Ebru Erke

Şimdi ‘bağ’lanmanın tam zamanı

3 Eylül 2023
Sonbaharla birlikte ülkemizin güzel bağlarını görmek için yollara düşmenin de zamanı geldi. Türkiye’nin bağ rotasına Çanakkale’den başlayıp oradan da Bozcaada, Urla ve Kapadokya’ya doğru ilerleyelim. Üzümler güzelliğini sergilerken yazdan kalma günlerin tadını çıkaralım.

Türkçeye önoturizm olarak çevrilen bağbozumu turizminin en hareketli dönemine giriyoruz. Seyahate çıkmayı planlayanlar için en iyi bağlarımız ve lezzet duraklarından önerilerle bir rehber hazırladık.

Günübirlik gidilebilir
Trakya Bağ Rotası

Çanakkale’den başlayıp Gelibolu Yarımadası’nı kapsayan, oradan Şarköy, Tekirdağ ve son olarak Kırklareli’ne uzanan yol Türkiye’nin en uzun bağ rotası. İstanbul’a yakın olması sayesinde rotanın bir kısmı günübirlik bile gezilebilir. Konaklamalı seyahat tercih ederseniz Porta Caeli ve Arcadia konforuyla olduğu kadar, lokal malzemelerle hazırladıkları yemeklerle de öne çıkan yerler. Bengodi Boutique Hotel ise yeni bir alternatif. Murat Yankı danışmanlığında hayata geçirdikleri şarap müzesi sizi geçmişten günümüze güzel bir yolculuğa çıkarıyor. Eceabat’taki Suvla ise hem tadım yapabileceğiniz hem de restoranı Kilye’de lezzetli yemekler yiyebileceğiniz bir alternatif. Şarköy’deki Chateau Kalpak Bağları’nda düzenlenen sanat etkinliklerine denk gelirseniz renkli görüntülerle karşılaşabilirsiniz.
◊ Tekirdağ Bağları: Chateau Nuzun, Barel, Umurbey, Barbare
◊ Şarköy Bağları: Melen, Gülor, Chateau Kalpak

Yazının Devamını Oku

Bodrum'da sarı yaz turu

2 Eylül 2023
Büyük bir çoğunluk için Bodrum’un en güzel zamanı sarı yaz nihayet geldi. Ben de geçen hafta oradaydım ve ortalık biraz daha sakinlemişken sevdiğim restoranlarda birbirinden lezzetli ve yaratıcı yemekler tattım. Meraklıları için dolu dolu bir liste hazırladım.

Geçen haftaki Bodrum seyahatimin ilk akşam yemeği bu yıl üçüncü yılını dolduran The Galliard Cove House’daydı. Buraya mutlaka gün batmadan gitmenizi tavsiye ederim. Kapıdan girişte göze çarpan Tulum havası içerideki Ibiza ambiyansıyla (hem yemek playlist’i çok iyi hem de yemek sonrası DJ performansları var) birleşip sizi sarmalıyor. Galliard’ın Bodrum menüsü İstanbul’dakinden farklı. Deniz mahsulleri ağırlıklı menüde tiradito, carpaccio, ceviche, tartar gibi lezzetlerle dünya mutfaklarında bir yolculuğa çıkıyorsunuz.

Birdcage 33 içindeki Lika’nın (solda) kuzu gerdan tabağı..

