Cerrah Ersun Yanal

Saha kenarında tepinmenin “iyi hocalık” göstergesi olarak kabul gördüğü memlekette, Ersun Yanal, heyecanını hep akılla dengeler.

Haberin Devamı

Ameliyat yapan bir cerrah gibidir; gereğini yaparken sakin, güvenilir, tantanasız.

Bazı yazarların yazma biçimleri, adlarına atıfla tariflenebilen, sadece onlara özgü, biricik bir evren yaratır. Shakespeare’in yarattığı evren için Shakespeareyen denmesi gibi; Brecht, Kafka, Pinter gibi yazarlar, soyadlarına atıfla Brechtyen, Kafkaesk, Pinteresk gibi kavramlarla tarif edilir. Ersun Yanal’ın çalıştırdığı takımların literatüre “Ersun Yanal takımı” diye geçmesi de boşuna değildir. Sırrını sadece gole ve hücum futboluna tutkunluğunda aramamak gerekir. Ersun Hoca’nın sırrı, o tutkuya giden yolu hangi taşlarla, nasıl döşediğindedir.

Ersun Yanal’ın, yürümeyi bile topla öğrenmiş olmasının ya da dillere destan futbol aşkının da ötesinde, sporla kurduğu sağlam bir bağ vardır. Hem futbolculuk hem hocalık yıllarında; Türkiye’de spor yapmak için nelerin feda edildiğini, hangi bedellerin ödendiğini çok iyi bilir, bizzat yaşamıştır.

Kişisel tarihi, antrenmanlara otostop çekerek, olmazsa kamyonetlerin arkasına atlayarak gittiği, kulüp sadece onun parasını ödeyebildiğinden maaşını oyunculara dağıttığı, kızının kumbarasını kırmak zorunda kaldığı hikâyelerle doludur. Tantana severlerin “donuk” ve “soğuk” bulduğu, aslında yaşanmışlığın izlerini taşıyan sakinliği sanki buralardan gelir. Saha kenarında tepinmenin “iyi hocalık” göstergesi olarak kabul gördüğü memlekette, Ersun Yanal, heyecanını hep akılla dengeler. Cerrahlığa ilgi duyduğunu, hatta kimi zaman ameliyatlara girdiğini bildiğimiz Ersun Hoca, saha kenarında ameliyattaki bir cerrah gibidir, gereğini yaparken sakin, güvenilir, tantanasız.
İçinden geldiği, çok iyi bildiği meseleleri, Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü’ndeki eğitimiyle yoğurmuştur. Spor üzerine kafa yorar, okur, araştırır, makaleleri takip eder. Sadece futboldan değil pek çok spordan beslenir. Arsene Wenger’in hastalık derecesindeki istatistik bağımlılığı onda işlevsel bir kullanımla karşılık bulur. Fotoğraf çeker, çok film seyreder. Teknolojik gelişmeleri takip eder, bilimsel düşünceyi önemser. O yüzden de memleketin teknik direktörlerinin çoğunun içinde debelendiği klişe bataklığında boğulmaz, bildik lafları ısıtıp ısıtıp sofraya koymaz.

Ersun Yanal’ın sahanın dışıyla ilgilendiği, sağa sola laf çarpma yarışına girdiği, imalarla, komplo teorileriyle uğraştığı görülmemiştir. Tansiyonu en yüksek maçlardan sonra bile, ameliyattan çıkmış bir cerrah gibi analizini yapar, ameliyat başarısız geçmişse hakemden filan dem vurmaz. Bizim futbol ulemasıSaha kenarında tepinmenin “iyi hocalık” göstergesi olarak kabul gördüğü memlekette, Ersun Yanal, heyecanını hep akılla dengeler. için hiç iyi bir malzeme değildir yani, sansasyon ihtiyaçlarını karşılamaz, üzerine günlerce konuşacakları malzemeyi ellerine vermez. Oynatmayı hedeflediği yüksek tempolu futbol için “kafası karışık” dediklerinde “Futbol söz konusu olunca benim kafam asla karışmaz” deyiverir. O yüzden hiçbir zaman hak ettiği değeri, hak ettiği biçimde teslim etmezler.

Tıpkı her zaman düşünerek, tartarak konuşan, klişelerde boğulmayan Aykut Kocaman’a yaptıkları gibi. Fenerbahçe tarihine hem futbolcu hem teknik direktör olarak geçmiş olduğu halde “Yılların alışkanlığı canım!” mazeretiyle ısrarla “Aykut” dedikleri, “Aykut Hoca” demeyi zor öğrendikleri Aykut Kocaman gibi. Oysa aynı alışkanlıkla “Fatih” dendiğini hiç duymamışızdır, duysak da bir kere ve son kere duyardık herhalde.

Ersun Hoca gerçek bir golsever, görüyoruz. Ama gole giden yolda her şeyi mubah saymadığını, Tanıl Bora’nın deyimiyle sadece neticeye değil, Hatice’ye de baktığını, kafasının karışık filan olmadığını görüyoruz. Bütün bunları düşününce, yaratmaya çalıştığı evreni, dolayısıyla çalıştırdığı takımlara “Ersun Yanal takımı” denmesinin sebebini de çok iyi anlıyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları