı dakkada silerlerdi defterden.
Benim çocukluğumda eziklikle hiçbir derdimiz yoktu. Bahçelievler Hali’nde kurulan Cuma pazarına akşamüstü gidenler olurdu, kalan meyve sebze ucuzlardı, “Eziklerinden koy evladım” cümlesinden hiç utanmazdı o teyzeler. Biraz sıkılanı, en fazla “Eziklerinden koy evladım, kompostoluk” derdi.
Fenerbahçeli futbolcular sahaya çıkarken Akhisar Belediyesporlu futbolcular çıkış tüneli önünde dizilip, şampiyonluğunu ilan eden rakiplerini alkışlamış. Ezikler!
Paylaş