Ama bu yolculuğun İspanya durağına özel bir parantez açmak gerek. Çünkü üç yıl önce ilk açılışta danışmanlık veren İspanyol şefin menüye kattıkları aynı lezzette devam ediyor. Kalamar şnitzel, ıstakozlu makarna gibi iyi alternatifler var ama bence menünün yıldızı paella. Valensiya orijinli paella üç farklı tarzda yapılır: Ortasına bütün sarımsak konup fırında pişirilen ‘al horno’, risotto kıvamı biraz suluca olan ‘meloso’ ve altı kıtırlaştırılarak yapılıp biraz daha kuru olan ‘a banda’. İşte buradaki, ‘a banda’nın en iyi örneklerinden biri... Tüm bunların arkasındaki vizyoner işletmecisi Ahmet Uras’ı da
tebrik etmek gerek. The Galliard’ı anlatmışken içinde olduğu Yaz Yalıkavak’tan da kısaca bahsedeyim. Otelin sahipleri kış boyu birçok ülkeye seyahat edip akıllarında kalanları kendi otellerine uyguluyormuş. Ama Bodrum dokusuna sadık kalarak... İki katlı beyaz binaları, peyzajı ve kendisine ait plajıyla Bodrum’da olduğunuzu iliklerinize kadar hissedeceğiniz, üstelik muadillerine göre daha uygun fiyatlı bir yer burası.

Mivara’nın suşileri çok başarılı. 

Bir başka güzel otelin içinde hizmet veren restoransa yine Yalıkavak’ta,

Yazının Devamını Oku

‘Felsefem yemeğin kendi izini bırakması’

26 Ağustos 2023
Şef Görkem Özkan ve ekibi Aqua’da Türkiye standartları için sıradışı bir iş yapıyor. Hazırladıkları menü balık odaklı. Bizim balık konusunda ne kadar tutucu olduğumuz malum. Üstelik böyle bir restoranı Four Seasons Hotel Bosphorus gibi üst düzey, ulusal bir otel zincirinin ana restoranı yapmak beraberinde birçok zorluk getirebilir.


Bayılıyorum Görkem Şef’in (Özkan) tarzına. Kendini hiç öne atmadan, mütevazı davranmasına, kurgulanmış hikâyeler anlatmak yerine tabağın kendi hikâyesini yazmasına müsaade etmesine... Siz yemeğinizi yerken gelip çocukluğundan bir hikâyeyle kafanızı kurcalamak yerine -ki anlatacak gerçek hikâyeleri olmasına rağmen- daha arka planda durup yemeğin sonundaki hislerinizi ve düşüncelerinizi dinlemek için heyecan duyuyor. Size bir deneyim yaşatabildiğini düşünüyorsa işte o zaman daha rahat uyuyor o gece.Aqua restoran

“Hedefimiz en iyisi olmak ya da diğerlerinin önünde olmak değil. Herkes kendi platformunda en iyisidir ama biz asla kimsenin göz ardı edemeyeceği ve görmezden gelemeyeceği kadar iyi olmak istiyoruz” diyor çünkü Türkiye standartları için sıradışı bir iş yapıyor ekibiyle birlikte. Four Seasons Hotel İstanbul at The Bosphorus’taki Aqua restoranda hazırladıkları balık odaklı menü, herkesin cesaret edemeyeceği bir şey. Birincisi, balık konusunda ne kadar tutucu olduğumuz malum. “Hadi balık yiyelim” deyince akla ilk klasik rakı-balık restoranları geliyor, bazen canımız suşi de çeker oldu, tamam ama Güney Fransa’daki gibi bir Akdeniz tarzı balık lokantası bizler için alışılmışın dışında.

İkincisi, böyle bir restoranı Four Seasons gibi üst düzey, bir otel zincirinin ana restoranı yapmak beraberinde zorluklar getirebilir. Mutlu ettiğiniz kadar memnuniyetsiz insanlar da olabilir, hele de bunlar otel misafiri olduğu zaman size negatif dönüşler de gelebilir. ‘Klasik bir İtalyan aç, rahat et’ şeklinde bir kolaylığa kaçmamış olmaları onları benim gözümde asıl cazip kılan noktalardan.

10 yıldır Four Seasons Bosphorus’ta Sebastiano Spriveri, Savaş Aydemir, Ercan Yamantürk gibi ustaların yanında iyice pişen Görkem iki yıl önce otelin baş şefliğine getirildi. Görkem’i uzun zamandır tanıyorum, farklı etkinliklerde birlikte çalışmışlığımız da vardı. O zamanlar bile bu tecrübeli şef abileri onu hazırladığı tabaklarla onore ederdi, her zaman mutfak tutkusunu gösterirdi.

Buraya kadar size biraz Görkem’i anlatmak istedim, şimdi de yemekleri üzerinden stilini anlatayım. Aqua’nın ana teması balık ama tam bir pesketaryen restoran değiller. Uyumuna inandıkları çok farklı kombinasyonları bir araya getiriyorlar. Mesela dana kaburgayla kereviti, dana dille ıstakozu, kuzu uykuluğuyla fenerbalığını birlikte servis edebiliyorlar. Malzemeler arasındaki tat kadar doku uyumunu gözetip ilave soslarla tabakta bunu hemhal ediyorlar.Fenerbalığı

Birkaç tekniği birlikte uyguluyor

Menüdeki en farklı tabaklardan biri fenerbalığı ve uykuluk. Buradaki çıkış noktası, bu iki malzemenin dokusal uyumu. İri fenerbalıklarının kafasından çıkan etleri ve kuzu uykuluğu birlikte baharatla marine edip ızgarada pişiriyorlar. Fenerin gövde etleriniyse vakumda yani ‘sous vide’ tekniğiyle pişirip sonra tereyağında çeviriyorlar. Bitmedi. Balığın kemiklerini kullanarak, kuru yabani mantarlar ve fermente sarımsakla bir demi glace sos hazırlıyorlar. Ve tüm bunlar tabakta birleşince ‘Bir balıkla nasıl bu kadar derinlik yaratılabilir’ diyor insan. Cevabı basit, bir ürüne birkaç teknik uygulanıyor. Dışarıdan eklenen farklı malzemelerle zorlama lezzet dengesi kurmaya çalışılmıyor, ürünün her bir parçasından başka bir lezzet yaratılarak lezzet yoğunluğu yaşatılıyor.

Yazının Devamını Oku

Bir kalamarın ardındaki vizyon

19 Ağustos 2023
Yaratıcılığın sınırlarını zorlama konusunda kimse İspanyol şeflerin, özellikle de Baskların eline su dökemez. İşte sırf bu yüzden restoranı 2 Michelin sahibi olan Diego Guerrero’nun elinden yemek yemek için üşenmedim, bir geceliğine Bodrum’a uçtum. Tek malzeme bile şefin mutfak felsefesini, bilgisini, stilini ve daha da öte tutkusunu nasıl yansıtabilir gördüm…

Fransızlar nasıl klasik tekniklere hâkimse, Japonlar nasıl malzeme hassasiyeti konusunda en üst seviyedeyse, şu bir gerçek ki yaratıcılığın sınırlarını zorlama konusunda da kimse İspanyol şeflerin -özellikle de Baskların- eline su dökemez. Malzemeye bakış açınızı değiştirecek bir yaratıcılıktan bahsediyorum. Üzerine kafa yorulmuş, ezberden değil, işin kimyasını bilerek ortaya çıkarılan yaratıcılık...

Abarttığımı düşünmeyin çünkü söylediğim kadar varlar. İşte sırf, bu şeflerden biri olan Diego Guerrero’nun elinden yemek için sadece bir geceliğine üşenmedim Bodrum’a uçtum. Diego, Be Premium Otelleri’nin Sözen Organizasyon danışmanlığında bu yıl ikincisini organize ettiği ‘Glorious Culinary Experience’ organizasyonu kapsamında iki hafta boyunca otelin restoranı Notias’ta özel bir menü sundu.

Bir şef için hiç kolay değildir başka bir mutfakta yemek yapmak. Hele bir de o mutfak başka bir ülkedeyse iş katlanarak zorlanır. Malzeme farklılıkları, ekipman, farklı mutfak çalışanları, hatta bambaşka servis tabakları... Bu yüzden daha da merak ettim Diego’nun bu koşullarda neler yapmış olabileceğini ve bizi ne kadar şaşırtabileceğini.

“Yemekten beklentin şaşırmak mı” demeyin. Zira Diego yemeğin sonunda masaları dolaşırken hangi tabağı en çok beğendiğinizi sormuyor. Yemekten keyif alıp almadığınızı anlamaya çalışıyor. Tarzını anlatmasını istediğinizdeyse cevabı şu oluyor: “Benim yemeklerim farklı. Biz anayolları değil, hep yan yolları kullanıyoruz. Bir ürünle çalışmaya başladığımızda muhtemelen ilk 10 fikri çöpe atarız çünkü bunlar herkesin aklına ilk gelebilecek olanlardır, diğerlerine bakmamız gerekir. Önceden yapılmış hiçbir şey ilgimizi çekmiyor. Kuralları yıkmak daha yaratıcı olmanızı sağlar.”


Yazının Devamını Oku

Üretiminde dünya deviyiz ama...

13 Ağustos 2023
Alabalıkta 190 bin tonla Avrupa’da birinci, İran’dan sonra dünyada ikinci büyük üretici olduğumuzu biliyor muydunuz? Sadece kiremitte pişirmekten öteye gidemediğimiz bu balıkla aslında sıradışı ve çok lezzetli yemekler de hazırlanabiliyor.

Balığın geleceğine dair hassasiyetimiz onla ilgili sorularımızı da değiştirdi. Mesela bundan 20 yıl önce tezgâhtaki balığın boyunu kaçımız sorgulardık?

Ya da bizden sonrakilerin bizim yediğimiz balıkların tadını bilemeyeceğiyle ilgili endişe taşır mıydık? Çoğumuzun merakı aldığımız veya lokantada sipariş ettiğimiz balığın çiftlik mi yoksa deniz balığı mı olduğundan ibaretti.Oysa şimdi işler farklı!

Hem türlerin sürdürülebilirliği hem de beslenme döngümüz için çiftlik balığına da tatlı su balığına da sempatimiz eskiye göre ister istemez arttı. İşte alabalık da bunlardan biri. Sadece kiremitte pişirmekten öteye gidemediğimiz alabalıkta 190 bin tonla Avrupa’da birinci, İran’dan sonra dünyada ikinci büyük üretici olduğumuzu biliyor muydunuz?
115 bin tonunu da ihraç ediyormuşuz.

Bu bilgiyi Metro Türkiye Taze Balık Kategori Müdürü Seçil Yılmaz’dan öğrendim. Sürdürülebilir balıkçılık Metro Türkiye’nin satın alma stratejilerinin temelini oluşturuyor. İşte bu bağlamda şirket kolları sıvadı ve ‘Anasına bak kızını al’, ‘Yediği önünde yemediği yarında’, ‘Bugünün balığını yarına bırakıyoruz’ gibi projelerin ardından şimdi de ‘Pek âlâ balık, alabalık’ ile farkındalık yaratma yoluna girdi.

Peki, durduk yerde nereden çıktı bu alabalık mevzusu? Birleşmiş Milletler 2022 yılını Uluslararası Geleneksel Balıkçılık ve Su Ürünleri Yetiştiriciliği Yılı ilan etti. Bunun üzerine de Metro Türkiye küçük ölçekli ve geleneksel alabalık üreticilerini desteklemek için projeyi, Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Muğla Alabalık Yetiştiricileri Üretici Birliği işbirliğiyle hayata geçirdi.

Küçük ölçekli geleneksel balıkçılık ve su ürünleri yetiştiricileri ticari açıdan motivasyona fazlasıyla ihtiyaç duyuyorlar. Çünkü iklim değişikliği, çevresel bozulma gibi faktörlerden en çok onlar olumsuz yönde etkileniyorlar. Proje kapsamında Muğla bölgesindeki 25 küçük alabalık üreticisine öncelikle eğitimler verilmiş. Böylece bu balıkların raflara çıkmadan önce gerekli kalite sosyal uygunluk, gıda güvenliği ve kalite konularında standartlarının yükseltilmesi amaçlanmış.

Yazının Devamını Oku

Onlar iyi ki varlar!

12 Ağustos 2023
Kargalak, cavcava, mincane, foşa, uzunmusa, karafındık, çakıldak, palaz… Bunlar 18 çeşit fındık türümüzden birkaçı... Ama öğrendim ki 17’si bir yana Giresun tombulu bir yana... Geçen hafta Giresun’da fındık hasadına katıldım, fındığa artı değer katan insanlarla konuştum. Onlar gastronomimizin gizli kahramanları... İdealist işler yapıp çevrelerine faydalı oluyor ve bizi çok özel ürünlerle buluşturuyorlar.

Demet Öztürk yazarımız Ebru Erke ile birlikte...

Geçen hafta Giresun’da fındık hasadına katıldım, haliyle bu hafta konumuz fındık. Ama her yıl tartışma yaratan taban fiyatları veya fındığımızı dünyaya bizden daha iyi pazarlayanları konuşmayacağız bu kez. Fındığa sahip çıkan, ona değer katanları konuşacağız. İlki Demet Öztürk ve ailesi... Bundan 6 yıl önce beklediği atama bir türlü olmayınca Demet yazı Piraziz’deki ailesinin yanında geçirir, “Bu esnada acaba ne yapsam“ diye düşünür. Bu engebeli coğrafyada insan gücüyle toplanıp çuvallanan fındığın üretici aileler tarafından niye hep kabuklu satıldığını kafasına takar. Bu zamana kadar kimsenin fındığa katma değer yaratmaya çalışmadığı da dikkati çeker. Babasından o yıl fındıkları ona vermesini ister.Fındık ezmesini sipariş gelince üretiyorlar.

Ailesinin ona duyduğu güven, yerel bir uyanışın da fitilini ateşler. Mikroişletme olarak Fındık Harmanı Giresun’u hayata geçirir. Tabii ne makine var elinde ne de başka bir imkân... Elde olan sadece bahçeden toplanan fındık... Ailesi ve hatta mahalledekilerin de yardımıyla geceli gündüzlü çalışıp kırarlar fındıkları. Yaptıkları katkısız, doğal fındık ezmesini de e-ticaretle satışa çıkarırlar. Ürünlerinin lezzeti kulaktan kulağa dolaşır. Beklediklerinin üzerinde bir satışa ulaşırlar. Ertesi yıl ticaret odasının desteğiyle kırma ve kavurma makineleri satın alıp üretim kapasitelerini arttırırlar. Şu an onları örnek alan tam 150 mikroişletme var orada... Demet’in annesi dağdan topladığı minicik çileklerle reçel, ısırganotlarıyla erişte yapıyor. Kızkardeşi Damla’ysa ürün geliştirmeden sorumlu. Damla’nın baklava yufkası ve fındık ezmesiyle yaptığı ‘pikolava’ tatlısı o kadar beğenilmiş ki benzerini yapıp satmaya başlayanlar olmuş.
Giresun’daki ikinci durağım Patar Fındık’ın sahibi Osman Patar’ın üretimhanesi oldu. Osman Bey tarımıyla uğraşmıyor, en yüksek kalite fındıkları alarak üretim yapıyor. Coğrafi işareti de alınmış olan Giresun tombulu en kaliteli tür. İriliği 13-15 mm arasında olanlar en yağlı ve lezzetlileri... En iri fındıkların en lezzetli olmadığını da orada öğrenmiş oldum bu arada...Yazgı Patar yazarımız Ebru Erke ile birlikte...

Kargalak, cavcava, mincane, foşa, uzunmusa, karafındık, çakıldak, palaz... Bunlar 18 çeşit fındık türümüzden birkaçı... Ama öğrendim ki 17’si bir yana Giresun tombulu bir yana... Giresun tombulunun önemi yörede o kadar büyük ki kargalak, cavcava gibi çeşitler ‘levant kalite’, Giresun tombuluysa ‘en yüksek kalite’ olarak adlandırılıyor.
Osman Patar fındıkların en iyisini seçme ve kavurma konusunda uzman. Fındık ezmesini katkı maddesiz yapıyor ve en önemlisi sadece sipariş gelince üretiyorlar. “Ezmede nasıl olsa belli olmaz” diyip araya başka çeşit karıştırmıyorlar. O yüzden en güvendikleri manavlardan (Giresun’da fındığı köylüden alıp kırma fabrikalarına veya üreticilere satanlara ‘manav’ deniyor) alıyorlar fındıklarını. İstenirse ezmeyi şekersiz de hazırlayabiliyorlar.

Yazının Devamını Oku

Dantel gibi kıyılarda tatil yapanlara en lezzetli tavsiyeler

6 Ağustos 2023
Yaz tatili demek Ege ve Akdeniz demek. Konaklamayı, gezilecek yerleri hallettiniz... Bir de gezerken ağız tadınıza göre keşifler yapmak istemez misiniz? Yüksek mutfak arayanlara da yol kenarında hızla ne yerim diyenlere de 6 başlıkta öneriler hazırladım; aralarında geçerken tadına bakılacak yöresel otlarla yapılmış Bodrum böreği de var, aslan balığı ceviche de…

FİNE DİNİNG’İN EN İYİLERİ

◊ Tuzz-Khai Hotel, Bodrum: Şef Nilay Lale’nin Uzakdoğu soslarıyla yarattığı kombinasyonlar harika. Yaz menüsünde otlu hengeli begonvil çiçeğiyle sunuyor.

◊ Teruar Urla, Urla: Osman Serdaroğlu’nun menüsünde çıtır kınalı bamyayla servis edilen bademli soğuk çorba, mürekkep soslu bebek patatesle sunulan kılıçbalığı denenmeli.

◊ OD Urla, Urla: Osman Sezener ve ekibinin yaz menüsü yörenin deniz ürünleri, ot ve sebzeleriyle hazırlanmış. Satsuma ve deniz fasulyeli karides ve dana yanak favorim.

Yazının Devamını Oku

Sırf o çıtır kokoreç topları için bile gidilir

5 Ağustos 2023
Bebek Otel By The Stay’deki Sankai, geçen hafta üç gece The Stay Alaçatı Warehouse’da pop-up yaptı. Ben de o akşamlardan birinde oradaydım ve Japon ağırlama kültürünü en rafine haliyle yaşadım. Oteldeki ilk akşamsa paylaşımlık tabaklarla kurulan bir Ege sofrasındaydım. Mutfağın başındaki Bolulu şef Eyüp Çoban’ın lezzetli sunumlarını da çok beğendim...

Şef Eyüp Çoban (solda)

Çok yeni evet, ama benim için şu an şehirdeki en ayrıcalıklı Japon restoranı Bebek Otel By The Stay’in üçüncü katındaki Sankai. Neden? Çünkü sadece iyi yemek yemiyor, Japon ağırlama kültürünü de en rafine haliyle hissediyorsunuz. Restoranın 24 kişilik olması omakase stili servisi daha gerçekçi kılıyor. Zira omakase’de şefe teslim oluyorsunuz. Şef mevcuttaki en iyi mevsimsel malzemelerle kendi sanatını kullanarak tabaklar hazırlayıp servis ediyor. Bu itaatkârlık şefe duyduğunuz saygı ve güvenin de bir göstergesi. Bunun karşılığındaysa şefler misafirleri gözlemleyip gecenin akışı ve hatta müşterinin yüzündeki ifadeye göre servis akışını ayarlıyor.

Japonya’daki geleneksel suşi restoranlarında menü olmaz, sadece omakase servis vardır, müşteri sayısı çok azdır. Edomae stilini benimsemiş atalarının izinden giden mutfak ustalarıysa ülkede son yıllarda tekrar gözde. ‘Edo’ hem Tokyo’nun eski adı hem de 1603’ten 1868’e kadar süren yaklaşık 260 yıllık samuray döneminin adı... Önü anlamına gelen ‘mae’ kelimesiyle birleştirmişler. Edo Kalesi’nin önünde akan nehirden yakalanan deniz mahsulleriyle yapılan yemeklere ve suşilere ‘edomae’ deniyor. Kaiseki’yse belirli ritüellerle, kurallarla, sanatsal sunumlarla yapılan geleneksel Japon yemek servisine verilen ad.

Tüm bunları anlatmamın sebebi şef Yoshizumi Nagaya’nın stilini daha iyi aktarabilmekti. Nagaya, Sankai’de kaiseki ve edomae karışımı bir omakase stilini benimsemiş. Bu arada yazarımız Vedat Milor bu haftaki yazısında kaiseki mutfağını anlatmış ve pek de bayılmadığını, aşırı yalın bulduğunu söylemiş. Fikrini değiştirecek bir alternatif olduğunu düşündüğüm için sevgili Vedat Bey’e Sankai’yi ziyaret etmesini şiddetle tavsiye ediyorum.Saşimi ve ton balığı tartar

Dashi köpüklü mısır çorbası

Sankai geçen hafta üç gece The Stay Alaçatı Warehouse’da pop-up yaptı, ben de o akşamlardan birinde oradaydım. Yaz bitmeden bir organizasyon daha planlıyorlar. Japon mutfağı meraklılarının ve iyisini merak edenlerin takip etmelerini öneririm. Tabaklara, sosluklara ve tüm detaylara kadar her şeyin İstanbul’dan getirildiği yemeğimize dashi köpüklü mısır çorbasıyla lezzetli bir başlangıç yaptık. Ardından shirodashi ponzu sosu içinde saşimi geldi. Saşimi yanındaki ufak tabakta sunulan ton balığı tartarın üzerindeki ıtırlı bir aromaya sahip ve ta Japonya’dan getirilen kinome yaprağı aklımda yer eden detayların başında geliyor. Miso’lu lagos balığı, o pek bayıldığımız miso’lu cod (morina) balığının neredeyse ona bir omuz atıp geçecek kadar iyi bir versiyonu olmuş.

Sıra şefin edomoe stili günlük nigiri ve maki’lerine geldiğinde Can Yıldırım elinde minik rendesi ve taze wasabi turpuyla yanımıza geldi. Bir yandan wasabi’yi rendeleyip bir yandan da “Soya sosu hiç kullanmasanız da olur, şefimiz yeterli gördüğü miktarda sosu balıkların üzerine fırçayla gezdirdi” diyerek nazik tavsiyeler verdi. Can, bir hayalinin peşinden giderek genç yaşında Sankai gibi bir yeri hayata geçiren isim. Tebrik etmemek elde değil ama destekçileri babası Muzaffer (Yıldırım) ve ablası Maya’yı da unutmamak gerek. Çünkü ona inanıp arkasında durmuşlar.

The Stay otelleri sadece üst segment bir konaklama ve iyi hizmet almak için değil, aynı zamanda iyi yemek için de gidilen bir yer. Bunu Alaçatı’da da görmek mümkün. Stay’de geçirdiğim ilk akşam müthiş keyifliydi, ortaya paylaşımlı bir Ege sofrasındaydık. O kınalı bamyaları, şevketibostanlı levrekleri görünce sandığım gibi Egeli çıkmadı mutfağın başındaki Eyüp Çoban. Bolulu şef, uzun zaman Stay’in Bebek’teki otelinde çalıştıktan sonra geçen yıl Alaçatı’ya yerleşmiş.

Yazının Devamını Oku